Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İNGİLİZ Independent Gazetesi’nin yazarı Patrick Cockburn, seçim sonucundan gayet memnun olmuşa benziyor. Zira Cockburn, seçim analizini şu cümleyle noktalıyor: “Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve AK Parti’nin imajı zedelendi. Türkiye (artık bölgede) eskiye nazaran daha zayıf, iç tartışmalarına dönmüş bir devlet olacak...”

        Dikkatinizi çekerim, Cockburn, Erdoğan’ın imajının zedelenmesine sevinmiyor. Asıl sevindiği şey, Türkiye’nin bölgede daha güçsüz bir aktöre dönüşecek olması.

        Aslında işin analiz boyutunda haksız da sayılmaz. Koalisyon tartışmalarına dönmüş bir Türkiye’nin, yeniden şekillenen bölgede söz sahibi olması, bağımsız bir dış politika izlemesi artık uzak bir ihtimal olarak değerlendiriliyor.

        Cockburn’u mutlu eden bu tahminler Türkiye’deki tüm aktörler tarafından görülebilirse belki yaşanacak güç erozyonu da en azından minimize edilebilir. Bunun için önce yeni hükümetin zaman kaybetmeden kurulması gerekiyor. Gelin, kurulacak hükümeti bekleyen bölgesel sorunların bazılarına kısaca göz atalım.

        SURİYE: Kapımızda belirsizliğe yol alan yeni bir Suriye var. Sykes Picot düzeni tarumar edilmiş. Görünürde bir çıkış yolu da yok gibi. Krizin doğrudan vurduğu ülkelerin başında geliyor Türkiye. Sınır illerimiz ve büyük şehirlerimiz göçmen akınının yüküyle boğuşuyor. Türkiye’nin Suriye’yi kendi haline bırakma lüksü yok. Sorunun çözümüne yardımcı olabilecek seçeneklerin yeniden ele alınmasında fayda var. Tüm aktörleri uzlaşıya zorlayan bir pozisyon geliştirilebilir. Yoksa Suriye sorunu Türkiye’de de yıkıcı sonuçlar doğurabilir.

        IRAK: Bu dosyanın da Suriye’den aşağı kalır yanı yok. Irak 100 yıllık sınırların yeniden çizildiği bir sürece girmiş bulunuyor. Ülke büyük bir hızla Şii, Sünni ve Kürt eksenli bir bölünmeye doğru gidiyor. Bölünmenin ilk aktörü IŞİD. Irak’ta ortaya çıkıp Suriye’nin de yaklaşık yüzde 50’sini ele geçiren örgüt, El Kaide’nin küresel ağını cihat maskesiyle bünyesine katmış Sünni Arapları temsil ediyor. Örgütün çekirdeği Saddam döneminde yetişmiş Baas’tan oluşuyor. Türkiye’nin Suriye sınırında iki önemli noktayı elinde bulunduruyor IŞİD. Sınırlardaki geçişler, Türkiye’nin IŞİD’i desteklemekle suçlanmasına yol açıyor.

        Meselenin Ankara’da göz ardı edilen bir boyutu var ki bu da her an başımıza olmadık işler açabilir. IŞİD’in cihatçı ideolojisi “Dar-ül Harp” ve “Dar-ül İslam” mantığı üzerine işliyor. Örgüt bu stratejisi gereği sınır komşusu olduğu devletleri bir fırsat yakaladığında işgal edilmesi gereken topraklar olarak görüyor. Bu Türkiye’yi şimdilik “ilişilmemesi gereken bir güç” olarak gören örgütün, yarın fırsat yakaladığında Türkiye’ye de sıçramak isteyeceğine işaret ediyor. Üstelik buna yönelik bir hazırlığının olup olmadığını da henüz bilmiyoruz. Son günlerde Diyarbakır, Mersin ve Adana’da yaşanan saldırılara bu gözle de bakılabilir.

        Arap dünyasının geri kalanıyla ilişkilerin güllük gülistanlık olmadığı da ortada. Arap Baharı ile başlayan süreç, bölgedeki demokrasi taraftarları ile dikta yanlılarını karşı karşıya getirdi. Türkiye, geleneksel dış politikasıyla da uyuşan bir tavırla demokrasiden yana durdu. AK Parti iktidarı olmasa belki bu kadar bağımsız ve müdahil bir dış politika izlenmezdi. Lakin şurası kesin ki, Türkiye bölgenin tek demokrasisi olması nedeniyle yine de demokrasiden yana duracaktı. Hal böyleyken yeni hükümetle birlikte Arap dünyası ile süper bir ilişkinin kurulması beklenmemeli. Bunun yerine bölgeye istikrar getirecek, Türkiye’nin çıkarlarına da uygun bir çözümde ısrar etmek çok daha gerçekçi bir tutum olur.

        Netice-i kelam: Kurulacak hükümet, seçimde ortaya çıkan yeni denklemin Türkiye’yi silik ve çapsız bir devlete dönüştüreceğini hayal edenlerin yüzünü kara çıkarmayı boynunun borcu bilmeli.

        Diğer Yazılar