Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        TÜRKİYE yaklaşık iki ay önce sıradışı bir konuğu, Rum Kesimi’nin ana muhalefeti AKEL’in Lideri Andros Kiprianu’yu ağırladı. Muhalif lider, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve Başbakan Ahmet Davutoğlu ile gayri resmi temaslarda bulundu.

        Kültür Üniversitesi’nde bir grup gazeteciyle bir araya geldiği toplantıya ben de katılmıştım. Toplantıda en fazla merak ettiğim nokta, Rum anamuhalefet liderinin neden şimdi Türkiye’ye geldiğiydi. Sonuçta, Rum Yönetimi’nin Başkanı Anastasiadis’ti. Yoksa Kiprianu, Kıbrıs meselesinde Anastasiadis’i güçsüz düşürmek gibi bir maksatla mı gelmişti Türkiye’ye?

        Kiprianu, zihnimi kurcalayan bu soruya şu sözleriyle gayet samimi bir cevap vermişti: “Doğrusunu söylemek gerekirse Kıbrıs’taki iktidarla iç politikada anlaştığımız tek bir konu bile yok. Ama Kıbrıs’ın geleceğini ilgilendiren dış politika mevzuunda Başbakan Anastasiadis’in yanındayız. Burada bulunma amacım da Anastasiadis’e kolaylaştırıcı bir destek sunmaktan ibarettir...”

        Evet, bu sözlerinden de anlaşılacağı üzere Rum anamuhalefet liderinin kafası netti. Mevzu dış politikaydı ve anamuhalefetin lideri olarak ülkesindeki iktidarın yanında durması gerektiğine inanıyordu. İstanbul’a Anastasiadis’i zayıf düşürmek için değil, aksine onun dış politikadaki pozisyonuna güç katmak için gelmişti.

        Gelin bir de bizim muhalefetin dış politikada oynadığı role, seçtiği pozisyona bakalım isterseniz. AK Parti tam 14 yıldır Türkiye’yi yönetiyor. Siz bu 14 yıl zarfında Türkiye’deki anamuhalefetin bırakın desteklemeyi, AK Parti’yi dış politikada kösteklemediği tek bir mevzu bile hatırlıyor musunuz?

        En can alıcı mesele olan Suriye dosyasına göz atalım. AK Parti 2011 yılının ortasına kadar Suriye’yle mükemmele yakın bir ilişki içinde kaldı. Anamuhalefetimiz o günlerde ne yapıyordu hatırlıyorsunuz değil mi? Unutan varsa hatırlatayım, Türkiye’deki anamuhalefet o günlerde Suriye’yle aramızda yaşanan normalleşmeye külliyen karşı çıkıyordu. Ne için karşı çıkıyordu peki? Bu soruya o günlerde “Esad diktatör de ondan” cevabını veriyorlardı. Ne zaman AK Parti’nin Suriye’yle arası bozuldu bizim muhalefet de o zaman Esad’cı oluverdi. Oysa muhalefetin karşı çıktığı Esad yalandan bile olsa Türkiye’nin telkinlerinin de etkisiyle halkına demokrasi sözü veriyordu. Muhalefetin destek verdiği, iktidarın karşı durduğu Esad ise beş yılda 400 bin vatandaşını öldürdü, 10 milyonu da evsiz bıraktı.

        Aynı tezat Irak için de geçerli. Türkiye’nin Irak’ta karşı çıktığı kişi dönemin Başbakanı Maliki’ydi. “Şii Saddam Maliki” Sünni Arapları ve Kürtleri dışlıyor Irak’ı uçuruma sürüklüyordu. Ankara da yaklaşan fırtınayı gördüğü için Maliki’yi uyarıyor, neticede de Türkiye-Irak ilişkileri geriliyordu. Bizim anamuhalefet liderimiz ise bu gerilimin zirveye çıktığı günlerde, tam olarak 22 Ağustos 2013’te Bağdat’a gidip Maliki’nin elini sıkıyor, Türkiye’nin Irak politikasını ise yerden yere vuruyordu.

        Avrupa Birliği mevzuunda da vaziyet pek farklı değil! 2005-2010 yılları arasında Türkiye-AB ilişkileri gayet berraktı. Lakin kendisini Avrupai değerlerin yılmaz savunucusu olarak sunan seküler milliyetçi anamuhalefetimiz AB üyelik sürecine açıkça karşı çıkıyordu. 2013’te, AB’nin patroniçesi Merkel, Türkiye’nin istikrarına kasteden söylemlere meyledince bizim muhalefetimiz de her ne hikmetse birden AB’ci olmaya başladı. Nitekim bu tutum da yalancı bahar misali kısa sürdü. Zira Brüksel, 1 Kasım seçimlerinden sonra yeniden Türkiye’yle uzlaşma yoluna girdi. Bizim anamuhalefetimiz de bu pozitif gelişme üzerine bir kez daha AB ile ilişkileri eleştirmeye koyuldu.

        Netice-i kelam, bizim hiçbir zaman Rum Kesimi’ndeki gibi dış politikada kolaylaştırıcı rol oynayan bir anamuhalefetimiz olmadı. Belki de böyle bir muhalefetimiz olmadığı için iktidar dış politikada arzuladığı sonuca hiçbir zaman ulaşamadı.

        Diğer Yazılar