Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BİZE yine yanılmak düştü iyi mi? Baksanız herkes Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun aldığı kongre ve görevden çekilme kararını önceden tahmin edebilmiş olmakla övünüyor. Valla ne yalan söyleyeyim, çekilme kararını ben hiç beklemiyordum. Hatta çekilmenin kesinleşmesine saatler kala bile soranlara “Hoca ve Reis görüşür, neticede de davanın lideri, adı resmen konulmamış sistemin başkanı, ne derse o olur, bu sorun da bu şekilde çözülür” demiştim.

        Şimdi bunları itiraf etme cüretini göstererek “Yuh artık, bu kadar da mı öngörüsüzsün be birader?” türünden bir suale müstahak vaziyete düştüğümün farkındayım. Lakin bir gazeteciye bu kadar acımasız şekilde çıkışacak olanlara da şunu haykırmak istiyorum:

        Benim öngörüsüzlüğüm bu kararı önceden tahmin etmiş olanların dillendirdikleri ihtilaflardan “daha azına vakıf olmamdan” kaynaklanmıyor. Aylardır neredeyse Üsküdar-Beşiktaş vapurundaki her koltukta bile tafsilatıyla dile düşmüş kimi doğru kimi uydurmasyondan (bana göre), kimi de fitne girişiminden (yine bana göre) ibaret hususları burada sıralayacak değilim.

        Lakin Erdoğan’a yakın oldukları veya Erdoğan’ın “liderliğini-sarsılmaz önderliğini” savundukları türünden bir söylemle meşruiyet zırhına bürünerek Davutoğlu’na ve neredeyse temas halinde olduğu herkese oklarını acımasızca yöneltenlerin sayısının günden güne arttığını ben de görüyordum. Davutoğlu’na yakın olan herkesi “Erdoğan’a karşı Hocacı olmakla” itham ediyorlar, Hoca’nın Dışişleri Bakanlığı ve Başbakanlığı döneminde Erdoğan’ın liderliğinde yaptığı ve zamanında kendilerinin de alkış tuttuğu pek çok siyasi adımı dahi şimdi tukaka ediveriyorlardı. Bilhassa iktidara yakın kalemşorlar arasında bu savaş çok daha çetin şekilde gelişiyor, yayılıyordu.

        Oysa Başbakan Ahmet Davutoğlu aylar önce “Erdoğan’ın arkasında durmayan benim de yanımda durmasın” diyerek gayet net bir kırmızı çizgi çizmişti. Belki de bugünleri gördüğü için kırmızı çizgisini böylesine keskin ilan etme gereği duymuştu. Evet, bu çizgiye rağmen dikkat çeken bazı çarpıklıklar da yok değildi. Lakin Davutoğlu’nun ilan ettiği bu kırmızı çizgi orta yerde dururken hâlâ Erdoğan’a karşı Hocacılık yapabilecek birileri olabilir miydi, emin değildim.

        İşin diğer bir tuhaf tarafı da şuydu: “Hocacı” olmakla itham ettiklerinin üzerine yürüyenlerin aralarında da bir çekişme yaşanıyordu. Aynı safta olduğu farz edilenlerden bazıları diğerlerini “Erdoğancılık” zırhına bürünerek şahsi çıkarlarını meşrulaştırmakla suçluyordu. Bazen de beni daha büyük şoklara sürükleyen mesajlara da denk geliyordum. Doğrusu “Hocacı” olmakla itham edilen cenahtaysa aynı safta kenetlendiklerini kanıtlayacak bir birlik halini pek göremiyordum.

        Kimi gizli kimi de açıkça cereyan eden ve Davutoğlu döneminin noktalanmasıyla iyice su yüzüne çıkan bu çekişmeler, daha doğrusu çirkinleşmeler gerçekten de kaynağını iddia edildiği gibi “tepelerden” mi alıyordu? Yoksa birileri şahsi ihtiraslarını zirvelere mal ederek meşrulaştırma gayretine mi girmişti? Evet, soruyorum ama cevabı ben de bilmiyorum. Gazeteci olarak sadece zihnimde yer tutan soru işaretlerini ortaya koyuyorum. Bir yargıya varma hakkını kendimde görmüyorum. Doğrusunu söylemek gerekirse AK Parti’nin şimdi öncelikli hedefinin yeni bir türbülansa girmemek için bu kayıkçı kavgalarını bitirmek olması gerektiğine inanıyorum. Ama bu nasıl olacak, bilmiyorum.

        Yalnız, bir şeyden en azından kendi adıma emin olduğumu düşünüyorum. Başbakan Davutoğlu’nun, bugüne dek kendisine emanet edilen her koltuğun ağırlığını ve sorumluluğunu her daim omuzlarında hissederek bu millet için canla başla çalıştığı kanaatindeyim. Görevi bırakırken de ne bu sorumluluktan, ne devlet adamı ahlakından, ne de ümmetin geleceği için büyük bir şans olarak gördüğü davasının lideri Erdoğan’a olan bağlılığından zerre taviz vermedi. Alınan kararın Davutoğlu ve Türkiye için hayırlı olmasını diliyorum.

        Diğer Yazılar