Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Kasımdaki sandık günü yaklaştıkça dünyanın ABD’deki başkan adaylarına ilgisi de artıyor. Demokratlar’ın eski Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Cumhuriyetçi Parti’nin ise milyarder işadamı Donald Trump ile yarışa gireceğine artık kesin gözüyle bakılıyor.

        İki aday da dış politikaya dair açıklamalarıyla dikkat çekiyor. Clinton, derin diplomasi tecrübesinin avantajıyla cehennemi bile cennet gibi sunabiliyor. Trump ise tam aksi bir izlenim veriyor. En büyük kozu popülist söylemleri. Bu avantajını kaybetmemek için de en makul mesajını dünyaya küfredermiş gibi veriyor. Her iki adayın da dış politikaya dair her cümlesi dünya için büyük önem taşıyor.

        Hal böyle olunca kimsenin de “Başkanı ABD seçiyor, bize ne bundan!” diyecek lüksü kalmıyor. Zira yeni ABD Başkanı, alacağı kararlarla milyarlarca insanın geleceğini etkileyeceği gerçeğini tarihten derslerle artık herkes net şekilde görebiliyor.

        İşin hazin tarafı, tarih bize bu realitenin pek çok trajik örneği olduğunu gösteriyor. Mesela 33. ABD Başkanı Harry S. Truman’ı bugün Amerikalılardan çok Japonlar hatırlıyor. Ve Japonlar, Truman’ı hayırla anmıyor. Çünkü 1945 yılının Ağustos’unda Hiroşima ve Nagasaki’ye atom bombaları atılıp 220 bin Japon katledildiğinde pilotlara soykırım emrini veren isim Başkan Truman’dı. Oysa Truman bombardımandan 4 ay öncesine kadar Başkan Franklin Roosevelt’in yardımcısıydı. Roosevelt, nisan ayında ölünce Truman bir günde ABD Başkanı oluverdi. Onun yüzüne gülen şans, insanlık tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir felakete dönüştü. Zira ilk atom bombasının atıldığı gün, dünyadaki nükleer yarış da başlamış oldu. Bugün “Dünya 5’ten büyüktür!” diyerek isyan ettiğimiz adaletsiz ve ruhsuz küresel düzen de Truman’ın katlettiği insanlığın üzerine kuruldu.

        Dünya halklarının geleceğini karartan başkanlar listesi Truman’dan sonra da uzamaya devam etti. Amerikalılar Truman’dan sonraki tercihleriyle İranlıların Truman’ı dahi mumla arar hale gelmesine yol açtılar.

        Truman’ın tek olumlu tarafı, İngilizlere İran’daki anti-emperyalist Başbakan Muhammed Musaddık’ı devirmek için istedikleri desteği vermemesiydi. 1953’te onun yerine seçilen Başkan Dwight D. Eisenhower’ın ilk işi, İngilizlere Truman’ın vermediği desteği verip Musaddık darbesine ortaklık etmek oldu. İranlılar, Başkan Obama’nın 5 yıl önce Mısır’daki konuşmasında itiraf ettiği bu darbeye, 1979’da İslam Devrimi’yle cevap verdiler... Ama İranlılar, ABD-İranŞah üçlüsünün ürünü bu darbeye izin verdikleri günden bugüne kadar da iflah olamadılar ve Musaddık travmasıyla yaşamak zorunda kaldılar.

        Son dönem ABD başkanları da Truman ve Eisenhower gibi diğer halkların başlarına açtıkları felaketlerle tarihe geçtiler. 2000 yılındaki başkanlık yarışında George W. Bush’un Florida’da rakibi Al Gore’u kıl payı geçmesinin en yıkıcı sonuçları Irak ve Afganistan’da görüldü. Milyonlarca insan hayatını kaybederken on milyonlarcası yersiz yurtsuz kaldı.

        Amerikalılar, Bush’un yol açtığı felaketlerden yoruldukları için 2008’de belki daha az yıkıma yol açar umuduyla Barack Obama’yı seçtiler. Ama Obama da Ortadoğu’da Arap Baharı’yla birlikte esen demokrasi rüzgârına Batı’nın ve İsrail’in çıkarları için ihanet etmekte hiçbir beis görmedi. Milyonlarca insan bu bilinçli pasifist dış politikanın sonucunda emperyalist maşası yerel diktatörlerin insafına terk edildi.

        Son 70 yılda Amerikalıların seçtiği nice başkan, diğer halkların başında birer felakete dönüştü. Bu hazin realite, küresel düzenin en can yakıcı zaafını gözler önüne seriyor. Dünyadaki şu kaos hali, başka halkların yaptıkları tercihlerin bedelini ödemek zorunda kalan ezilmiş halklara bu çarpık düzene isyan etmekten başka kurtuluş şansı bırakılmamasından kaynaklanıyor. Emin olun bu ezilmişlik hali, daha gün yüzü görmemiş nice isyanı da gölgesinde büyütmeye devam ediyor.

        Diğer Yazılar