Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bağdat’ta binlerce kişi parlamentonun, bakanlıkların bulunduğu başkentin en korunaklı noktası Yeşil Bölge’ye karşı taarruza geçiyor. Dikkatinizi çekerim, Irak Meclisi’ne girmeye çalışanlar yabancı bir ülkenin ordusu değil, hatta bir ordu bile değil! Yeşil Bölge’ye girmek için yürüyüşe geçenler Irak’ın kendi halkından bir Şii grubu temsil ediyor. Asker ve polis de halkın meclise ulaşmasını engellemeye çalışıyor. Neticede de çatışmalar çıkıyor, ölenler yaralananlar oluyor. Şu gaflete bakın ki Irak’taki Şii Başbakan Haydar el-Abadi de Şiilerin öldüğü ve öldürdüğü bu acı durum karşısında hayasızca sevinç naraları atıyor. Halkın meclise girişini engelleyen güvenlik güçlerini kutluyor, “Yeşil Bölge kontrolümüz altında” diyor.

        Benzeri bir gafil sevinç havasıysa yıllardır Suriye’de esiyor. Rejim Afganistan, Lübnan, İran ve Rusya’dan getirdiği yabancı askerlerin yardımıyla kendi halkına karşı savaşıyor. Kendi ülkesindeki şehirleri, kasabaları yine kendi halkından almaya çalışıyor. Kasabalar, köyler, şehirler yüzyıllardır o topraklarda kardeşçe yaşayan halklardan adeta bir etnik temizlik yöntemiyle sökülüp alanıyor. Yerle bir olan şehirlere yeniden rejimin bayrakları asılı- yor. Bayrakların yeniden göndere çekilmesini izleyen Şam’daki rejimin bir tek zil takıp oynamadığı kalıyor. Rejim yakıp yıktığı, insansızlaştırdığı Suriye’yi böylece kurtardığını sanmakla kalmıyor, dünyadan da bu saçmalığa inanmasını istiyor.

        Irak ve Suriye böyle de bölgenin devamında durum farklı mı? Ne yazık ki Yemen, Libya ve Afganistan’da da durum farklı değil. Her gün insanlar katledilip şehirler, kasabalar insani bir çoraklığa sürükleniyor. Güya bu ülkelerin kurtuluşu için savaştıklarını iddia edenler de Suriye ve Irak’takiler gibi sevinç naraları atıyor.

        Henüz işlerin bu kadar da çığırından çıkmadığı bölgedeki diğer ülkelerde de durum Irak’ın ve Suriye’nin sadece bir tık gerisinde duruyor. İran, Bahreyn, Mısır ve Ürdün ile İsrail’den tutun da Suudi Arabistan’a kadar koca bir coğrafyadaki “yöneten-yönetilen” arasındaki ilişki “ezen-ezilen” ilişkisinden ibaret. Aradaki tek fark, henüz bu ülkelerdeki ezilenlerin, ezenlere karşı ölümü göze alamamış olması. Feraset sahibi her bir göz şu manzaraya bakınca bölgenin neredeyse tamamının pimi çekilmiş bir bombanın üzerinde durduğunu görebiliyor. Mesele bombanın patlayıp patlamayacağı değil, buradaki tek mesele bombaların ne vakit patlayacağı.

        Çerçeveyi Ortadoğu’yla sınırlamak da anlamsız. Zira dünya medeniyetinin parlayan yıldızları kabul edilen Avrupa’dan ve Amerika’dan gelen işaretler de zannedildiği kadar iç açıcı değil. İki kıtada da aşırılıkların dozu günden güne artıyor. En ideal temeller üzerinde durduğu farz edilen AB, artık parçalanmanın eşiğine gelmiş bulunuyor. AB’nin bu tehlikeli eşikten dönüp dönemeyeceği sorusunun cevabı da uzantısı olan Ortadoğu’nun halihazırda hiç de hayraymış gibi görünmeyen gidişatıyla doğrudan bağlantılı. Küresel düzenin patronu ABD’de de durum farklı değil. Müslümanlara ve göçmenlere karşı nefretini gizleme gereği duymayan Donald Trump emin adımlarla ABD Başkanlığı’na yürüyor. Demokrasi kendi celladını güçlendirmeye devam ediyor.

        Dünyadaki bu kaotik manzara, ulus devlet sistemi içinde büyümüş pek çok lidere anlaşılmaz geliyor olabilir. Ama emin olun bundan 50 veya 100 yıl sonra bugünleri inceleyenler bu liderleri en müstehzi, en acımasız cümlelerle anacaklar.

        Tarihçiler teşhis koyarken, bugünleri ulus devlet sisteminin Ortadoğu’dan başlayarak iflası olarak özetleyecekler. Tarih kitapları yüzyılın başında başlayan çöküşü görüp yaşanan trajediyi minimize etmeye çalışan liderleri övgü ve rahmetle anarken, gözlerinin önünde apacık şekilde cereyan eden bu kaçınılmaz çöküşü göremeyip çürümüş sistemi katliam ve yıkımlarla ayakta tutmaya çalışanlarıysa “Yüzyılın gafilleri” olarak anlatacaklar.

        Diğer Yazılar