Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İnsanlıktan, insaftan ve vicdandan nasibini almamış bir zavallı, üzerinde bombalarla Peygamber Efendimiz’in kabrinin bulunduğu Mescid-i Nebevi’nin eşiğine kadar varma cüreti gösterdiğine göre bugün lafazanlık günü olamaz.

        Gün İslam ve Müslümanlık adına hareket ettiği iddiasıyla yola çıkıp başkalarının maskesine dönüşmüş ve en fazla zararı yine Müslümanlara vermiş radikallerin bu katliamlarına nasıl son verileceğini sorma ve cevap arama günüdür.

        Son 2 yılda yaşananlar da gösteriyor ki ABD ve diğerlerinin radikallerle mücadele adı altında yürüttükleri strateji, bu örgütlerin güçlenip yayılmasına neden olmaktan başka bir işe yaramıyor. Vaziyet, ne yazık ki İslam dünyasının tamamında istikrarın uçurumun eşiğine geldiğine işaret ediyor.

        İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, Mescid-i Nebevi yakınındaki saldırıyı yorumlarken, “İslam dünyası için geçilebilecek bir kırmızı çizgi kalmadı” diyerek gayet sarih bir tespitte bulundu.

        Hiçbir örgütün şu ana dek saldırıyı üstlenme cesareti gösterememiş olması, radikal terörün artık İslam dünyasının en hassas damarlarına basar hale geldiği gerçeğini değiştirmiyor.

        İşin hazin tarafı, İslam dünyasının bu vaziyet karşısında ne yapması gerektiği konusunda da ciddi bir fikir cimnastiği ve irade eksikliği bulunuyor. Sanırım bunun için de evvela şu, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” illetinden ve zihniyetinden arınmak gerekiyor. Bu arınma şu anlama geliyor:

        - IŞİD, Bağdat’ta Şiileri katlederken Necef, Kerbela ve Tahran’da kopan feryadın altında yatan acının, artık Medine, Kahire, Tunus, Ankara, Beyrut, Erbil ve Şam’da da aynı şekilde hissedilmesi gerekiyor.

        - IŞİD, Kobani’yi, Erbil’i, İstanbul’u ya da Ankara’yı vurduğunda da zulme maruz kalanın masum insanlar olduğu gerçeği unutulmamalı, mazlumun dini, dili ve mezhebi artık sorgulanmamalı. Her ne gerekçeyle olursa olsun katillerle empati yolu arayan zihniyetler açıkça ayıplanmalı.

        - Hülasası Ortadoğu, birinin diğerinin hakkına tecavüz edilmesinden haz aldığı şu kirli zihniyet limanından derhal demir almaya başlamalı.

        - İslam dünyasını ve kutsal mekânlarını koruma iddiasıyla kurulmuş İslam İşbirliği Teşkilatı’na üye devletler bu konuda samimiyseler terörle mücadelede ideolojik ve askeri yönleri iyi düşünülmüş bir İslami strateji üzerinde uzlaşmalı. Elbette bunun mümkün olması için de önce İİT üyesi devletler, kendilerine bağlı dini, mezhebi ve etnik unsurları tanımalı, Hakk’ın ver dediği gasp edilmiş hakları sahibine iade etmeli.

        - Tabii bu noktadan sonra ABD, AB ve Rusya’ya dönüp “Terörle mücadelede samimiysen gölge etme başka ihsan istemez” denmeli, denebilmeli. Müslümanların yaşadığı coğrafyalara yönelik müdahalelerin Irak ve Afganistan musibetlerinden de anlaşılacağı üzere radikal örgütleri palazlandırmaktan başka bir sonuç vermediği anlatılmalı.

        - Herkesten çok Müslümanlara zarar veren bir terör örgütünün Batı medyasında “İslam Devleti” adıyla şereflendirilmesinin önü mümkünse bir BMGK kararıyla alınmalı ve bu saçmalığa artık bir son verilmeli. Örgütü “İslam Devleti” olarak anmanın içinde doğduğu Batı medeniyetine yabancılaşmış, kimlik bunalımındaki Müslüman genci yanacakları kesin olan bir adrese gitmeye teşvik etmekten farksız olduğu gerçeği, IŞİD’le mücadele ettiğini sanan Batı’ya gerekirse haykıra haykıra anlatılmalı.

        Ramazan Bayramı’nın tarihi konusunda bile uzlaşamayan İslam dünyasından böylesine geniş bir ortak mücadele beklemenin çok gerçekçi olmadığının farkındayım. Lakin İslam dünyasının önünde hayali olanı başarmaktan başka çıkış yolu da olmadığı kanaatindeyim. Ya hayaller gerçek olacak ya da bağnazlık, zulüm, despotluk, faşizm ve tüm bunların ortak zehirli meyvesi olarak küresel terör dalga dalga yayılmaya, dünyayı uçuruma sürüklemeye devam edecek.

        Bu düşüncelerle tüm okurların mübarek Ramazan Bayramı’nı kutluyorum.

        Diğer Yazılar