Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        YOK yere suçlamak, hamaset yok bende. Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye’yle müzakereleri askıya alma kararını yorumlamadan önce, o oturumda dile getirilen gerekçelere bakar, gazeteci gözüyle tartarım. Bir yargıya varacaksam da bu terazi üzerinden varmaya çalışırım. Yine öyle yapacağım müsaadenizle...

        Malum AP oturumunda en ateşli cümlelerle dile getirilen mevzu, HDP’lilere yönelik tutuklamalardı. Vekiller Türkiye’nin diktatörlüğe sürüklendiğini iddia ederken, seçilmişlerin cezaevine gönderilmiş olmasını da bunun kanıtı olarak gösterdiler.

        O vakit benim aklıma özel ilgi alanım olan Yunanistan geldi. 3 yıl orada da benzeri bir kriz yaşanmıştı. Üçüncü büyük parti Altın Şafak, suç örgütüne dönüşmekle suçlanmıştı. Parti Lideri Nikos Mihaloliakos dahil 10’un üzerinde Yunan vekil neticede cezaevine gönderilmişti. AP parlamenterlerinin o günden bugüne bu mevzuda ne yaptıklarını hatırlamaya çalıştım. Mesele seçilmişlerin dokunulmazlığıysa neden son 3 yılda bir kez dahi AP’de bir oturum düzenleyip bu konuyu gündeme getirmediler dersiniz?

        Devam edelim. AP’nin Türkiye oturumunda çokça gündeme gelen diğer bir mevzu da OHAL’di. OHAL üzerinden Türkiye’ye demediklerini bırakmadılar. Fakat bu arada bir kez dahi lafı OHAL ile yönetilen Fransa’ya getirmediler. Oysa DEAŞ’ın Paris’teki saldırılarından beri Fransa da OHAL ile yönetiliyor. Evrensel hukuk çerçevesinde eleştirilebilecek uygulama Fransa’da da yaşanıyor. Binlerce kişi DEAŞ sempatizanı oldukları gerekçesiyle fişleniyor. Ülkedeki Müslüman vatandaşlara karşı her gün farklı şekillerde nefret suçu işleniyor. Bunu da en fazla Fransız liderler yapıyor. Tesettür mayo giyen Müslüman kadınlar devletin kolluk kuvvetleri tarafından plajlardan kovuldu. Peki Fransa’da OHAL kapsamında yaşanan bu ihlaller neden AP’de gündeme gelmiyor da söz konusu Türkiye olunca hemen en sert yaptırımlar dile getiriliyor?

        Ayrıca aynı oturumda Türkiye’nin göç yükünü paylaşması için AB’ye yaptığı bazı hatırlatmalar da “Avrupa’ya şantaj” yapılıyormuş gibi gösterildi. Mübarekler göç rotasındaki diğer AB ülkelerinin de daha önce Brüksel’e benzer söylemlerle çıkıştıklarını söylemediler tabii. Ne dersiniz? Yunanistan, İtalya, Macaristan ve Avusturya’nın daha önce kuzeydeki AB ülkelerini, göçmenleri paylaşmaya yanaşmamaları halinde sınır kapılarını açmakla tehdit ettiğini unuttular mı acaba?

        Farklı sorular sorsak da tek bir cevabın etrafında dolanıp duruyoruz esasında. Ortada bir paket, bir de paketin içinde gizlenmiş gerçek var, sevgili okur. Türkiye’yle müzakereleri askıya almak için sıralananlar, esas gerçeğin paketlenmesi, yani gizlenmesi maksadıyla kullanılıyor.

        Esas mevzu ne OHAL’dir, ne HDP’dir, ne de Türkiye’deki iktidarın otoriterleştiği iddiasıdır. Esas mesele mart ayında AB ve Türkiye arasında imzalanan “geri kabul” ve vize anlaşmalarıdır. Türkiye “geri kabul”ü uygulayıp AB’yi yıkılmaktan kurtardı. Ankara şimdi de haklı olarak AB’ye “Artık sen de gel sözünün eri ol!” deyip şunları sıralıyor: “Göndereceğim” dediğin 6 milyar Euro yardımı gönder, Suriyeli mültecileri söz verdiğin şekilde yasal yollardan almaya başla, ayrıca “Kaldıracağım” dediğin vizeleri de kaldır ki ben de vatandaşımın gözünde saftirik durumuna düşmeyeyim. Yoksa? Yoksası malum, yoksası imzaladığımız anlaşmalarda zaten yazıyor. Sen şu sözlerini tut ki ben de “geri kabul”ü feshetmek zorunda kalmayayım...

        AB ise havucu verip işi tatlılıkla çözmek varken, Ankara’nın açık sözlülüğüne sopa göstererek cevap veriyor. Türkiye’yi taleplerinden vazgeçirmek için AP’ye de sopa olma rolü verildiği anlaşılıyor. Anlayacağınız arayıp durduğumuz gizli hakikat bundan ibarettir, gerisi ise lafügüzaftır. Gerisi, amaç hasıl olursa gerçek çıkarların gölgesinde unutulacak, AP’deki laflara bakıp gaza gelenler varsa onları da sukut-u hayale gark edecek mevzulardır.

        Diğer Yazılar