Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ÇOK farklı yönleri olmakla birlikte aslında devletler de bazı yönlerden insanları andırırlar. Devletlerin hareketlerinin temelinde de insanlarda olduğu gibi birtakım korkular ve menfaat kaygıları yatar mesela.

        Peki korkuya teslim olup onun istediği şekilde yaşamak mı? Yani iradesini korkuya mahkûm etmek mi yoksa sorun olarak görülenle yüzleşip cesaretle üzerine gitmek mi? Böyle söylendiğinde cevap kolay görülse de özellikle devletler söz konusu olduğunda uygulama büyük cesaret işidir. Kendisini Anadolu Selçuklu’sunun rahminde vücut bulmuş Osmanlı’dan geriye kalan toprakların vârisi sayan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sınırlarının ötesinde attığı adımların temelinde kökü derine giden bir korkuyla mücadele ya da menfaatlerinin korunması kaygısının yattığına şüphe yok.

        Fiziki birliğine, dahası kurulu siyasi sistemine silah zoruyla kastetmiş PKK’nın mevcudiyetini bir “beka meselesi” olarak tanımlayan devlet, esasında burada pek çok adımına lokomotiflik eden bir meseleyi ifşa etmiş oluyor. Yalnız bu noktada yanlışa düşmemek adına önemli bir realitenin altını çizmem gerekiyor. PKK’yla ve yıllarca beslendiği sorunla mücadelede, devletin köhne yöntemlerini benimsediğine dair bir önyargıyla yola çıkılarak yapılacak analizlerin hatalı olacağı kanısındayım.10 yıl öncesiyle kıyaslanarak yapılacak bir analizde devletin hareket tarzında devrim niteliğinde bir dönüşüm yaşadığını görememek de herhalde ancak gözlem veya bir ideoloji körlüğüyle açıklanabilir

        Geçmişte yine aynı meseleyle mücadele ederken diğer devletlerle ilişkilerini diğer hayati çıkarlarından feragat etmek pahasına da olsa krize yönelik yaklaşımlara mahkûm eden, dışarıda korunmacı içeride saldırgan refleksler geliştiren, tüm bu süreçlerin bir sonucu olarak da öfkesini teröre destek veren iç-dış faktörlerden ziyade halkına yönelten, böyle yaptığı için de sorunun şiddet boyutunu adeta elleriyle büyüten o eski ceberut, militarist ve aklıselimden uzak devlet mantığının yerinde artık neredeyse yeller esiyor.

        Devletin bu noktaya gelene kadar meselenin toplumsal boyutuyla ilgili sayısız demokratik adım atarak yıkılmaz denen tabuları yıktığı gerçeğini göz ardı edenler içinden geçtiğimiz süreci de olası sonuçlarını da yanlış okumaya devam ederler. Son 10 yılda Kürt sorununun şiddet boyutunun çözümü yolunda önemli barışçıl adımların atıldığı, ancak örgütün bu yaklaşımları akıldışı hesaplarla yok etmeye çalıştığı ve halkı karşısına aldığı gerçeğini unutmayalım. Zira yeni mücadele yöntemi en büyük avantajını ve sigortasını bizatihi bu realiteden alıyor. Zeytin Dalı ve öncesindeki Fırat Kalkanı harekâtları devletin aynı meselenin şiddet boyutuyla mücadele yönteminde yepyeni bir sayfanın açıldığını gözler önüne seriyor. Bu iki operasyon, devletin artık öfkesini içeriye yöneltip terörü büyütmektense sorunu kaynağında ve örgütün tercihi olan yöntemle çözmekte eşine nadir rastlanır bir iradeye eriştiği anlamına geliyor. Bahse konu iradeyse gücünü devletin en büyük korkusuyla çekinmeden yüzleşirken elde ettiği cesaretten alıyor.

        Türkiye bu cesaret ve özgüvenin getirdiği sağduyu ekseninde ilerlediği için de Suriye konusunda pek çok aktörün düne kadar kesin gözüyle baktığı nice hesabı şimdiden sarsmış bulunuyor. Zeytindalı Harekâtı, PKK’yı ABD tarafından kendisine verilmiş “DEAŞ karşıtı modern yerel aktör maskesi”nden yoksun kalma ihtimaliyle karşı karşıya bıraktı. Bu durumun sonuçlarını şimdiden kestirmek oldukça güç. Ancak ABD’nin operasyonun ileri aşamalarına yönelik korku temelli eleştirilerinin temelinde bu ihtimalin yattığına şüphe yok. Yerelde partner olarak seçtiği PKK’nın bu maskeden mahrum kalması ABD’nin Suriye’de kendisine biçtiği rolün de bir çırpıda heba olabileceği, dolayısıyla çılgınlıklara da meyledebileceği anlamına geliyor. Türkiye’nin bu ihtimali de göz önüne alarak cesaret ve özgüvenini yeni demokratik adımlarla sağlamlaştırması şimdi çok daha büyük önem arz ediyor.

        Diğer Yazılar