Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        TÜRKİYE-İsrail ilişkilerinde B Planı devreye girdi ya, herkes bu sertliğin "NEREYE" varacağını merak ediyor. Lakin benim aklım daha çok "Bu noktaya NASIL geldik?" sorusunda. Zira Türkiye-İsrail ilişkilerinin geçmişi de geleceği de bu tılsımlı sorunun cevabında gizli. Bakalım bana hak verecek misiniz?

        Her şey AK Parti'nin, iktidara geldiği ilk yıllarda ortaya koyduğu dış politika vizyonuyla başladı. Bölgedeki tüm ülkelerle ilişkiler geliştirilecek, ticaret artacak, refah seviyesi yükselecekti.

        Türkiye eski pısırık tavrını bırakacaktı. Soğuk savaş sonrası dengeler yeniden kurulurken Türkiye de etkin rol oynayacaktı. İslam dünyasındaki gelişmelere bigâne kalınmayacak, değişim izlenmeyecek bilakis yönetilecekti. Başbakan Erdoğan'ın bu vizyonu ise 1990'11 yıllara dayanıyordu. Hüseyin Besli ve Ömer Özbay'ın "BİR LİDERİN DOĞUŞU" kitabında da bu küresel vizyonun ayak izleri görülebilir. Erdoğan henüz RP İstanbul İl Başkanı olduğu günlerde bir panel düzenleyip, Cezayir'deki otoriter rejimi sertçe eleştiriyor ve Arap halklara destek veriyordu.

        Neyse, devam edelim. Anlayacağınız hedef belliydi ama yol da engelliydi. Engelin adı ise İsrail'di. Daha da kötüsü İsrail, Türkiye'nin bölgedeki en yakın müttefikiydi.

        Sokaklarda terör estiren "bu şımarık oğlanla" dostluk sürerken, mahallenin geri kalanıyla kaynaşmak mümkün değildi. O dönem henüz Dışişleri Bakanlığı koltuğunda oturmuş olmasa da perde arkasında etkin rol oynayan Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu da bunu çok iyi biliyordu. Davutoğlu'nun İsrail ve bölge dengelerine ilişkin düşüncelerini üniversitede "Hoca" olduğu yıllarda yazdığı "STRATEJİK DERİNLİK" kitabından biliyoruz.

        Davutoğlu, Türkiye'nin Müslüman bir ülke olarak İsrail'e "büyük" meşruiyet kazandırdığını, İsrail'in güvenlik kaygılarını giderdiğini, ancak bunun karşılığını alamadığını söylüyordu. Bölgenin tarihi ve coğrafi derinliği en haiz ülkesi olmasına rağmen Türkiye, İsrail'le iyi ilişkileri olduğu için Ortadoğu'da etkisiz kalıyordu. Hal böyle olunca İsrail'le ilişkilerin gözden geçirilmesi de kaçınılmazdı.

        Türkiye, İsrail çıkmazını aşmak için planlarını hazırladı. Önce A Planı girdi devreye. Mahallenin serserisi, mahalleliyle barıştırılacaktı. Türkiye arabulucu oldu, Suriye'nin kapısı çalındı. Lakin barış anlaşması için imza aşamasına gelinince İsrail masayı terk etti. Hemen akabinde, 2008'in Aralık ayında da Gazze'ye saldırdı. Bomba yağdırdı, kadın, çocuk demeden 1500 Gazzeliyi katletti. Türkiye'nin İsrail için hazırlamış olduğu A Planı da böylece çökmüş oldu.

        Gazze'ye bombaların yağdığı o günlerde B Planı'na geçildi. İsrail adam edilecek, istikrara zarar verdikçe de karşısında Türkiye'yi bulacaktı. Türkiye artık arabulucu değil taraftı. İslam dünyasının kalbi fethedilecekti. O kalbe giden damar da doğal yollardan ortaya çıkan "Anti-İsrail" damarıydı.

        Sonrası malumunuz. Davos Zirvesi, Alçak Koltuk Krizi, Mavi Marmara Katliamı, Palmer Raporu derken İsrail Büyükelçisi'nin ülkesine gönderildiği noktaya gelindi. Türkiye, İsrail'le didiştikçe Ortadoğu masasındaki değeri arttı, bölgenin ekonomik nimetlerinden de payını aldı. NATO'nun ileri karakolu, saygın bir bölge gücüne dönüştü. Doğu'daki dengelere nüfuz ettikçe Batı'daki değeri de arttı. Arap halklarına verdiği ilhamla, diktatörlerin devrilmesine vesile oldu, olmaya da devam ediyor.

        Farkındaysanız "Buraya NASIL geldik?" meselesini anlatırken, birçok sorunun da cevabını vermiş olduk. Evet, her ne kadar Mavi Marmara gibi İsrail barbarlığının timsali, hesapta olmayan bir katliama maruz kalınmış olsa da, geldiğimiz nokta Türkiye'nin kendi tercihidir. Buradan nereye gidileceği de yine Türkiye'nin tercihleriyle belirlenecektir.

        Diğer Yazılar