Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        HERKES HAKTAN YANA OLMALI

        'Mescit yapma, hayırlı ve dini bir faaliyettir. Ama bu mescidin inananların arasına ayrılık sokmak, yani toplumda tefrika çıkarmak, zarar ve inkâr için yapılması çok tehlikelidir. Şu grup veya bu cemaat adına mescit yapmak, Müslümanlar arasında ayrışma yapmaktır, toplumsal bir yaradır"

        GEÇEN hafta tefrikayı, yani bölünüp parçalanmayı anlatmış ve yüce Allah'ın, tefrikayı "ateş çukurlarından bir çukur" olarak tanımladığını, bundan kurtulmak için Kuran'a sarılmamızı emrettiğini ifade etmiştik. Bu hafta da tefrika konusuna devam ediyoruz.

        TOPLUMDA TEFRİKA

        Dinde tefrika zamanla sosyal tefrikaya dönüşebilir. Din şemsiyesi altında bazı beşeri düşünceler teşkilatlanıp mezhep ve çeşitli gruplar haline gelebilir. Bunlar itikat ve amel için farklı bakış açıları üretebilirler. Bu durum belli bir dereceye kadar normal karşılanabilir. Ama bu mezhepler ve çeşitli gruplar, sadece kendi yollarının doğru, diğerlerin ise yanlış olduğunu söyleyerek düşmanlık duygusunu körüklemeye başladıklarında, tefrika ve parçalanma sürecine girilmiş olur. Bunlar bir ekol veya okul olarak kalırlarsa, tefrikaya sebep olmazlar. Bunların haktan yana oldukları, birr (iyi) ve takvada yarışmalarıyla; tefrikadan yana oldukları ise düşmanlık ve günahta yarışmalarıyla ortaya çıkar. Dini bir oluşumun, nasıl toplumsal bir tefrikaya sebep olacağı konusunda şu ayet örnek verilebilir:

        "Zarar vermek, inkâr etmek, müminlerin arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ile Resulüne karşı savaşmış olan adamı beklemek için bir mescit kuranlar." (Tevbe 9/107).

        Mescit yapma, hayırlı ve dini bir faaliyettir. Ama bu mescidin inananların arasına ayrılık sokmak, yani toplumda tefrika çıkarmak, zarar ve inkâr için yapılması çok tehlikelidir. Bu örnek, görünüşte dini bir faaliyet olan mescit yapmanın, niyetin kötü olması halinde sosyal yapıya nasıl bir zarar verdiğini göstermektedir. Öyleyse, şu grup veya bu cemaat adına mescit yapmak, Müslümanların arasına tefrika sokmaktır, toplumsal bir yaradır. Toplumda kutuplaşma meydana getiren her oluşum tefrika kapsamına girer:

        "Andolsun ki, 'Allah'a kulluk edin!' (demesi için) Semûd kavmine kardeşleri Salih'i gönderdik. Hemen birbiriyle çekişen iki zümre oluverdiler." (Neml 27/45).

        DÜŞÜNÜLMESİ GEREKEN

        Toplumda en küçük müesseseyi oluşturan aile içinde tefrika yaratmayı kötüleyen Bakara Suresi 102. ayeti, karı-koca arasında bile tefrika yaratılabileceğine dikkat çekmektedir. Nisâ 130'da da eşlerin birbirinden ayrılmaları, tefrika kelimesiyle ifade edilmektedir.

        Yüce Allah, Kuran'ın gelmesiyle toplumda meydana gelen değişimler üzerinde düşünülmesini emretmektedir. Allahu Teala'nın üzerinde düşünülmesini istediği nimetler şunlardır:

        Birbirlerine düşman olanların gönüllerinin kaynaşması. Cahiliye döneminde kabileler arasında kin, nefret, düşmanlık, bunların getirdiği savaşlar ve kan davaları vardı. Fındık kabuğunu doldurmayacak küçük sebeplerden dolayı kanlar akıtılıyor, insanlar öldürülüyordu. Düşmanlık ve savaş, adeta o toplumun doğası haline gelmişti. Yüce Allah, verdiği eğitimle insanların gönüllerinde büyük bir değişim başlattı. Düşmanlık duygusuyla çatlayacak hale gelen gönülleri kaynaştırdı. Düşmanlıktan kaynaşmaya doğru olan bu değişim, Arap toplumu için büyük bir nimet idi. Kaynaşmanın öncelikle kalplerde başlaması, bize toplumdaki değişimin ancak psikolojik bir değişimle olacağını da öğretmektedir. Demek ki, değişimi öncelikle gönülden başlatmak gerekiyor.

        GÜCÜN TEK SAHİBİ

        Gönüldeki bu değişimin nimet olmasının bir sebebi de, insan gücünün dışında olmasıdır. Onun için Allahu Teala, bu değişim üzerinde düşünülmesini istemektedir. Bunun üzerinde düşünüldüğünde varılacak netice de şu ayette belirtilmiştir:

        "Ve Allah onların kalplerini birleştirmiştir. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin, fakat Allah onların gönüllerini kaynaştırdı. Çünkü O, mutlak galiptir, hikmet sahibidir." (Enfâl 8/63).

        Allahu Teala'nın, birbirine düşman olanların gönüllerini birleştirmesi öyle büyük bir nimettir ki, yeryüzünde -Allah hariç- hiçbir güç bunu başaramaz. Çünkü Allah'tan başka kimse insanın gönlüne tasarruf/operasyon etme kudretine sahip değildir. Peygamber bile olsa hiçbir insanın ve maddi hiçbir değerin meydana getiremeyeceği bu değişim Yüce Allah'ın bir lütfu ve nimetidir.

        "Ve O'nun nimeti sayesinde kardeşler oldunuz." Bu noktadan hareketle diyebiliriz ki, nimet beraberinde başka bir nimeti getirmektedir. Değişim değişimi getirirken, değişim değişimin sebebi olmaktadır. Gönüllerin kaynaşmasıyla meydana gelen kardeşlik, biyolojik kardeşliğin dışında bir de manevi kardeşliğin olduğunu göstermektedir. Hucurât Suresi 10'da iman/din kardeşliği, Nûr 61'de ise nesep, yani soy kardeşliği ele alınmaktadır. "Allah'ın nimeti sayesinde..." ifadesindeki "nimet"i, Allah'ın lütfu olarak anlayabiliriz. Buradaki lütuf, birbirlerine düşman olanların kalplerinin birleştirilmesidir.

        TARİHTE ÖRNEĞİ YOK

        "Bulunduğunuz ateş çukurunun kenarından sizi O kurtardı." Üçüncü nimet, ateş çukurunun kenarından kurtarılmaktır. Tefrika ve düşmanlık, hem ferdi hem de toplumsal anlamda ateş çukurudur. Arap toplumu, yakıtı düşmanlık ve tefrika olan ateş çukurunun tam kenarındayken Yüce Allah onları oradan kurtarmıştır ki bu, başlı başına büyük bir nimettir. Günümüzde ise insanlık, düşmanlık ve tefrikanın meydana getirdiği ateş çukurunun kenarında değil içindedir. Tarihte düşmanlık duygusunun ve tefrikanın böylesine kol gezdiği bir dönem yoktur.

        İşte Allahu Teala'nın üzerinde düşünülmesini istediği nimetler bunlardır. Zira düşmanlığın ortadan kalkması, gönüllerin kaynaşması, insanların manevi kardeşler haline gelmesi ve kenarında bulundukları ateş çukuruna (tefrika cehennemine) düşmekten kurtarılmaları, üzerinde düşünülmeye değer oluşumlardır.

        "Bu şekilde Allah ayetlerini size açıklar ki doğru yolu bulasınız." Ayetin son bölümünde, önceki bölümlerdeki emir ve öğretilerin amacının gösterilmesinin yanı sıra, öğretimsiz insanların doğru yolu bulamayacağına da işaret edilmektedir. Yüce Allah, mesajlarını bu şekilde açıklamasının, insanların doğru yolu bulması amacına yönelik olduğunu ifade etmektedir.

        SEÇİM İNSANA AİT

        "Umulur ki, doğru yolu bulursunuz" ifadesinde yer alan "le'alle" kelimesi, "ihtimal" ifade eder. Hidayeti, (doğru yolu) bulacak olan insanın kendisidir, insan iradesinin bulunduğu yerde de kesinlik değil, ihtimal söz konusudur. Yüce Allah yolu göstermekte, emirler vermekte ve bu emirlerin hangi amaçla verildiğini bildirmekte, fakat insanı zorlamamaktadır. İnsana irade ve seçme hürriyeti verilmiştir; insan isterse doğru yolu, isterse de yanlış yolu seçebilir. Bu ayette, doğru yolu bulmak ve o yola girmek için gerekli olan psikolojik yapı ve eylemler de açıklanmaktadır ki bunlar, Kuran'a sımsıkı sarılmak, tefrikaya düşmemek, düşmanlıkları ortadan kaldırmak, kalpleri kaynaştırmak ve dinde kardeş olmak, doğru yolu oluşturup bir sosyal kardeşlik meydana getirmektir.

        Din eğitimcilerinin görevi, insanları Kuran'a sarılmaya davet etmek, düşmanlık ve tefrikanın oluşturduğu sosyal cehennemden insanları kurtarmaya çalışmak, bunun için de insanların gönüllerini birleştirip kardeş haline gelmelerini sağlamaya gayret göstermektir. Akla, Kuran'a ve bilgiye sarılmadan tefrikanın ortadan kalkması, düşmanlığın yok olması, kalplerin birleşip insanların kardeş haline gelmesi mümkün değildir. Bütün bu oluşumların dinamiği Kuran'dır. Öyleyse Kuran'ın iyi anlaşılıp anlatılması ve tavizsiz olarak hayata geçirilmesi gerekir.

        SORU CEVAP/

        * Midyeyi çok seviyorum. Bazıları haram diyor. Midye haram mıdır? Hasan BENLİ/İstanbul

        Haram değildir. Maide Suresi'nin 96. ayetine göre deniz ürünlerinim hepsi helaldir.

        * Dilenci para istediği zaman "Allah versin" diyoruz. Bu ifade yanlış bir ifade değil mi? Allah yarattığı kulunu zaten aç bırakmaz. İlhan MERT/KONYA

        Aslında Duha Suresi'nin 10. ayeti şöyledir: "Dilenciyi de azarlama." Buna göre dilenciyi itip kakmamak lazım. Ancak günümüzde dilenciler gerçek dilenci değildir. Bu bakımdan herkese gelişigüzel para verilmemeli. Bildiğimiz fakirlere para, sadaka vermek gerekiyor.

        * Ölenler kabirde günahlarından dolayı ayrıca bir azap görecekler mi? Yaptıklarımızdan dolayı zaten cennet veya cehenneme girmeyecek miyiz? Ahmet TAK/KAHRAMANMARAŞ

        Kabirde yeniden bir diriliş olmayacaktır. Böyle düşünenler reenkarnasyon yapmış oluyorlar. Oysa ki bizim dirilişimiz, kıyametin kopmasıyla beraber olacaktır. Dirilmenin olmayacağı mezarda azap da olmaz. Çünkü ruhun olmadığı yerde azaba yer yoktur. Diğer taraftan Yüce Allah, Rad Suresi'nin 34. ayetinde, "Onlara dünya hayatında azap vardır. Ama ahiret azabı daha şiddetlidir" demektedir. Görüldüğü gibi, dünya ve ahiret azabından bahsedilirken kabir azabı diye bir kavram Kuran'da geçmemektedir. Bu kabir azabının varlığını iddia edenler, Kuran'a ilave yapmaktadırlar ve uydurma hadislere dayanmaktadırlar. Biraz daha geniş düşünürsek, mezarı olmayan, yani kabri olmayan pek çok insan vardır. Bunlardan biri de Firavun'dur. Peki, nasıl azap görmektedir? Netice olarak diyebiliriz ki kabirde azap yoktur.

        * Ahirette de dünyadaki şeklimizle mi dirileceğiz? Eğer dünyada gözümüz veya kolumuz yoksa ahirette de bunlar olmayacak mı? Nermin K./Kocaeli

        Ahirette tam organlarımızla dirileceğiz.

        Diğer Yazılar