Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Benim için hayat ne çok güzel, ne çok kötü başlamıştı dün sabah. Sıradan ve olabildiğince sakin hayatımda her biri bir öncekine benzeyen sabahlardan biri daha başlıyordu. Türk kahvemi pişirdim. Her sabah oturduğum koltuğuma oturup elimde köpüğünün güzelliğine sevindiğim kahvem olduğu halde gazetelere bakmaya başladım.

        Habertürk Gazetesi’ni en son okurum. Ona sıra geldiğinde kahvem bitmişti. Sürmanşetteki fotoğrafı gördüğümde nefes alamadım.

        Gazeteyi katlayıp fotoğrafı görmemişim gibi yaparak katın altında kalan haberleri okumaya çalıştım. Ama ellerim titrediği için buna muvaffak olamadım. Fotoğrafa bakmaya çalıştım. Onu da tam beceremedim. Baktığını göremeyen gözlerim sadece o sırta saplanmış dev bıçağın görüntüsünü iletebildi beynime.

        Bir an önce evden çıkmak istedim. Giyinmeye çalışırken sırtımdaki bıçağın ağırlığını hissedebiliyordum. Daha fazla acıtmasın diye kımıldamamaya çalışıyordum. Sonra gazeteye doğru yola çıkarken gazeteyi de yanıma aldım. Otomobilimin sağ koltuğunda duruyordu bu kez fotoğraf. Kolundaki yarayı fark ettim.

        Sonra kendi kolumdaki bıçak yarasından kan sızıyor mu diye baktım.

        Fotoğrafa her bakışımda Şefika Hanım’ın vücudundaki yaraların aynısından açılıyordu. Hep kaçtım böyle fotoğraflara bakmaktan. Hepimiz kaçtık. Etrafımda hiç bu kadar büyük şiddet yaşamadım. Çok büyük bir çoğunluğumuz yaşamadı. Bu nedenle, “Kocası tarafından 12 yerinden bıçaklanan kadın hastanede hayatını kaybetti” cümlesinin hepimiz için artık ne kadar sıradanlaştığını iyi kötü biliyorum.

        Ama artık bu kahrolasıca, lanet olasıca fotoğraf aklımıza gelecek bir kadının tırnağına zarar geldiğinde. Rahat hayatlarımıza bir günlüğüne girdi Şefika Etik. Ve kendi hayatından çıkarken dün gün boyu insanlar basın etiğini tartıştı. Yine kadına şiddet, o bıçağı oraya saplayan koca konuşulmadı. Dün gün boyu insanlar, “Kadın haklarında ortada kül bırakmayan Rahşan Gülşan ne diyecek bu fotoğrafa” diye sorup durdular.

        Hemen söyleyeyim, artık ölü olan ve sesi bir daha çıkamayacak olan o kadının fotoğrafı o kadar yüksek sesle ve susmadan konuşuyor ki beynimin içinde kendi sesimi duyamıyorum. Benim bu konuda durduğum yer belli. Bin kere yazdım. Yazmaya da devam edeceğim, ama biliyorum ki sizin de tepkiniz asla eskisi gibi olmayacak. Dün görmekten nefret ettiğimiz o fotoğraf, kadına şiddet denince hemen aklımıza gelecek.

        Bi de aması var bu işin...

        O fotoğraf konulurkenki psikolojiyi çok iyi anlıyorum. Ama empati yapmadan da duramıyorum. Ya Şefika Hanım’ın kardeşi, arkadaşı, annesi, babası olsaydım diyorum. Arkadaşımı, annemi, kardeşimi o halde bir gazetenin sürmanşetinde görmek ister miydim, onu öyle hatırlamak ister miydim diyorum. Karşıma hep aynı cevap çıkıyor: “Hayır!” Cevap kısa, sonunda bir de ünlem var...

        Kadın veya erkek olmayı ya da kadına şiddet konusunda nefret dolu olmayı bir tarafa bıraktığımda ise bir insan olarak başka bir insanın bu haldeki fotoğrafının yayınlanmasından rahatsızlık duydum.

        Çünkü söz konusu fotoğraf, kadına şiddet konusunda bilinç yaratma eşiğini aşmış görünüyor. Ancak ben bu fotoğrafı ülkenin en önemli sorunlarından biri olan kadına şiddetten ayırmakta zorlanıyorum. Gözüm o sırttaki ve dün sırtımıza saplanan bıçağa ve onu saplayana takılıyor...

        Diğer Yazılar