Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BENİM babamın gözleri bir tuhaf bakar.

        Bunu nasıl anlatayım bilmem ki... Şöyle deneyeyim: Şimdi siz Hannibal Lecter’in, Groucho Marx’ın ve Recep İvedik’in gözlerini dikmiş bakarkenki durumlarını bir torbaya atın ve o torbayı bir güzel sallayın, bakışlar birbirine karışsın; sonra ortaya çıkan sentezi dökün ortaya... İşte o bakış benim babamın bakışıdır.

        Babaannem bana eskiden anlattı. Babam 5 yaşındayken (o halde bunun 19’uncu yüzyılda geçen bir gün olması gerekiyor) annesiyle sokakta yürürken, gayet de usluyken yoldan geçen adamlar durup dururken onu durdurup dövmeye başlarlarmış. Hatta bir defasında babam berberdeyken, saç kesmeye başlamadan önce berber onu ilk önce bir güzel dövmüş, sonra işine bakmış.

        Babaannem ne olduğunu anlamıyormuş, sonra komşuları babamın gözlerine dikkat çekmişler. Bir tanesi “O bakışlardandır zaar” diye de konuşmuş.

        Babaannem oğlunun gözlerine dikkatli bakınca o da sebepsiz yere dövmeye başlamış onu. Annem de ilerideki yıllarda onu sebepsiz yere öldürmeye çalıştı, ama başaramadı.

        Şimdi 90 yaşındaki bu delikanlının davranışlarına bakanlar, “Travmatik bir çocukluk geçirmiş olmalı” diyorlar.

        Konuşmaya, açıklamaya üşenmediğim bir günüme (ki bu çok nadirdir) rastgelirse onlara, “Ne travması ya? Bu adam öyle bir çocukluk geçirmiş ki 18 yaşına geldiğinde tımarhanelik bir deliydi” diye başlayıp anlatırım. Gerçi bakışları nedeniyle dayak yemeler bitmişti, çünkü bakışları nedeniyle onu dövmeye yeltenenlere artık o dayak atıyordu. Arada ona hiç bulaşmayanları bile dövüyordu, ama başka travmalar yaşıyordu. Herkesin kızlarla eğlendiği, hayatını yaşamaya çalıştığı 18-21 yaşları arasında onun en büyük eğlencesi Bakırköy Akıl Hastanesi’nin 29 numaralı odasını ziyaret oldu, çünkü babası aşırı alkolden delirmişti ve onun vasisi 18 yaşındaki bu çirkin gençti.

        Babam o kadar çirkindi ki annem babamı kız arkadaşlarına ilk gösterdiğinde kızlar tümüyle matem tutmaya başlamışlar.

        Babam o kadar çirkinmiş ki gençliğinde sokakta yürürken insanlar ona acıyarak para veriyorlarmış, belki ileride estetik olmaya karar verir diye umarak.

        Dedem son alkol zirvesinden sonra Kızılay’da Cumhurbaşkanlığı Alayı’na saldırdıktan ve birkaç süvariyi devirdikten sonra yanındaki babamı tutuklamışlar. Görünüşüne bakarak “Bu olsa olsa kiralık katil olur” demişler.

        Neyse bütün bunlar 20’nci yüzyılın başında kaldı.

        Duyduğuma göre Bakırköy Akıl Hastanesi’nde 29 numaralı odaya “TURGUT” plakası takmışlar. Dedemin durumu o kadar vahimmiş ki bunun oğlu da torunu da buraya nasıl olsa düşer diye rezerve etmişler odayı.

        (Önemli not: Genlerimin durumunun ne kadar mükemmel olduğunu görüyorsunuz; sakin, uslu görünümüme bakmayın. Bu yüzden bana kimsenin bulaşmamasında büyük yarar görüyorum.)

        Babam şu anda 90 yaşında. İçki ona multivitamin etkisi yapıyor ve yanında en az 2 adet öldürücü silah taşıyor.

        Üstelik hayattaki en son çapkınlığını da 1 yıl önce yaptı.

        Şimdi 90 yaşında olduğu halde diyor ki bana: “Şu ana kadar ihtiyardım, artık bundan böyle yaşlılık evresine gireceğim. Yaşlılıkla gelmesi gereken her tür şeyi sonuna kadar abartılı yaşayacağıma emin ol. Aşırı huysuzluk, demans... Bunların hepsini abartmak niyetindeyim, haberin olsun. Senin işin daha da zorlaşıyor.”

        Sanki bugüne kadar çok iyi huyluymuş, şimdiye kadar işim çok kolaymış gibi... Demans olacağını da hiç sanmıyorum, çünkü Schopenhauer’in “Parerga ile Paralipomena”sı ile Karl Jaspers’in “Nietzsche Nasıl Felsefe Yapıyordu” çalışmasını aynı anda okuyor şu anda. Anlayacağınız bugün Türkiye’de demansa aday insanlar listesinde sonlarda yer alıyor.

        Ben bugüne kadar her türlü tuhaflığı nasıl olsa yaşadım, artık bana bir şey yapamaz diye düşünürken bayram günü bir yeni tuhaflık daha yaşadım.

        Kafede oturuyoruz. Ben sabah kahvemi içiyorum, o ise sabahın ilk bloody mary’sini içiyordu... Garsonu çağırdı, bir adet muz istedi, “Soymadan bütün halde getirin” dedi.

        Sonra anlatması bile çok tuhaf olan bir şey oldu. Babam hiç istifini bozmadan, votkasından bir yudum aldıktan sonra muzu gayet sakin biçimde kabuğuyla yemeye başladı. Ben kendimi tutamadım ve “Baba yahu insaf et, maymunlar bile soyarak yiyor bunu” dedim. O da bana “Bu da onların sorunu, bence hata yapıyorlar” dedi, sonra da Tao’dan bir düşünce söyledi bana.

        Ben kafeyi terk ederken o, yan masadaki genç kızlarla konuşmaya, onlara sevimlilikler yapmaya başlamıştı bile.

        Diğer Yazılar