Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Tamamen delirme yolunda dev adımlar atmakta olan arkadaşım Ertuğrul Özkök, 2 Kasım sabahı daha güzel bir Türkiye’ye uyanacağımıza inandığını yazdığında, ben delilik zirvesine ulaştığını düşünmüştüm. Ama geçen gün WhatsApp’tan bir videolu mesaj geldi kendisinden.

        İnanmakta zorlandım ama o şu aralar kıyafetlerinden Bavyeralı olduğuna inandığım bir bağlama ekibinden Guantanamera şarkısını dinleyerek eğleniyor. “Bağlama ekibine Guantanamera yakışır” diyebilirsiniz ama diğer mesajında da Wagner’in Der Ring’ini çalacaklarını söylemiş.

        Ben bu parçayı bir defasında müzik dinleyerek intihar etmeye karar verdiğim dönemimde bir sahnede dinlemeye çalışmıştım. Ama ölmeden önce ne yazık ki küçük tuvaletim gelmişti. “Ara olsun da öyle çıkarım, yarıda keserek ayıp etmeyeyim” diyerek bekledim, ama ilk ara 8 saat sonra verildi. Bu tür aralardan dört-beş tane daha vardı.

        O filmini gördüğüm ekip eğer Wagner’in Der Ring’ini çalacaksa ve Ertuğrul onu gerçekten dinleyecekse üzülerek söylemeliyim ki, o daha güzel bir Türkiye’ye uyanacağına inandığı 2 Kasım gününü görmeden vefat edecek demektir. Çünkü normal veya deli, hiçbir kişinin o azaba dayanması mümkün değil. Deli arkadaşımı tekrar hatırladım; çünkü geçen günkü yazısında ilginç bir bölüm vardı. Fortune Dergisi’nde yer alan bir habere göre, Amerikalı emlak yatırımcısı Jason Buzi, mülteciler için yeni bir devlet kurulmasını önermiş. Adı da “mülteci milleti” olacakmış.

        Bu haber çok ilgimi çekti; çünkü her ne kadar daha güzel bir Türkiye’nin geleceğini söyleyen garip insanlar da olsa ben yakında mülteci olmak zorunda kalacağımı düşünüyorum. Yani çocuğumu ve karımı alıp yollara düşeceğim gibi geliyor bana. “Yola çıksam nereden giderim?” diye şimdiden düşünmeye başladım.

        İlk aklıma gelen tabii ki yakındaki Yunan adaları olurdu. Ama burada bir sorun var; çünkü ben “Perfect Storm” adlı filmi seyrettikten sonra, küçüklükten beri içli dışlı büyüdüğüm denizlerden korkmaya başladım. Eğer Birleşmiş Milletler filan biz Türkiyeli mültecileri uçakla götürürse o zaman bu yeni devlet için Endonezya veya Karayipler’de ada arayan insanların arayışlarının sonunu bekleyebilirim. Özellikle üzerinde durulan ada Karayipler’se bir yıldan fazla bile bekleyebilirim. Mısırlı bir işadamı ise yine bu mülteci devleti için bir Yunan adası satın almaya çalışıyormuş. Bakın bu da olursa deniz korkumu da yenip gerekirse yüzerek bile giderim oraya.

        Şimdi düşünüyorum da bütün bunlar olmazsa o zaman yürüyerek geçeceğim sınırlarımızı. Ama bu konuda şartlarım ve prensiplerim var. Beni kimse Bulgaristan’ın içinden yürütemez. Çünkü adamlar “Evet” derken kafalarını “Hayır” gibi, “Hayır” derken de “Evet” gibi sallıyorlar. Bu yüzden onlarla anlaşmak imkânsız. Hatta bir defasında çok güzel bir Bulgar kızına yaptığım kur sadece bu sebeple fiyaskoyla sonuçlandı. Ben “Evet” cevabı alacağımı düşündüğüm her önerime “Hayır”, “Hayır” cevabını alacağımı düşündüğüme de “Evet” dediğini sandığım için bu ilişki girişimi de olağanüstü fiyaskoyla sonuçlanmıştı.

        “Mülteci olmaya hazır mısın?” sorusunu sorduğum karım Rana, “Merak etme, ben seni yolda eğlendiririm” dedi. Şarkı söyleyecekmiş yolda. “Hangi şarkıyı söylersin o durumda?” dediğimde ise korktuğum cevabı maalesef aldım. “Beraber Yürüdük Biz Bu Yollarda”yı söyleyecekmiş.

        Ve ben bunu duyar duymaz mülteci olmaktan vazgeçtim. Yanlış anlamayın, bu şarkıya tepkili olduğumdan değil, ama bir brüksel lahanası eğer konuşabilse sesi onun sesine benzeyen bir kadının şarkı söylemesine tahammül etmem mümkün olmadığından mülteci olma kararımdan vazgeçtim. Bu ülke ne kadar kötüye giderse gitsin, ne kadar bir an önce terk etmek gerekirse gereksin ben sadece yolda Rana’yı dinlemeyeyim, o azapla karşılaşmayayım diye burada olabilecek tüm acıları çekmeye razıyım.

        Diğer Yazılar