Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Iskra Lawrence daha önce çalıştığı birçok model ajansından dolgun vücut hatlarına sahip olduğundan kovuldu; o, dünyanın ideal vücut normu “sıfır beden” olduğundan o dünyada kendisine yer bulamamıştı, ama seksi iç kıyafetler üreten Aerie firmasının poster yüzü olunca şansı tam anlamıyla döndü. Aerie, kullandığı reklamlarda dokunmalar yapmıyor, yani dolgun olanı daha zayıf, aşırı zayıf olanı daha dolgun gösterecek dokunmaları prensip olarak yapmıyor, neyse onu aynen gösteriyor. Iskra Lawrence’ın vücudu da tüm dolgunluğuyla reklamlarda görülüyor. Victoria’s Secret gibi rakipler onun bu görünümünü tekrar sorun haline getirmeye çalışınca Iskra Lawrence da birçok junk food üzerine yatarak protesto fotoğrafı çektirdi.

        6 YAZARIN SON AYLARI

        Ölümün anlamı nedir? Ölümle nasıl yüzleşiriz? Öleceğimizi bile bile nasıl yaşarız? Bunlar psikolojinin ve felsefenin sürekli gündeminde olan ve kolay çözümleri, cevapları da olmayan sorular. Yazar Katie Roiphe çok ilginç bir kitap yazmış ve 6 ünlü yazarın hayatlarının son aylarını nasıl yaşadıklarını incelemiş.

        Susan Sontag, Sigmund Freud, John Updike, Dylan Thomas, Maurice Sendak ve James Salter kitapta son ayları incelenen yazarlar.

        Kendi ölüm ve kanser üzerine yazdığı kitaplardan Susan Sontag’ın az çok ne düşündüğünü bilmekteyiz. Ben özellikle Freud’un son aylarını nasıl yaşadığını ve neler düşündüğünü merak ediyorum.

        BEYNİN TAŞRALAŞMASI

        Ülkede beyinlerimiz iki arada bir derede kalmış görüntüsü vermektedir. Kendisine özgü, iç tutarlılığı olan, kültürü, hayat tarzı bulunan şehirli yaşam ile köy yaşamı arasında kalmış taşralı beyni hâkimiyet kazanmış gibidir. Herhangi bir sorunumuzu ele alın, hiçbirisine makul iç tutarlılığı olan yapılabilir önerme gelmemektedir.

        Türkiye’nin en önemli sorunu ne siyasi ne ekonomik ne de terördür. Asıl büyük ve çözümsüz gibi duran “beyinlerin taşralaşması”dır.

        Seküler düşünceyi elbirliğiyle öldürdük, yerine gelebilecek olanı ise henüz oluşturamadığımızdan hem hayat tarzı olarak hem de düşüncelerde iki arada bir derede kaldık.

        Global dünyada önemli oyuncular olabilecek metropollerimiz bulunmasına rağmen ülke koskocaman taşraya dönüşmüş durumda.

        Bu durum her boyutta ortaya çıkıyor. Siyasetteki söylemlerde, köşe yazılarının büyük çoğunluğunda, televizyon dizilerinde, ülkenin gerçek halini gösteren evlilik programlarında, Amerika’dan kopya edilecek uyarlanan yarışma programlarında... Hepsi buram buram taşralılık kokuyor.

        BU ORTAMDA AHLAK TARTIŞILIR MI?

        Beyinlerin taşralaştığı ortamlarda ahlak tartışmalarına girilmesi, normalin ne olduğunun konuşulması tehlikelidir. Çünkü bu beyinlerden iç tutarlılığı olan ve gönül rahatlığıyla yapılabilir, uygulanabilir olan bir ahlak formülü çıkması mümkün değildir.

        Bu sadece bizlerin sosyolojik sorunu olsa, “Zor görünse dahi uzun sürede çözümler üretebiliriz” diyebilirdik, ama bu Türkiye’yi aşan global bir sorundur da.

        Maalesef çağımızın yakıcı sorunlarının başında duran “inançlı olmak” ve “çağdaş olarak inançlı yaşamak” ve “milliyetçilik” gibi önemli sorunların çözüm yükü omzumuza yüklenmiş gözükmektedir. Bu coğrafyadaki en önemli oyuncu olan ve modern dünyaya yakışan tek çözümü üretme potansiyeli bulunan ülke olduğumuzdan bu yükün bize kalması normaldir de.

        Düşüncelerime “maalesef” diyerek başladım, çünkü taşralaşmış beyinlerin bu kadar yaygınlaştığı bir ülkeden bu gibi önemli konularda makul çözümler çıkabilmesi de imkânsızlaşmaktadır.

        “Her sorunumuza çözüm var, bir tek buna gözükmüyor” derken işte bunu kastetmiştim. Beyin taşralaşmasına dur diyebilmenin bir formulü yoktur, varsa bile bunu şu anda ben bilemiyorum.

        Yazı yazarak, düşünce üreterek, tartışarak, anlatarak bunun çözülmesi imkânsız. Çünkü beyinler taşralaştıkça rahatı bulmakta ve var olanla yetinmektedirler. Daha iyisi, daha güzeli ne istenmektedir, ne de buna bir arzu kalmıştır ortada. Türkiye kendi taşralaşması yüzünden global dünyada küme düşmek üzeredir ve potansiyelini kendi eliyle yıkmaktadır.

        TELEFON SEÇMEK

        Akıllı telefonlar hem artık zorunlu ihtiyaçlarımız, hem de çoğumuz için birer tutku objesi haline geldi. Markalar arası rekabet çok fazla ve yenilikler fırtına hızıyla sürüyor. Tam bir markanın yeni modeline alışırken yenisi ve daha iyisi olduğunu iddia eden modeli çıkıyor. Samsung, iPhone kıyasıya çekişirken Vestel de Türk akıllı telefonu ile rekabete giriyor. Piyasada daha çok marka var. Yeni telefon almak istediğinizde düzgün seçim yapabilmek, içiniz rahat karar verebilmek iyice zorlaştı. Daha kolay karar verebilmeniz ve karşılaştırmalı analizler yapabilmeniz için şimdi size bir öneride bulunacağım.

        www. consumerreport.org adresinde çeşitli modeller üzerinde test raporları bulunuyor. İşinize yarayabilir.

        Diğer Yazılar