Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Geçenlerde popüler bir polisiye diziye, çok fazla kan gözüktü diye yüksek bir para cezası kesildi. Bunu sadece tek bir dizinin sorunu olarak görmek yerine bunun aslında Türkiye’nin çok önemli bir probleminin sendromu olduğunu görmek gerekiyor.

        Türkiye’de şu anda yaratıcı düşünceden, yaratıcı olanlardan korkuluyor. Hayal kurabilenler, yaratıcı olanlar, neredeyse hep sıradan düşünenler, bunu empoze edenler tarafından cezalandırılıyor. Farklı düşünmekten, genelde kabul edilenin dışına çıkmaktan, tepki çekmekten korkmak, hep beklenilenin sınırları içinde kalmaya çalışmak ve şaşırtanı değil arzu edileni yapmaya çalışmak, hem hayal kurma yönümüzü hem de yaratıcılığı öldürür. Türkiye şu anda yaratıcılığın can çekişmekte olduğu bir ülke görünümündedir.

        DEKADANS GÜZELDİR

        Yaratıcı olabilmek için biraz dekadans da gerekir. Dekadan olmak illa da ahlaksızlık anlamına gelmez. Sadece genel kabul edilenin dışına çıkmaktan, beklenilenden farklı olabilmekten, farklı ve çarpıcı olanı yaratmak ve paylaşmak, hâkim ve baskıcı ahlak kurallarının dışına çıkma ortamından bahsediyoruz burada. Sinemada, televizyon dizilerinde eğer biz dekadan olandan, bize normal gelmeyenden çekinmeye başlayıp bunlara cezalar kesmeye girişirsek bu sanat dallarında hiçbir yaratıcı eser ortaya koymak mümkün olmaz.

        NORMAL OLMAYANIN ESTETİĞİ

        Ben bu arada Netflix’te Breaking Bad adlı diziyi seyrediyorum. Televizyon seyretme alışkanlıklarım değiştiğinden bu diziyi daha önce kaçırmıştım. Şimdi Netflix sayesinde tıkınma seyretmesi (binge watching) düzeninde bunu dikkatle iziyorum. YARATICILIĞIN ÖLÜMÜ Bu dizinin muhteşemliği, vahşeti ve normal dışı davranışları çok da estetik anlatabilmesinde. Türk dizisine “Kan var” diye ceza kesenler eğer bu diziyi görselerdi herhalde ellerinde olsa yapımcılarını idama filan mahkûm ederlerdi. Martin Scorsese, Stanley Kubrick benzeri hiçbir yönetmen, dekadan düşünme güçleri olmasaydı ne o muhteşem filmleri yapabilirler ve ne de normal olmayan davranışlardan sanat yaratabilirlerdi.

        KAYBEDEN ÜLKE

        Ne yazık ki Türkiye’yi her düzeyinde yaratıcısızlaştırma süreci bütün gücüyle sürüyor. Ne siyasette ne eğitim sitemimizde ne önceki gece gördüğümüz gibi futbolumuzda ne de sanatımızda yaratıcı düşünce, risk alınması maalesef artık pek gözükmüyor. Tek tük risk alıp çıkanlara ise birer anomali gibi davranılıyor, neredeyse tuhaf kişiler gibi kategorize ediliyor bunlar. Yaratıcı olunamaması hayatımızın her alanını kalitesizleştiriyor. Hayat vasat bir diktatorya olarak tepemize çöküyor. Bu durum da ülke olarak bizi geriye götürüyor, dünya liginde küme düşürüyor. Var olana teslim olmuş, vasatın kucağına düşmüş ve bunun verdiği yalancı güvenli yaşamla yetinenler tehlikenin belki farkında değiller, ama bu yaratıcılıktan yoksunluk, bu düzeyde vasat olmaktan mutlu olma ülkemizi yavanlaştırıyor; tüm yaratıcı potansiyelimizi de öldürüyor. Bu gidişle Türkiye 21’inci yüzyılın kaybeden ülkeler listesinin başında yer alacak gibi görünüyor.

        BULUT SAVAŞLARI

        Microsoft, Linkedin’i 26 milyar 200 milyon dolara bünyesine kattı. Son yıllarda ana stratejisini bulut (cloud) sistemleri üzerine kurmuş olan Microsoft profesyonellerin sosyal medyası olan Linkedin’i satın almakla çok akıllıca ve stratejik bir adım atmıştı, çünkü profesyoneller bulut sistemleriyle iş yapanlar. Linkedin’le bunların hayatının içine giren Microsoft kendi bulut sisteminin kullanılışını da arttıracak, yani profesyonel bulut sistemi profesyonellerin sosyal medyasıyla buluşmuş oldu. Bulutta başlıca üç büyük sistem var: Microsoft Azure, Google Cloud Platform, Amazon Web Services.

        Bu üçü global bulut hizmetlerinde üstünlük sağlamak için kıyasıya rekabet içindeler. İlk başlarda Amazon hayli önde götürüyordu işi, ama şimdi de Microsoft hep bulutunun gücünü ve erişimini artırıyor. Microsoft kampusunu gezerken bana bulut sistemini global dünyanın her yanına aynı güçte eriştirmek için denizin altına gömülecek sistemlerini göstermişlerdi. Aslında bu aşamada bulut savaşlarının kızışmasının bir büyük nedeni de sesimizle çalışacak ev asistanları konusunda büyük yatırımlar yapılıyor olmasına ve geleceğin asıl devriminin burada olacağının ortaya çıkmasına dayanıyor.

        Şekli küçük silindirler şeklinde olan ve hayatımızın her alanını bizim için koordine edecek olan bu asistanlardan üçü, Amazon’un ECHO’su, Apple’ın SIRI’si ve Google’ın NOW’ı... Bunların performanslarının artması, yaptıkları işlerin daha komplike ve başarılı olması ve güçlerinin çoğalması, bunlara destek verecek bulut sistemlerinin de gücüne bağlı. Sadece bu yüzden Samsung bu ev asistanları işine gireceğinden SOYENT adlı bulut platformu sağlayıcı sistemi satın aldı.

        KALABALIĞA KONUŞMAYI ÖĞRETEN APLİKASYON

        Birçoğumuzun hayalinde bir TED konferansında başarılı bir konuşma yapmak hayali olabilir, ama bilgimiz birikimimiz olsa da fırsat çıksa da o konuşmayı başaramama ihtimalimiz vardır. Çünkü çoğumuzda kalabalık karşısında konuşma korkusu olabilir. Bu hayli yaygın bir korku türüdür.

        Küçük gruplara konuştuğunda harikalar yaratabilen, ağzından neredeyse bal akanlar, fazla sayıda insanın karşısına çıktıklarında neredeyse karakter değiştirebiliyor, konuşamaz hale gelebiliyorlar.

        Bunların bu sorunu aşmaları için de bazı applikasyonlar çıkarıldı. Örneğin “umma public speaker aplication” size iyi bir konferans vermenin ipuçlarını, bu tür konuşmalarda nelere dikkat edilmesi gerektiğini, vurgulamaların nerede yapılacağını öğretiyor. Bir de “virtual speech” diye bir program var. Bunda da iyi konferans verme teknikleri öğretilirken ayrıca sanal gerçeklik olarak kalabalık dinleyici grubu da ekleniyor ve böylece kalabalık karşısında konuşma korkunuzu yenme yolunda adım atabiliyorsunuz.

        Diğer Yazılar