Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Kızıyoruz, köpürüyoruz, içimiz kan ağlıyor, kendimizi tutamayarak futbolcusuna, Fatih Terim’e ağzımıza geleni söylüyoruz. Anlayacağınız bir öfke çılgınlığı yaşanıyor.

        Halbuki bu sonuçları almamız, takımımızın bu kadar dökülmesi son derece normal. Her düzeyde dökülmeye başlamış bir ülkenin Milli Takım’ı da ancak bu kadar olabilirdi.

        Onlara kızmak yerine aynada kendimize bakmalıyız. “Biz niye bu hale geldik?” sorusunu kendimize sormalıyız.

        Türkiye öylesine bir vasatlaşma, kalitesizleşme sürecinden geçiyor ki, hiçbir meslek dalı bunun dışında kalamıyor.

        Tabii içinde yaşadığı ortam bu kadar kalitesizle- şen, vasatlaşan bir insan da kendisi çok bilgili, birikimli ve yetenekli de olsa bunları ortaya çıkaracak ruhsal duruma sahip olamıyor. Herkes vasata, onun diktatoryasına teslim oluyor.

        Şu söz her zaman söylenir ya, “Futbol hiçbir zaman sadece futbol değildir”. Özellikle milli takımlar için futbol hiçbir zaman sadece futbol değildir. Milli takımlar, ülkelerinin modernlik ve kalite düzeyini yansıtırlar, ülkelerinin kendilerine duyduğu güvenin aynasıdırlar.

        Vasatı tutturmanın başarı sayıldığı, vasat olanın korunup yükseltildiği, en ciddi konularda bile toplumsal söylemlerin kahvelerde okey oynayarak hayatını geçiren insanlar arasında geyik düzeyine indirildiği, her yanımızı saran korkunç kalitesizlik nedeniyle sadece bugünlerin değil önümüzdeki 20 ve belki de daha fazla yılın yitirilmiş olduğu bir ülkenin milli takımından daha ne bekleyeceksiniz ki. Onlar da vasatı tutturuyorlar işte. En kaliteli olarak bildiklerimiz bile, ülkelerindeki başarı kriterine uymak, standardı yakalamak için kendilerini vasatlaştırıyor, kalitesizleştiriyorlar.

        Bu yüzden kimse Milli Takım’a, hocalarına, futbolcularına filan kızmasın. Yazıya girerken dediğim gibi, herkes aynaya baksın ve “Ben niye böyle oldum, bize neler oldu?” diye sorsun.

        BAŞKANLIK POLEMİĞİ

        Başbakan Binali Yıldırım ile CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu arasında ateşli bir başkanlık sistemi polemiği yaşanıyor.

        İkisi de sistemi detaylı olarak incelemiştir, buna eminim, ama son tartışmada biraz bilgi eksikliği var izlenimi doğuyor.

        Konu Kılıçdaroğlu’nun, “Başkanlık sistemi ABD’deki gibi olacaksa buyurun getirin konuşalım” demesiyle başladı. Bunun üzerine Başbakan Yıldırım, “Laf ağzından bir kere çıktı, artık kaçışın yok, gel konuşalım” diyor.

        Amerikan türü başkanlık sistemine böylesine balıklama atlamadan önce galiba ABD Anayasası’nın iyi bir şekilde okunması gerekiyor.

        O anayasada mutlak güçlü olduğu sanılan bir başkanın, aslında nasıl da güçsüz kılınacağının koşulları yazıyor.

        Amerikan başkanları hiçbir işi emrederek değil, ikna ederek yapmak zorundadır. İkna edecekleri kurum ve kişi sayısı ise hayli fazladır.

        Kabine eğer isterse ve bir oranı tutturabilirse başkanı görevden bile alabilir. Başsavcı koşullar oluştuğunda başkanı Oval Ofis’inden çıkarıp hapse bile atabilir. Başbakan Yıldırım, Kılıçdaroğlu’nun çağrısını hızla kabul ederken umarım bu durumları da düşünmüştür. Öte yandan Kılıçdaroğlu, Amerikan türü başkanlık sisteminin neden illa da federatif bir yapı gerektirdiğini düşünüyor, bunu da anlamak kolay değil. Federatif olmayan bir ülkede de istenirse bu tür bir başkanlık olabilir.

        Amerikan sistemi iyi ve hoştur da mükemmel değildir; işlerin yavaş- lamasını, sistemin tıkanmasını da getirebilir. Amerikan türü başkanlık sisteminin iyi işleyebilmesi, ülkenin tam bir hukuk devleti ve anayasasının demokratik, özgürlükçü olmasına bağlıdır. Türkiye bir gün hukuk sisteminde ve Anayasa’sında bu koşulları yakalasa bile ben Cumhurbaşkanı’nın bugünkü haliyle bir Amerikan türü başkanlık sistemini kabul edeceğini hiç sanmıyorum.

        STAIRWAY TO HEAVEN

        Klasik rock’ın efsanevi grubu Led Zeppelin’in bu şarkısını benim kuşağımdan olmayanlar bile duymuş ve sevmiş olmalıdır. Bu şarkı, zamanı geçmeyecek ve modası ölmeyecek bir türdür.

        Bugünlerde bu şarkı üzerine çok tartışmalı bir dava var. Led Zeppelin’i başka bir grupla karşı karşıya getiren bu davada karşılıklı hırsızlık, taklit etme suçlamaları havada uçuşuyor. Uzmanlar, “Şarkının iç işleyişine, gidişine bakarsanız parçalar arasında benzerlik olması kaçınılmaz; çünkü Stairway to Heaven şarkısında kullanılan notalar, çok popüler olan ve sık kullanılan akort notalarından oluşuyor. Benzerlikler de bu yüzden normal” diyorlar. Teknik düzeyde bir şey diyemiyorum, ama benim gönlüm Led Zeppelin’in davayı kazanmasından yana. Fakat ne olursa olsun şarkıyı daima sıcak duygularla hatırlayacağım, çalındığında da gençlik yıllarıma döneceğim.

        Diğer Yazılar