Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Ülkemizin üzerinde bir hayaletin uçup durduğunu, adı “Sykes-Picot Anlaşması” olan bu hayaletin bölgemizdeki her ülkede gerektiğinde çatışmalar çıkarmak, bölünmeler yaratmak için planlandığını yazmıştım.

        15 Temmuz darbe girişiminin, bu hayaletin ülkemize bir pikesinden ibaret olduğunu, hayaletin bölgede kontrol altına alamadığı, istediği gibi at oynatamadığı Türkiye’yle ilgili planları bulunduğunu, bunları tek tek gündeme sokabileceğini ve ilk büyük girişimin de 15 Temmuz’da yaşandığını anlatmıştım.

        Hayaletin 15 Temmuz pikesini savuşturduk. “Hayalet o gün büyük yenilgi aldı” demiş, ama uçuşunun sona ermediğini, hâlâ ülkemizin semalarında dolaştığını ve tekrar girişimde bulunacağını da vurgulamıştım. İşte önceki gün hayalet, bir başka pike daha gerçekleştirdi ve elindeki PKK terörü kozunu oynadı.

        SONUNU TÜRKİYE GETİRECEK

        Hayalet baş amacını gerçekleştiremiyor, yani bizleri bölmeyi, birbirimize düşürmeyi başaramıyor, bu nedenle elindeki tüm terör kozlarını oynuyor. Buna hazırlıklı olmalıyız ve 15 Temmuz’da hayaletin pikesini nasıl savuşturduysak bundan sonraki pikelerini de savuşturmalıyız. Artık biliyoruz ki bu gibi girişimlere, hayaletin pikelerine karşı durmanın en güçlü ve tek yolu ülke olarak birliğimizi ve kardeşliğimizi bozmamaktır.

        Türkiye’nin, bir 20. yüzyıl hayaleti olmasına rağmen Sykes-Picot Anlaşması’nın ruhuna karşı verdiği bu mücadele, aslında 21. yüzyılın en güçlü mücadelesidir. Çünkü bu mücadele, bizim gibi ülkelerin artık emperyalistlerin, global güç merkezlerinin planlarına uymayacağını gösteriyor.

        EMPERYALİZME KARŞI LİDER ÜLKE

        Açıkçası Türkiye, bu mücadelesiyle tüm dünyanın umudu halindedir. Bunu hem kendi geleceğimiz hem de daha huzurlu ve güzel bir dünya için kazanmak zorundayız.

        İşimiz çok zor, ama kazanmak da imkânsız değil. Türkiye’mizin müthiş bir dayanma gücü ve enerjisi var. Eğer bu işi dünyada bir ülke başaracaksa o ülke sadece Türkiye olabilirdi. Bu mücadelenin ilk etabını 15 Temmuz’da kazanmış durumdayız. Bundan sonraki pikeleri de savuşturacağımıza inanmamız ve ülke olarak aramıza hiçbir suni anlaşmazlığı sokmadan hep birlikte yolumuza devam etmeliyiz.

        İLK ÖNCE DEVLETİ ZAYIFLATTILAR

        Darbe girişiminden sonra korkunç gerçek şimdi daha net ortaya çıkmaya başladı. O gece darbeye girişenler, daha önce devleti içten içe oyarak ortada devlet filan bırakmamışlar aslında. “Ben o imama bağlıyım, ben de şu imama” diyenler, devleti adım adım ele geçirip fiilen yok etmişler.

        Bence bu yok etme faaliyeti, hayaletin pikelerine yönelik bir hazırlıktı. O pikelerin en büyük zararı verebilmesi ve devletimizin o saldırılara karşı kendini zor toparlayabilmesi için yapılmış bir hainlik, bir casusluk faaliyetiydi.

        Nasıl ki casuslar, hava saldırılarının başarılı olması için uçaklara hedefler konusunda sinyaller gönderirlerse, bu hainler de devleti içinden oyarak hayalete sinyaller gönderdiler.

        İlk pikeyi, ilk büyük saldırıyı bertaraf ettik. İçi oyulan devleti şimdi daha güçlü yapmak için adımlar da atılıyor. Bu adımlar atılırken bence fazla konuşulmayan bir konuya da dikkat edilmesi gerekiyor.

        Yavaş yavaş korkunç gerçekler ortaya çıkıyor. Bazı asker, savcı, üniversite hocası, işadamı, “Benim imamım şu, ben onu dinlerim” diyerek kendilerini tümden kaybetmişler, hem ülkelerimi hem de devletlerini satmışlar.

        RUHUMUZA SAHİP ÇIKMAK

        Bu gerçekler şimdi ortaya çıkıyor, ama bizler de “Bunlar nasıl oldu?” diye düşünmeli ve bir daha olmaması için elimizden ne geliyorsa yapmalıyız. “Bu koskoca adamlar, nasıl olup da şarlatan olduğu belli bir insanın büyüsü altına girdiler ve kendi ruhlarını teslim ettiler?” diye sormalıyız.

        Bence bütün bu olanlar ülkemizin son yıllarda aşırı bir şekilde “dinselleşmesinden” kaynaklanmaktadır. Baştan hemen söyleyeyim de yanlış anlamalar olmasın. Bu dinselleşme denilen şey “insanların daha inançlı, daha dindar olmaları” demek değil. Birey özel hayatında istediği kadar inanır veya inanmaz. Kimse kimseye karışamaz. Bu genel ve hepimizin uyması gereken ilkedir. Benim kastettiğim dinselleşme, seküler bakış gerektiren alanlarda, örneğin yargıda, askerlikte, adaletin dağıtılmasında kararların dinselleşmenin şartlarına uygun biçimde alınmaya başlanmasıdır.

        O imam, bu imamdan emir alarak hareket eden bu koskoca adamlar, öncelikle yoğun bir dinselleşme sürecinden geçmiş olmalılar. Ve o süreç sonunda ülkelerine değil, o ülkeyi yıkmaya yok etmeye adamış güçlere bağlandılar.

        LİDERLER DE AYNI ŞEYİ SÖYLÜYOR

        Cumhurbaşkanı Erdoğan ve devletin diğer yetkilileri, verdikleri demeçlerle bu gerçeği gördüklerini ve bundan böyle liyakatten başka kriter aranmayacağını, içki içenin de içemeyenin de, başı örtülü olanın da olmayanın da devlette birlikte çalışacağını söylediler.

        Devleten dinselleşme tehlikesinin çıkarılıp atılması ve seküler bakışın yerleştirilmesi kaçınılmazdır. Bu yapıldığı takdirde emin olun ülkede dini duygular ve inanç daha da güçlenecektir. Çünkü devlet işiyle inancı ayırdığınız zaman inancı yaşamak daha da tatmin edici olur.

        TÜRKİYE’NİN ALIN YAZISI

        Bu işi başarmak zor ama imkânsız değil. Bunu da yaparsa bir tek Türkiye yapabilir. Çünkü bizde Atatürk’ün kurmuş olduğu sağlam bir cumhuriyet geleneği var. Yani anlayacağınız, temelimiz sağlam; şimdi ise yapılacak iş, bu temel üzerine sağlam bir bina inşa etmekten ibaret.

        Dış güçlere ve hayaletin pikelerine karşı en sağlam mücadele seküler devlet yapısıyla yapılabilir. Türkiye dünyanın ilk ve tek güçlü “demokratik, modern, seküler ve Müslüman” ülkesi olmaya mecburdur. Bu bizim alın yazımızdır. Bunu gerçekleştirmek için hepimiz üstümüze düşeni yapmalıyız.

        Diğer Yazılar