Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Kalite yaşamak ne demektir? Birçok filozofun bile cevaplamakta zorlandığı, üzerinde ortak bir tanımda buluşulması oldukça zor bir konu bu. Herkesin kendi tanımı tabii ki farklı olabilir. Birinin diğerinden daha doğru veya yanlış olması gibi bir şey de yok. Böyle düşünmek de yanlış.

        Benimkini, “Arzu ve hayal ettiğim gibi özgürce yaşamak, özgürce düşünmek, kendime seçtiğim hayat tarzını ‘Başkaları ne der?’ diye düşünmeden yaşayabilmek, tabii ki hiç kimsenin de hayat tarzına katiyen karışmamak ve devleten bizlerin hayatını daha güzel, daha kaliteli yapacak tedbirleri almasını beklemek” diye bir tarif edebilirim.

        HER ŞEYİN TEMELİNDE OLAN

        Benim kaliteli yaşamdan ilk bakışta çok şey istediğimi sanabilirsiniz, ama aslında hepsi demokrasiyle, özgürlükle alakalı. Şahsen ben tarifini verdiğim bu idealden hızla uzaklaşmakta olduğumuzu düşünüyorum. Kendi hayat kalitemde de, toplumdaki genel kalitede de istikrarlı bir düşüş olduğu kanısındayım. Bu fikrimde yalnız olduğumu da düşünmüyorum; çünkü konuştuğum birçok kişinin de hayatın kalitesindeki istikrarlı düşüşten şikâyetçi olduğunu görüyorum.

        “Acaba bu durum bize coğrafyamızın oynadığı bir oyun mu?” diye de düşünmek mümkün. Tim Marshall, “Coğrafyanın Mahkûmları” (Prisoners of Geography) adlı kitabında, kendi coğrafyalarının mahkûmu olan ve gelecekleri bu coğrafyaya göre şekillenen ülkelerden örnekler vermiş.

        Kitabına 10 harita koymuş, bunlardan biri de Türkiye’yi içinde barındıran harita.

        ALAIN DE BOTTON

        “Hayat Okulu” felsefesinin kurucusu Alain de Botton’un hayranı olduğumdan modern dünyada hayat kalitesini artırmak için yapılabileceklerin teorisini okumaktan çok keyif alırım. Geleneksel düşünenler, hayat kalitesini artırmanın siyasetin alanı olmadığını düşünebilirler. Ama bizler, siyasetin temeldeki asıl amacının yurttaşların hayat kalitesini artırmak olduğunu söyleyebiliriz.

        Bu fikirde olan ve hayat kalitesinin anlamı, bunun nasıl yükseltilebileceği sorunsalına önem veren Monocle Dergisi’ni bu yüzden çok dikkatli takip eder, her sayıyı baştan sona altını çizerek okurum.

        Monocle Dergisi, Alain de Botton’la da bağlantılı çalışır.

        KEŞKE...

        Dergide zaman zaman bir gelişmişlik aşamasına gelip hayat kalitesini artırmayı kendine dert edinmiş ülkelerde yapılanları, yeni uygulamaları hayranlık ve kıskançlıkla okuyorum. Her defasında da kendi ülkem için “Keşke...” diye başlayan cümleler kuruyorum.

        “Keşke”ler içimde çok birikmeye başladı. Bir zamanlar sıkıntılar ne olursa olsun bunları aşabileceğim ve bir gün bizlerin de modern ülkelerdeki hayat kalitesi sorunlarını kendimize dert etmeye başlayabileceğimizi düşünüyordum. Ama itiraf etmeliyim ki yaşadıklarımız nedeniyle bazen karamsarlığa kapılıyorum.

        Buna rağmen iyimserliğimi elimden bırakmamaya, birçok insan gibi kalitesizliğe teslim olmamaya kararlıyım. Türkiye’nin bir süre sonra dünyanın ilk ve tek “demokratik, modern, laik ve Müslüman” ülkesi olarak global kaliteli yaşam arayışlarına kendi modeli çerçevesinde büyük katkısı olacağına inanmayı sürdürüyorum.

        BİREY OLARAK ÜZERİMİZE DÜŞEN

        Yapacağımız tek iş de birey olarak olabildiğince demokrat, özgürlükçü, başkalarının tercihlerine, hayat tarzına saygılı olmak. Türkiye’nin en büyük eksikliğinin bu özelliklere sahip bireylerin azlığından kaynaklandığını düşünüp yine umutsuzluğa düşebilirsiniz.

        Ama ben, bizlerin vatandaşlar olarak genlerimizde bu özelliklerin olduğunu, sadece son yıllarda bölgemizin ve ülkemizin koşulları nedeniyle bunu kaybetmeye başladığımızı düşünüyorum. İsteyen bana naif diyebilir. Atatürk’ün kurmuş olduğu cumhuriyetle genlerimize sindirdiği bu vasıfların bizleri birey olarak yeniden teslim alacağına inancım tamdır.

        O ana kadar, anın gelişini hızlandırmak için sonuna kadar demokrat, özgürlükçü ve başkalarının hayat tarzlarına, tercihlerine saygılı olmaya ve bunun teorisini yapmaya çalışacağım.

        SEVDİKLERİMİN SEVDİKLERİ

        İnsanın içini ısındıran ve güzel duygularla dolduran bu başlık bana değil, Prof. Dr. Ali Rıza Kural’a ait. Tıp âleminde global düzeyde büyük saygınlığı bulunan ve kalitesiyle, bilgisiyle, birikimiyle bu ülkenin yetiştirdiği ender bilim insanlarından biri olan Ali Rıza Kural’ın tıp dışındaki dünyasını ben tesadüfen keşfetmişim.

        Birkaç yıl önce böbreğimden beni hayli korkutan bir ameliyat olmam gerekiyordu. Tabii ki ona gittim. Kendisini görür görmez, duruşundan, tavrından, konuşmasından duyduğum korku geçivermişti bile. “Allah’a şükür emin ellerdeyim, gerisi kader” deyip rahatlamıştım.

        O bilgilere baktıktan sonra ameliyatın nasıl yapılacağını ve sonucun ne olacağını söyleyiverdi. Dediği her şey de aynen çıktı. Ona güvenim ve saygım sonsuz. Bütün o işler olurken bazı doktor arkadaşlarım bana bir konser filmi kaydı gönderdiler.

        Müzik muhteşem, söyleyen ses de, hani insanı şöyle bu dünyadan alıp götüren sesler vardır ya ondandı işte. İlk sahneler uzaktan çekimle başlıyordu. Kamera sahneye yaklaşınca bu güzelliği yaratan, hem çalıp hem söyleyen sanatçının Ali Rıza Kural Hoca olduğunu gördüm.

        Şaşırmadım desem yalan olur. Çünkü onun gibi meşgul, her gün hayat kurtaran zorlu ameliyatlar yapan, hastalarıyla ilgilenen birinin bu işe vaktini bu düzeyde ayırabilmesinin imkânsız olduğunu düşünürdüm.

        Daha sonra hocayla konuşunca tıp fakültesinde okurken aynı zamanda İstanbul Belediye Konservatuvarı, İstanbul Üniversitesi Korosu, Devlet Klasik Türk Musikisi Korosu, TRT İstanbul Radyosu gibi kurumlarda ses sanatçısı olarak da görev yaptığını şaşırarak öğrenmiştim.

        Hoca son olarak “Klasikler” ve “Sevdiklerimin Sevdikleri” CD’lerini çıkardı. İçinizi biraz rahatlatmak, sıcak duygularla doldurmak, güzel günleri hatırlamak ve yine güzel günlerin olabileceğini düşünmek için mutlaka dinleyin.

        “Sevdiklerimin Sevdikleri”ni tanıtmak için benim cümlelerim yetmeyebilir. Bunu da hocanın CD’ye yazdığı tanıtma kapağından aynen alıyorum.

        “Çocukluğumda sevgili babam Yusuf Ziya Kural’ın sesinden defalarca dinlediğim ‘Gönlüm Yaralı Bilmiyorum Bana N’oldu’, Gülbeyaz anneciğimin dinlemekten bıkmadığı ‘Yar Saçların Lüle Lüle’, sevgili eşim Fügen Kural’a düğünümüzde söylediğim merhum Necdet Tokatlıoğlu’nun ‘Dua’sı, oğlum Çağlar’ın favorilerinden biri çok sevilen bir Avni Anıl şarkısı ‘Biraz Kül Biraz Duman’, kızım Gizem’in çok sevdiği ve son zamanlara kadar bestesini benim yaptığımı zannettiği ‘Gel Gönlümü Yerden Yere Vurma’ isimli Erdinç Çelikkol eseri... Başından sonuna kadar sanki benim hayatımı özetliyor bu albüm. Umarım sizler de severek dinlersiniz ve ‘hoş bir seda kalır’ kulaklarınızda...”

        Diğer Yazılar