Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bugün Washington’da gazetemin temsilcisi olarak çalışıyor olsaydım, Ertuğrul Özkök’ün dünkü yazısını okuduktan sonra utancımdan yerin dibine girerdim.

        “War Dogs” adlı Irak’tan yola çıkıp kara silah ticareti dünyasını anlatan bir film var. Filmin jeneriğinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir karesi de görülüyormuş. Özkök haliyle buna çok sinirlenmiş, “Ne ima etmek istiyorlar?” diye soruyor. Bu infiale katılmamak mümkün değil.

        Ama burada benim derdim başka. Bu film ABD’de ağustos ayının başında gösterime girmiş.

        Amerika’da çalışmakta olan gazeteci arkadaşlardan çıt yok. Bunu eylül ayının ortasında İstanbul’da yaşayan Ertuğrul Özkök’ten duyuyoruz. Halbuki bu ağustos ayında çok da güzel bir haber olurdu. Hatta üzerimize bir komplonun yaklaşmakta olduğunun ilk işaretini bile o film hakkında yazılanlardan alabilirdik. Ama bu gazetecilik fırsatı ne yazık ki kaçırıldı.

        POPÜLER KÜLTÜRÜN ÖNEMİ

        Şimdi biliyorum ki bazıları, “Gazetecinin işi oradaki filmler hakkında yazmak değil” diyecek. Ben yıllar önce Hürriyet Gazetesi’nin temsilcisi olarak Washington’da görev yaparken hakkımda bu söylenirdi, şimdi de aynı bakışın var olduğuna eminim.

        Bunlar ciddiyet çeteleridir ve sadece siyasete, resmi yapılara konsantre olarak hayatın şekillendiği popüler kültürü tamamen atlarlar.

        Hatırlıyorum da bana ilk temsilcilik teklif edildiğinde, “Ben sadece siyaset yazmam, popüler kültürün her alanına da dalarım” demiştim.

        FRANK SINATRA VE BONO

        İyi ki de demişim, zaten daha sonra sadece bir mizah yazarı olup çıktım.

        Washington’dan o dönemde yazıp çok popüler olan yazılarım, o günlerde gündemde olan “Beavis and Butthead” çizgi film karakterleri ile Frank Sinatra’nın çıkardığı CD’de Bono ile yaptığı düetin şahaneliği üzerineydi.

        Tamam ben böyleyim, ama şunu da iddia ediyorum: Amerika’nın sadece devlet yapısını, sadece siyasetini anlatmakla olmaz. O ülkeyi oluşturan, dünyada etkili kılan, hatta resmi politikalarını da yayan popüler kültür alanıdır.

        Film kültürünü, müziğini, romancılarını, deneme yazarlarını iyi takip etmezseniz, her türlü dergilerini okumazsanız o ülkeyi kavrayıp anlatmanıza imkân yok.

        BÖYLE OLMAKLA BİRLİKTE...

        Popüler kültürünü anlayıp anlatmadan Amerika’yı anlayıp anlatabilmenin imkânı yok. Bu böyle ama şunu da söylemeliyim: Bence Washington muhabirliğinin altın çağı, ben şehre gitmeden yaşananlardı.

        Hürriyet’in temsilcisi Sedat Ergin, Cumhuriyet’inki de Ufuk Güldemir’di. Bu ikisi o dönemde atlatma haber için fena halde kapışmışlardı. İkisi de popüler kültürden gayet iyi anladıkları halde ciddi haberin dünyasına fena dalmışlardı.

        Bu rekabet hem çok verimliydi hem de uzaktan izlemesi eğlenceliydi. İki çok zeki insan, haber kaynaklarına neredeyse saldırmışlar, Washington’un hemen her gün altını üstüne getiriyorlardı. Üstelik gün içinde kapışsalar da akşam oldu mu ya Nathan’s ya da Cities lokantasında buluşup günün dedikodusunu da yaparlardı.

        BİR WASHINGTON SKANDALI

        Sedat gibi ciddi bir gazeteciden sonra benim onun yerine gelmem, Washington’un Türkiye’yle ilgili birimlerinde mikro bir krize yol açmıştı. Sedat’ın eski haber kaynakları bana alışmakta zorlanmışlar, nasıl davranacaklarını bilmiyorlardı.

        Şöyle anlatayım, gazetecilerle çok az konuşan önemli bir kaynakla yemeğe çıkmıştık. Adamcağız gece boyunca Türkiye hakkında sorular sormamı bekleyip durdu. Ben ise kadınlar ve onların acımasızlığı üzerine konuştum.

        Adam sonunda dayanamadı, ben sormadan anlatmaya başladı. Sustuğunda ise artık iş işten çoktan geçmişti.

        Yani özetle şunu söyleyeyim; bugün jeneriğinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bulunduğu bir film çıktığında ben orada olsaydım, bunu katiyen atlamaz, işi Ertuğrul Özkök’e de bırakmazdım.

        BİLİNÇALTINDAKİ IRKÇILIK

        Amerikan toplumunun belirli kesiminde bilinçaltına sızmış ve arada beyinleri ele geçiren bir ırkçılık var gibi. Bunun sonuçlarına dair polis şiddeti, adam öldürme ve sokak vahşeti haberleri neredeyse hemen her gün geliyor.

        Gerçekte ne olduğunu anlamanın yolu da yine popüler kültürden geçiyor.

        “The People v. O.J. Simpson: The American Crime Story” adlı ödül kazanmış bir dizi var. Bunu internet ortamında bulup tamamını seyrederseniz hem güzel bir vakit geçirirsiniz hem de o toplumda aslında neler olduğunu anlamaya başlarsınız. Bilinçaltına sızmış ırkçılığın neler yapabileceğini ve toplumu nasıl bölebileceğini görürsünüz.

        Bence ABD’deki bugünkü patlamalar, aslında Rodney King’in kameraya kaydedilen polisler tarafından dövülmesi olayıyla başladı ve O.J. Simpson’un cinayetten beraat ettirilmesiyle büyüdü ve bugünlere geldi.

        Diğer Yazılar