Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Topkapı Sarayı’nın çökme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu haberi doğal olarak büyük tartışma yarattı. Uzmanlar, eskiyeni müdürler konuştu, tehlikeyi ve nasıl meydana geldiğini anlattılar.

        Tehlikenin bertaraf edilmesi için neler yapılması gerektiği de söylendi. Ne yapılacağı bilindiği için benim de içim rahatladı, “Madem çözümü biliyorlar, o zaman neden hemen harekete geçilmiyor?” diye düşündüm.

        Bu gecikme için aklıma gelen ilk neden,”Herhalde işin maliyeti büyük olmalı” dedim. Sonra ne kadar para gerektiğini okuyunca gözlerime inanamadım, bu bir şaka olmalıydı.

        10 milyon liraya bu iş yapılabiliyormuş. İlk okuduğumda, “Galiba sıfırları eksik yazmış olmalılar” diye düşündüm.

        HANİ HERKES OSMANLI HAYRANIYDI!

        Düşünebiliyor musunuz, geçmişten kalan en büyük değerlerden olan, tüm dünyanın hayranlıkla izlediği, üzerinde konuştuğu, hakkında filmler çekip kitaplar yazdığı bu büyük eserin kurtarılabilmesi için sadece 10 milyon lira gerekiyormuş.

        Siz de bana hak veriyorsunuz değil mi, bu bir şaka olmalıydı.

        Fetih günü kutlamalarında herkesin sokağa döküldüğü, her vatandaşın kendini bir veliaht gibi gördüğü, arabasına ve evine Osmanlı armaları astığı, bununla ilgili TV dizilerinin rekorlar kırdığı bir ülkede o geçmişin en şanlı eserini kurtarmak için gereken 10 milyon lirayı bu halkın çok göreceğini hiç sanmıyorum.

        “Bu kadar para yok” diye koskoca Türk devletinin bu yıkılma riskini alabilmesini herhalde hiçbir vatandaş affetmez.

        “İlgili bakanlığın bütçesi çok kısıtlıymış” diyorlar. Bütçeler doğa kanunları değildir, insanlar tarafından yapılır. Az gelen bütçe yine insanlar tarafından artırılabilir. Ekonomi doktrininde bunun olmayacağını söyleyen yeni bir gelişme varsa bunu bilemem tabii.

        Türkiye’de hep “Mevzuat uygun değil” saplantısı var, tamam bunu da kabul ediyorum. Ama eğer mevzuat gerçekten uygun değilse durumun aciliyeti göz önüne alınarak o mevzuat yeni duruma uyarlanabilir. “Bu mümkün değil” diyen olursa da “Bu gerektiğinde Anayasa’da yapılıyor, mevzuatta yapılması hayli mümkün” derim

        10 milyon lira, yeni Osmanlılık hayalleri kurmakta olan Türkiye devletinin bütçesinin hiçbir yerinde bulunamıyorsa, Topkapı Sarayı’nın da yıkılmasını seyredecek değiliz ya. Başımızdaki bir eksik de buydu zaten.

        15 Temmuz gecesinden sonra bir ekonomik kriz çıkmasını cebinden bozdurduğu milyarlarca dolarla önleyen bu halk, bu iş için de istenirse rahatlıkla 10 milyon liracık parayı bir yerlerden bulup verir.

        Diyelim bu da olmadı, o zaman da bu ülkenin Başbakan’ı bir telefon açıp örtülü ödenekten biraz para çeker ve Topkapı Sarayı’nın güçlendirilmesi işine hemen başlanıverir.

        Eğer 10 milyon lira için işin yapılamadığı gerçekten bir şaka değilse, eğer ben bu duygularımda haklıysam birileri hemen bir şeyler yapmalı. Umarım siz bu yazıyı okurken gereken para bulunmuş olur.

        GECE MÜDÜRÜ

        Birkaç gündür popüler kültürün önemi üzerine yazıyorum. Yaşadığımız birçok olayı anlamanın anahtarının popüler kültür ürünleri içinde bulunacağını söylüyorum. Eğer Amerika’yı, Moody’s’in Türkiye notunu neden düşürdüğünü gerçekten anlamak istiyorsanız bunu sadece iyi bir film izleyicisi olarak başarabilirsiniz.

        “Özellikle Moody’s’in notlarla neden oynadığını anlamanız için ödüllü ‘The Big Short’ filmini izlemeniz yeterlidir” diye yazdıktan sonra, bir başka örnek, başka konu bağlamında yine dikkatimi çekti.

        Amerikan devletinin “ideolojik devlet aygıtı” (Althusser’in kavramıdır bu) gibi çalışan Hollywood kaynaklı bir filmde, Türkiye ve Cumhurbaşkanı, uluslararası silah kaçakçılığı konusunda karalanmaya çalışıldı ya. Ben de bir “popüler kültür avcısı” olarak, “Acaba bu silah kaçakçılığı olayı başka ürünlerde nasıl işlenmiş” diye baktım.

        BÜYÜK USTANIN ROMANI

        Casus romanlarının büyük yazarı usta John Le Carre’nin yazdığı “The Night Manager” (Gece Müdürü) adlı kitabı uzun süre önce okumuştum. “Acaba bunun dizisi yapılmış mı?” diye araştırırken bir İngiliz yapımı olan aynı adlı diziyi buluverdim. Başrolünde House dizisinden tanıdığımız Hugh Laurie’nin oynadığı bu dizide uluslararası silah kaçakçısı bir adamın hikâyesi anlatılıyor.

        Onun kurduğu örgütün içine, İngiliz istihbaratının içinden bir grup bir ajan sokuyor. Neden “istihbaratın içinden bir grup” dediğimi biraz sonra çok iyi anlayacaksınız.

        Bu ajan, silah kaçakçısının uluslararası bağlantılarını çözmek için çalışacak. Kaçakçı, Türkiye üzerinden Suriye’ye büyük çapta ölüm saçan silahlar sevk etmek için İstanbul ve Suriye sınırına yakın bir bölgede operasyonlar yapıyor.

        İKİYÜZLÜLÜK

        Örgüte sızdırılan İngiliz ajan, kaçakçıyı engellemek için çalışırken bilmediği bir şey de vardır; istihbarat teşkilatının onu oraya gönderen birimi dışında kalanlar aslında kaçakçıyla işbirliği içindedir. Bu işbirliği içindeki İngiliz ajanlara Amerikan istihbaratının içinden de yardım edenler vardır.

        Anlayacağınız, İngilizler bir yandan göstermelik olarak silah kaçakçılığını önlemeye çalışırken diğer yandan tüm güçleriyle Amerika’nın da işbirliğiyle kaçakçılığı desteklemekte ve yönlendirmektedirler.

        Şimdi anladınız mı silah kaçakçılığı üzerine yapılmış son Amerikan filmi War Dogs’un jeneriğindeki bir sahnede neden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın fotoğrafının görüldüğünü. Uluslararası silah ticaretini kendi çıkarları yolunda kullanan Amerikan ve İngiliz istihbaratı, suçu kendi üzerlerinden atmaya çalışıyorlar da ondan. Bu net bir dezenformasyon operasyonudur.

        Diğer Yazılar