Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        James Joyce Nobel alamadı.

        Saul Bellow’a da vermediler.

        John Updike, Virginia Woolf, Philip Roth, Don DeLillo da Edebiyat Nobel’ine uygun görülmediler.

        Şimdi çıkmışlar utanmadan Bob Dylan’a edebiyat ödülü veriyorlar.

        Dylan’ı ne kadar sevsem, şarkılarını ne kadar keyifle dinlesem, şarkı sözlerinde şiirsellik olduğunu kabul etsem de yine bu ödülü kabul edemiyorum.

        Kriterler ne acaba? Sen Philip Roth’u, Saul Bellow’u, Don DeLillo’yu uygun bulmayacaksın, Dylan’a ödülü ciddi bir suratla vereceksin.

        Bu olsa olsa Nobel’in genel değerini düşürmekten başka bir işe yaramaz. Zaten tüm dünyada her düzeyde bir Trump’laşma süreci yaşanıyor. Siyasette belirgin olan bu Trump’laşma süreci, yani “genel kalitenin düşüşü, seviyesizleşme” siyaset dışında da her düzeyde yaşanmaya başladı.

        Son Nobel Edebiyat Ödülü, kendisini bu türden seviyesizleşme süreç- lerinin dışında tutması beklenen Nobel jürisinin de genel seviyesindeki düşüş trendine teslim olduğunu gösteriyor.

        Yazık oldu!..

        PETE SEEGER

        Komünist olduğum yıllarda, Amerikan Komünist Parti’sinin açılış konuşmalarının Angela Davis tarafından yapıldığı dönemde bir Pete Seeger vardı.

        Onun o günlerde bir Nobel alması düşünülemezdi bile; çünkü günün siyasi koşullarına daima uyum gösteren Nobel ödül heyetinin, o günlerde bir komüniste ödül vermesi imkânsızdı.

        ELEŞTİRMENLER

        Şimdi Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldı ya, birçok müzik ve popüler kültür teorisyeni, onun ne kadar da şiirsel olduğunu, gerçek edebiyatın onun müziğinde bulunduğunu söyleyerek hızla birer Dylan teorisyeni olacaktır. Bence müziğinde gerçek edebiyat bulunan müzisyen Paolo Conte’dir. Eğer müziği bir edebiyat duyarlılığı içinde değerlendireceksek, Dylan olsa olsa bir Harlan Coben’dir. Paolo Conte ise bir James Joyce’tur. Bana inanmıyorsanız Youtube’dan parçalarını bulup dinlemenizi tavsiye ediyorum.

        HARİTA VE HİLLARY CLİNTON

        Başkan seçildiği takdirde Hillary Clinton’ın PYD ve Kürtlerle ilgili dostane Amerikan devlet politikasına devam edeceği, hatta o politikayı daha da üst seviyeye taşıyacağı ihtimali Türk devletinin çeşitli kademelerinde rahatsızlık yaratıyor.

        Ben bu konuyu basında ilk kez gündeme getirmiş bir yazar olarak Hillary Clinton’ın bu tavrından hiç şaşkınlık duymadığımı söylemeliyim.

        Nedeni de şu: Yıllardır anlattığım bir gizli haritayı görme serüvenim vardı ya. Hani Pentagon’da Kürtlere verilecek alanla ilgili haritayı göstermişlerdi ya bana.

        İşte bu hadisenin yaşandığı benim Washington’da Hürriyet temsilcisi olduğum yıllarda Amerikan Başkanı Bill Clinton’dı.

        O haritanın Bill Clinton talimatıyla çizdirildiğini ima etmemekle birlikte eğer başkanın buna izin vermeyeceği düşünülseydi Pentagon’daki o insanların bu haritayı oluşturma işine girişemeyeceklerini de biliyorum.

        Yani Hillary Clinton’ın Kürt kartını oynama eğiliminin, kocası Bill Clinton’a kadar uzandığını söylemek mümkün.

        HANGİ JOKER?

        Çizgi roman dünyası kendine özgü kültürü, hayat tarzı olan farklı bir dünyadır. Ben bu dünyayı “Big Bang Theory” dizisini seyrederken tanımaya başlamıştım.

        Tanıdıkça o dünyanın çocuklarını çok sevdim. Kendine özgü kültürü, konuşma dili ve önem verdikleri konular bulunan ayrı bir dünyaydı bu.

        Dizide çizgi roman satılan dükkânlar ve oraların müdavimi olan gençler bir şekilde tanıtılıyordu.

        Ben gerçeğin böyle olup olmadığını anlamak için New York’a ne zaman gitsem o dükkânlara mutlaka uğrar ve içeride sohbet ederek zaman geçiririm.

        Gördüm ki dizide anlatılanlar hiç de abartılı değil, o dükkânların müşterileri gerçekten hayli tuhaf, hayli marjinal kişiliğe sahip insanlar. Yani son derece ilginç ve bana keyif veren türde kişiler.

        Çoğunluğu şehrin Manhattan Adası West Village bölümünde bulunan bu dükkânlardan birinde sabah saat 10.00 civarında bir burbon partisi vardı.

        Bana da bir kadeh ikram ettiler; “Benim için biraz erken” dedimse de “Neye göre erken?” diyerek bana da içirdiler.

        Sohbetin konusu ise “hangi aktörün en iyi Joker karakterini oynadığı”ydı. Grup Heath Ledger’cılar ile Jack Nicholson’cılar olarak ikiye bölünmüştü ve burbonla kızışan ortam hayli hararetliydi.

        Ben tabii ki her zaman olduğu gibi Jack Nicholson’cıların yanında yer aldım.

        Bu Joker işini neden hatırladığıma gelince; biliyorsunuz ABD ve İngiltere’de insanları sokakta korkutan “eli bıçaklı, palyaço maskeli ve kostümlü” insanlar modası başladı. Bu modanın Cadılar Bayramı yaklaşırken daha da yayılması bekleniyor.

        Şimdi Washington’a tekrar çalışmaya gidiyorum ya, böyle bir şey kesinlikle benim de başıma gelecektir diye düşünüyorum.

        Diğer Yazılar