Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Yeni Anayasa değişikliği teklifi bugün TBMM’de görüşülmeye başlanıyor.

        Bugüne kadar bu metin üzerinde doğru bilgilenmeye dayalı tartışma yapılmadı.

        Herkes ideolojik siyasi tavırları ve önyargıları bağlamında bazı şeyler söyledi.

        Açıkça söyleyeyim sonunda sadece “büyük bir ses” oluştu. Saul Bellow bu tür büyük seslerin gürültüye dönüşüp insanların beyinlerini yaratıcı düşünmekten tamamen alıkoyduğunu söyler. Büyük romancıya hak veriyorum.

        Bizde de aynen böyle oldu. Yeni Anayasa’nın getirdikleri hakkında bir türlü doğru bilgilenemedik.

        Bizler de bugüne kadar tavrımızı eksik veya yanlış bilgiler üzerine oluşturduk.

        İnşallah Meclis’te konu üzerinde bugünden itibaren makul bir tartışma oluşursa belki gerçeği şimdi kavramaya başlayacağız.

        Açıkça söylemek gerekiyor, bu Meclis tartışmalarını bilgili izlemek açısından ben kendimi şanslı hissediyorum.

        Çünkü geçen hafta, Anayasa konusu üzerine Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Mehmet Uçum’u dinleme imkânını buldum.

        TUHAF BİR DUYGU

        Sadece teknik açıdan bilgi verici değil aynı zamanda entelektüel haz veren bir konuşmaydı.

        Sayın Uçum, yeni Anayasa’yı tarihi yerine oturttu, global şartlar ve tarihsel gelişim içinde ne anlama geldiğini de son derece birikimli bir şekilde anlattı.

        Onu dinlerken son derece tuhaf bir duyguya kapıldım.

        “Onunla benim bir düşünce sistematiği yoldaşlığımız olmalı” diye bir duygu kabardı içimde.

        Daha sonra mesele anlaşıldı. Yalnız kaldığımda kısa bir araştırmadan sonra eski solcu olduğunu, sol gelenekten geldiğini öğrendim. Düşünsel yoldaşlık duygumun kaynağı da böylece ortaya çıktı.

        BU ANAYASA, GLOBAL DÜNYAYA TÜRKİYE’NİN DAMGASI OLACAK

        Şimdiden söyleyeyim, bu yeni Anayasa ile birlikte Türkiye hem sosyoloji hem de hukuk literatüründe bir devrim yaratacak. Yeni bir dönemin başlangıcını ilan edecek.

        Global dünyanın yeni koşulları, yeni ihtiyaçları, anayasaya bakışlarda da değişim yaşanmasını gerektiriyordu.

        Birçok devlet buna girişemedi, kim bilir eski alışkanlıkları bırakmaktan korkmuş olabilirler.

        Ama şimdi Türkiye çok cesur bir şey yapıyor ve dünyanın değişen koşullarının eskitmiş olduğu eski anayasa paradigmasını bir kenara bırakıyor ve örneği şimdiye kadar olmayan yepyeni bir paradigma getiriyor.

        Bugüne kadar hâkim olan paradigmanın kuvvetler ayrılığı düşüncesine dayandığı söylenebilir.

        Bu kuvvetler ayrılığı düşüncesi gayet tabii ki Montesquieu’ye aittir. Bu fikrin ortaya atıldığı 1740’larda, kuvvetler ayrılığı ilkesine dünyanın ilerlemek, gelişmek için ihtiyacı vardı.

        Ancak koşullar değiştiği halde bu ilke anayasa hukukçuları ve sosyologlar tarafından tarihselliğinden koparıldı ve konjonktürel bir kavram olmaktan çıkarılıp her döneme uyabilecek gibi görüldü.

        Yeni Anayasa metnini oluşturan irade ise koşulların çoktan değiştiğini ve 21’inci yüzyılın ilk çeyreğindeki konjonktürel koşullara katiyen karşılık gelemediğini düşünüyor.

        Ben de aynı fikirdeyim.

        Yeni global dünyamızda her ülkede etkin, hızlı, dinamik ve yoğun kararları alıp uygulayabilecek bir yürütmeye ihtiyaç var.

        En güçlü başkanlık sistemi var olan ABD’de bile kuvvetler ayrılığı paradgması içinde kalındığından devlette etkin ve doğru kararlar alınamıyor. Hatta devlet bürokrasisi bazen bütçeler kalmadığı için tamamen durabiliyor bile.

        CUMHURİYETİ GÜÇLENDİRİYOR

        Yeni Anayasa’nın oluşturulmasına karar veren irade bu tür örnekleri de bilerek ve dünyanın yeni bir hukuk ve sosyoloji paradigmasına ihtiyacı olduğunu tespit edip yeni Anayasa metnini ortaya çıkardı. Bu kadar devrimci bir işe giriştiği halde cumhuriyet sistemini değiştirmeyen, hatta onu daha da güçlendiren bir sistem reformu metni oluşturmuşlar.

        Sayın Uçum’a anlattıklarından sonra şu soruyu yönelttim: “Eski dönemlerde hâkim olan paradigmaya Montesquieu’nün adını uygun görüyoruz, peki Türkiye’nin bir devrim niteliğindeki bu yeni Anayasa metnine yakıştırabileceğimiz bir düşünür var mıdır?”

        Tahmin ettiğim gibi cevap “Yok” oldu.

        Sayın Uçum da ben de yeni Anayasa’mızın tüm dünyada tartışılıp örnek alınacağına ve bunun üzerine sosyologların, hukuk teorisyenlerinin bilimsel kitaplar yazacağına inanıyoruz.

        KAVGA ETMEDEN TARTIŞILSIN

        Demokrasilerde her mecliste kavga çıkabilir.

        Hatta buna “demokrasinin normalidir” bile diyebiliriz, ama makul düzeyde kavganın, tartışmanın yerine büyük arbedeleri koyarsak, işi uzatırsak tartışılması gereken asıl konu önemsizleşir.

        Updike’ın dediği gibi, “Bu tür büyük sesler bizlerin rasyonel, makul ve yaratıcı düşünme yeteneğimizi elimizden alıyor”.

        Halbuki özellikle bugün makul, rasyonel ve yaratıcı düşünebilen insanlara ihtiyaç var Meclis’te.

        “Hiç tartışma ve hatta kavga olmayacak” demiyorum, ama lütfen hepimizin hayatını ilgilendiren bu konu üstüne, anayasa üzerine konuşulurken herkes sakin olmaya çalışsın.

        Her taraftan makul sesler gelirse üzerinde anlaşabileceğimiz ortalama makulü de bulabiliriz.

        LADY ASTOR VE CHURCHİLL

        Winston Churchill siyasi tartışmalarda müthiş zekâsını daima kullanırdı. Parlamentonun bir üyesi olan Lady Astor ile araları hiç iyi değildi, hiç anlaşamazlar, hep tartışırlardı.

        Bir gün Lady Astor, Churchill’e “Eğer ben sizin karınız olsaydım kahvenize zehir koyardım” dedi.

        Buna Churchill’in cevabı şu oldu: “Ben sizin kocanız olsaydım o zehirli kahveyi zevkle içerdim.”

        Diğer Yazılar