Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Lanet olsun, ben iki telefonla dolaşıyorum. Bu telefonları konuşmak için kullanmak gibi retro bir âdetim tabii ki olamaz. Hiç ihtiyacım olmadığı halde ikisinden de devamlı haber alıyorum.

        Global saat farklarını düşünürseniz ikisi de gece gündüz “Yeni bir haber var” diye carlıyor. Ben de her defasında “Elinin körü” diyorum.

        Telefonlar yeni haber için her carladığında içim korkudan bir tuhaf oluyor. Çünkü gelen her haber ya bir savaşı ya da terörü, ölümü, felaketi bildiriyor. Maşallah Trump da her saat absürt şeyler yapmayı bir şekilde başarıyor. Ya da söz konusu bir ekonomi haberiyse benim daha da fakirleştiğimi anlatan bir bülten gibi oluyor.

        Bende galiba bir haber bağımlılığı oldu zannediyorum. Çünkü her carlamasında telefonu mutlaka okumak zorundayım. Aslında “telefonu okumak” sözü bildiğimiz anlamıyla medeniyetin çoktan sona erdiğinin de bir göstergesidir.

        Önceki gece biraz erken yatayım dedim. Bağımlıyım ya, aslında düşmanlarım olan telefonları da başucuma aldım. Tam uykuya dalıyordum ki yine carladı biri.

        Korkarak elime aldım telefonu; şehit mi var yoksa bir terör mü veya tüm ailemi kısa sürede aç bırakacak yeni bir ekonomik gelişme mi oldu diye yine okuyacağım lanet olası telefonu.

        Aldığım haber daha da korkunçtu; çünkü beni her zamankinden fazla perişan etti. İlk önce okuyunca anlayamadım; ne yazdığını tam kavrayabilmem için birkaç defa okumam gerekti.

        Flaş olarak geçen haberde şunlar yazıyordu:“Beyonce, ikiz bebeklere hamile olduğunu açıkladı.”

        Kimin ipinde bu? (Tabii gecenin yalnızlığında bunu çok daha farklı, geleneklerimize uygun bir biçimde ifade ettiğime emin olabilirsiniz. Şimdi bunu yazarken bile keşke “Kimin ipinde bu?” sözünü yine geleneklere uygun biçimde yazmamın imkânı olsaydı. Bu kadar ahlak düzeyi yüksek bir toplumda yaşıyor olmasaydım daha rahatlardım diyorum kendi kendime.)

        Ben, Beyonce’nin yumurtalıklarının Jay Z’nin spermini doğru biçimde yakalamayı başardığını niye umursayayım ki? Zaten Jay Z’den insan olarak fazla hoşlanmam. (Ondan daha çok Oray hoşlanır.Bu muammayı çözmek için ona sorun isterseniz nedenini. Bakın adam 24 saat boyunca yazar oldu; her türlü soruya da açık olmalı.)

        Jay Z’den hoşlanmıyorum, o vücuduna rağmen Beyonce’ye de zerre kadar sempatim yok. Eee yumurtalıkların ve spermin sahipleri hakkında böyle düşündüğüm halde onların sonucu olan ikiz bebekleri umursayacağımı nasıl düşünebilir o haberi bana gönderenler anlamıyorum ki.

        ORAY, HAMİLTON MÜZİKALİNİ İZLEMİŞ

        Oray’ın çok zor ve pahalıya bilet bulunan Broadway’deki Hamilton müzikalini izlediğini anlattığı yazısını okurken birçok duygu arasında gidip geldim. Hepsi de uç duygulardı, içinde bir tane bile makul olanı yoktu. Zaten köşe yazarları- nın makul olanı pek yoktur. En makul olanlarından biri Ertuğrul Özkök, siz düzeyi düşünün artık.

        Oray’ı okumaya başladım, sonra birdenbire aklıma oyun biletlerinin ortalama 850 dolardan satıldığı geldi. Yazısında bu fiyatı teyit ettiği bölüme gelince, “Müdürlerime bir ziyarette bulunmamın zamanı geldi artık” diye düşündüm.

        Şanslıyım ki Yayın Yönetmenim Selçuk Tepeli. Boyu bosu, kilosu bana uygun. “Adam bir şov izlemek için 850 dolar verebiliyorsa ona verilen maaş nedir?” sorusuna cevap aldıktan sonra gerekirse onu rahatlıkla öldürebilirim diye rahatladım.

        Onun yerine Fatih Altaylı da olabilirdi. O zaman işim hayli zorlaşırdı. Çünkü Vanlı Fatih, Van canavarından bir gıdım küçüktür. Van canavarının hangi cüssede olduğunu merak ediyorsanız, Rahmi Turan’ın Hürriyet’te yayın yönetmeni olduğu tarihi bulun. Yayın yönetmenliğinin ilk günlerinde gazetenin birinci sayfasında Van canavarının temsili resmini yayınlamıştı. Temsili resim bile sayfanın neredeyse tamamını kaplıyordu, siz artık gerçeğinin boyunu düşünün.

        Gerçi bu Fatih bana karşı boy bos avantajına pek güvenmenin yanlış olduğunu çok iyi bilir. Birlikte Hürriyet’te çalışırken ben her gün silahlı dolaşırdım. Çünkü orada da müdürlerden hoşlanmazdım. İstikrarlı olduğum tek duygum, “müdürlerden hoşlanmama”dır.

        Silahlı dolaştığım gerçeğini Fatih bilmiyordu, ama sonra acı bir şekilde öğrendi. Bir gün heyula gibi başıma dikildi, benimle dalga geçip döveceğini söyledi. Ben de “Öyle mi Fatihcim, bir dakika” dedim ve masamın bir gözünden 1000 voltluk şok aletini, diğerinden de salladığınızda ucundan çelik sopa çıkan copumu çıkardım. Sonra da ona sevecen bir ifadeyle bakmaya başladım. Bunu görünce Fatih kendinden umulmayan bir çeviklikle kaçıp 1000 metre koşu rekorunu egale etti.

        Selçuk bilmem anlatabiliyor muyum, umarım bu Oray konusunun makul bir açıklaması vardır. Neyse ki iş büyümeden gizemi çözdüm. Meğer Oray da para vermemiş bilete. Ertuğrul Özkök’ün biletiymiş, o gidemeyince Oray izlemiş şovu.

        Bunu duyunca Ertuğrul’u artık kesinlikle öldürmem gerektiğine karar verdim. Adamla yıllardır çalıştık, yayın yönetmenim oldu. Bana hiç şova bilet almayı düşünmedi, yemek bile ısmarlamadı. Bir gün evinde misafirdim, pizza söyledik “Bende para yok, sen ver, ben para taşımam” dedi. Misafirlikte yediğim pizzanın parasını bile bana verdirdi. Şimdi güya testosteronu yüksekmiş; ben o testosteronu düşürmeyi bilirim yakında.

        Şimdi bile ne zaman yemeğe çıkmamız söz konusu olsa Ertuğrul daima rejimde oluyor. Fiziksel görünümünü Örümcek Adam figürüne benzeten bir adam neden sürekli aç dursun ki? Yeter ki bana yemek ısmarlamasın, onun derdi bu.

        Ama Oray söz konusu olduğunda bizim belki bütün yıl boyunca her hafta yemeğe çıkabileceğimiz kadar parayı verebiliyor. Bunun hesabı mutlaka sorulmalı, bakalım şans kime gülecek?

        Diğer Yazılar