Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        18 yaşında Amerika’ya ilk geldiğimde bir kızla konuşma cesaretini toplamam için 18 ay geçmesi gerekti. Evet “18 ay” dedim, ne sanıyorsunuz.

        Ben tek TRT kanallı televizyon kuşağındanım, kadınlara en fazla yaklaştığım an lise mezuniyet partisinde slow dans ettiğimdeydi.

        Seks benim için ucuz Alman porno filmlerinden gördüğüm soyut bir şeydi.

        Üstelik çirkindim de, “Şimdi de çirkinsin” diyeceklere şunu söyleyeyim: Şimdiki çirkinliğimi alın, bunu bin ile çarpın, o zaman o kadar çirkindim işte.

        Doğal çirkinliğimin üzerine ergenlik hormonları da basmıştı, “homo sapien” olmaktan çıkmak üzereydim o zamanlar.

        Doğal evrim süreci benim şahsımda tersine dönmüş gibiydi; geriye doğru evriliyordum sanki. Üstelik bıyık da bırakmıştım.

        İşte bu yüzden ilk konuşma girişimim için 18 ay bekledim.

        18’inci ayın sonunda hayatımda bir kız olmadığı takdirde artık intihar etmeye karar vermişken sonunda gözü kararttım ve tüm cesaretimi toplayıp üniversite kampusunda gördüğüm kızın yanına yaklaştım.

        Sonraki diyaloğumuz, bence “İnsanlar arası diyalogsuzlukların tarihi” adında bir ansiklopedi olsaydı ona önsöz olacak kalitedeydi.

        İlk diyaloğum şöyle oldu:

        Ben: Hi (Selam).

        Kız: Why (Neden)?

        Ben: Why not (Neden olmasın).

        Kız: Bye (Hoşçakal)

        Ben bu “hi, why, why not, bye” diyaloğunda belirgin bir müzikallik olduğunu kabul etmekle birlikte bir adamın ilk selamının kız tarafından “Neden?” diye cevaplandırılmasının hayli travmatik olduğunu da söylemeliyim.

        Bu travma uzun yıllar boyunca, hatta bana kadınlarla diyaloğu tamamen kestiren son diyalog girişimime kadar sürdü.

        Arada geçen yıllarda utancım aşırı abartılı bir biçimde geçti, hatta bazılarına göre utanmaz bir rezil olduğum bile söyleniyor.

        Bu dönemde, “Bir erkek, bir kadınla ne tür travmalar yaşayabilir?” konusunda eğer bilimsel bir liste varsa o listedeki tüm maddeleri bizzat denemek zorunda kaldım.

        Son diyaloğum ise şöyle oldu:

        Ben: Hanımefendi, size içtiğiniz içkiden bir tane daha ısmarlayabilir miyim? Kadın: Olur, peki ama ne zaman evleneceğiz? Biliyorum, ikisi de uç noktada kalan deneyimler ama aradaki yıllarda ben bu iki ucun ortasını, normalini bir türlü bulamadım.

        Şu anda bana tüm hayatım, “Makul bir diyalog nasıl kurulamaz?” konulu bir trajediymiş gibi geliyor.

        KARIMLA SON DİYALOĞUMUZ

        Şu anda evliyim, bir çocuğumuz var ve karım beni mutsuz, perişan kılmak için ne kadar bilinçli gayret gösterse de kendimi mutlu hissediyorum.

        (Bazı kendini bilmezlere göre bu bir önceki cümle, aptal bir erkeğin tanımını oluşturuyormuş.)

        Bütün bunlara rağmen diyalogsuzluğum hâlâ sürüyor.

        Diyalogda makul olanı daha bulamadım.

        Son yaşadığıma bir bakın, ne demek istediğimi gayet iyi anlayacaksınız.

        Ben, “Karıcığım, sohbete biraz sonra devam ederiz, şu yazıyı bir bitireyim” dedikten bir saniye sonra Rana şunu söyledi:

        “Geçenlerde televizyonda gösterdiler; bir kadın 9 yaşındaki kız çocuğunun aslında erkek olmak istediğini ve kızın cinsel kimliğini reddedip erkekliği seçtiğini söylemiş.”

        Ben o arada bundan çok daha sıkıcı olduğuna inandığım bir konuyla, Suriye’yle ilgileniyordum.

        Bana anlatılan konuyla da, yazmaya çalıştığım konuyla da çok ilgilenmiyorum, ama açıkçası bana tercih imkânı verseler cinsel kimlik meselesinin üzerine gitmeyi tercih ederdim.

        Ama yazıyı yazmam gerektiğinden konuyu kısa kesmek için, “9 yaşındaki kız çocuğu cinsel kimlikten ne anlar? Onun annesini ya tımarhaneye ya da hapse tıkmalı” dedim.

        MESELEYE DAMARDAN GİRDİ

        Konunun o aşamada fiilen sona erdiğini gören karım ise susmaya niyetli değildi ve beni tahrik etmek için damardan girdi konuya.

        “Peki biseksüeller hakkında ne düşünüyorsun?” diye sordu.

        Bu sorunun beni sinirlendireceğini biliyordu.

        Nitekim acayip derecede ajite oldum; Suriye konusunu tamamen unutup ayağa filan fırladım.

        Ve “Saçmalamasınlar, biseksüel diye bir şey olamaz. Bu bir kandırmacadır. Sence bir adamın aynı anda hem Recep İvedik’le hem de Nicole Kidman’la sevişmekten aynı ölçüde zevk alması mümkün mü?” diye haykırdım.

        Rana, “Ne bağırıyorsun, şimdi ben bir bağırırım ne olduğunu şaşırırsın” dedi ve nasıl bağıracağının provasını yaptı.

        Sadece o prova nedeniyle bile bulunduğumuz siteye polis ve ambulanslar çağrıldı.

        Ben yavaşça evden tüyerken Rana arkamdan, “Peki biseksüalite sence yoksa LGBT örgütü neden var; acaba oradaki B’yi ne yapacaksın, söylesene kaçma gel” diyordu.

        Sokağa çıktığımda LGBT örgütüne, örgüt isminden B harfinin çıkarılmasını talep eden uzun bir gerekçeli dilekçe göndermeyi düşündüm.

        Diğer Yazılar