Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Sosyal ve kültürel çöküşüm bütün hızıyla sürüyor. Olan bitenlerin ardından bundan sonraki aşamanın cüzzamlı bir evsiz kadınla cinsel ilişkiye girmem ihtimali olması hayli büyük görünüyor.

        Kayda geçmesi için söylüyorum; başıma gelmekte olan her şey için Yayın Yönetmeni Selçuk Tepeli’yi sorumlu tutuyorum.

        Onun yayınlamayacağı haberler için kendimi paralarken, bunu fazla masraf olmadan yapayım derken hemen her gece Frantz Fanon’un “Yeryüzünün Lanetlileri” adlı kitabında tanımladığı sosyal grupla iç içe yaşamaya, bırakın iç içe yaşamayı onlardan olmaya başladım.

        New York-Washington arası gidiş gelişleri ucuza getirmek için, bu lanetlilerin şehre tamamen hâkim olduğu, şehrin ciddi bir bilimkurgu sahnesine dönüştüğü saatlerde sokaklarda olmak ve aslında morglara ceset taşımaktan başka hiçbir işte katiyen kullanılmaması gereken otobüslerde seyahat etmek gerekiyor.

        Yine vücudu benim koltuğuma ve kucağıma taşan bir adamla yan yana oturarak ve içine rüzgâr esen bir otobüsle yaptığım seyahat sonrasında normal insanların ya seviştiği ya da uyuduğu sabaha karşı 02.30 gibi bir saatte New York’a geldim.

        Evime gitmek için yine trene binmem gerekiyor, ama sabah bir kaza olmuş ve trenler seferden kaldırılmış. Türkiye’de işçilerin yarım saatte düzeltebildiği bir sorunu buradaki işçiler en az 4 günde halledebiliyorlar.

        Artık tren olmadığı için evime varabilmemin tek yolu, 10 kilometre kadar yüzüp karşıya geçtikten sonra bir de 150 kilometrecik yürümek. Benim yorgunluktan bulanmaya başlamış beynim bile bunun pratik bir yol olmadığını çıkarabiliyordu.

        Birkaç taksi de vardı o saatte ama onlara binmek için 2 bin kişi kadar sırada beklemekteydi.

        RANA’YI KIZDIRACAĞIMA ÖLÜRÜM DAHA İYİ

        Rana’yı arayıp gelip beni almasını isteyebilirdim, ama bu riski almak yerine sabaha kadar sokakta yaşamanın daha iyi bir fikir olacağını düşündüm.

        New York’un 24 saat yaşayan bir şehir olduğunu anlatan o şarkılara inanmayın siz, o saatte tek bir açık yer bile yoktu. Yeri gelmişken ben Frank Sinatra’nın “New York, New York” şarkısının bir insanlık suçusayılarak yasaklanması taraftarıyım.

        İstasyonun içi doluydu. Evlerine dönemeyen benim gibi insanlar, bir felaket sonrasında yön ve zaman mefhumlarını kaybetmiş zombiler ordusu gibi öylece ayakta dikilmekteydiler. Bir mucize olmasını bekler gibiydiler. O saatte Manhattan’da yaşanabilecek tek mucize, hepimizin aniden salgın bir hastalıktan ölüp ortadan çekilmemiz olabilirdi ve bu da bence o anda kuvvetli bir ihtimal dahilindeydi.

        Hava evsiz insan kokuyordu. Bu leş kokusu gibi bir şey. Malum onlar yıkanma imkânından yoksunlar ve Amerika sosyal devlet olmayı bir ayıp olarak gördüğü için böyle işlere para ayırmıyor. Onun yerine parayı bomba üretmeye verebiliyor. Kimse de bunun adil olmadığını söylemiyor nedense.

        İşin tuhafı, bunu söyleyen olduğu zaman da buna en çok karşı çıkanlar, sosyal devletten en fazla yarar sağlayacaklar oluyor.

        SON YEMEK

        Sabah 05.00’e doğru korkunç acıktım.

        Birden istasyon içinde uyumakta olan tüm evsizlerin aniden ayaklanıp sokağa doğru yöneldiklerini gördüm. Başka yapacak işim olmadığından ben de onlarla birlikte yürümeye başladım. Sokakta hayır kuruluşlarından gelen çorba ve yemek dağıtılan kamyon vardı.

        Ben evsizlerin o kamyonu yağmalamaya başlayacağını beklerken herkes düzenli bir şekilde sıraya girdi. Ben de girdim.

        Tek umudum, bize yemeklerin daha sonra atılan plastik paketlerde verilmesiydi. Çünkü eğer tabaklar yedikten sona geri veriliyorsa, bunun benim ölümden önceki son yemeğimin olması kesin gibiydi

        Neyse sıram geldi, plastik tabaklarda çorba ve et yemeğini aldım. Evsizlerle birlikte yere oturdum ve büyük bir iştahla yemeye başladım. Etimi yerken, “Evsizlere neden kırmızı şarap da dağıtılmıyor” diye kızdım.

        ONU MAALESEF YİNE HATIRLADIM

        Yemeğimi bitirdikten sonra saat, Türkiye saatiyle 13.00’e yaklaşıyordu. Doymuş olmanın ve o saatte Selçuk’un yazımı almama kararı vermiş olduğunu düşünmenin verdiği duyguyla galiba şekerim oynadı, biraz uykuya dalmışım.

        Böylece 40 yıl sonra tekrar Manhattan sokaklarında uyuyarak bir gece daha geçirdim.

        Uyandığımda gördüğüm korkunç rüyanın hâlâ devam etmekte olduğunu sandım; çünkü yanımda oturan evsiz adamın başı kucağıma düşmüştü.

        Onu uyandırmaya korktuğumdan güneşin doğmasını hareketsiz beklemek zorunda kaldım.

        Sabah işine gitmekte olan bir kadın, kucağıma bir cent bıraktı. Bunu da Selçuk’a hediye edeceğim.

        Diğer Yazılar