Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        TÜRKİYE’nin yakın geçmişinin birçok dönemini bizzat yaşayacak kadar yaşım oldu. Daha eskilerini de babam paylaşıyor benimle.

        İkimizin de ortak fikri, iç huzuruyla sadece var olabilmenin bile bu kadar zorlaştığı başka dönem olmadığı yolunda. Birçok insanın içi endişeyle dolu. Sakinliği, huzuru özler hale geldik.

        Bana göre 2018 yılı sadece var olmanın bile radikal bir sanata dönüştüğü yılların başlangıcı olacak.

        Dengesi bu kadar bozulmuş, düşmanlıkların bu kadar arttığı, her an tırmanan endişelerin, tehlikelerin bulunduğu bir dünyada, özellikle bölgemizde arada bir de olsa iç huzurunu, sakinliği sağlayacak sistemleri kurarak yaşayabilme becerisi, radikal yeni sanatın temelini oluşturacak.

        Bizler bunu başarabilirsek hepimiz sadece var olarak bile birer sanatçı haline dönüşeceğiz. Öyle görünüyor ki hepimizin iyi bir sanatçı olması gereği önümüzdeki günlerde daha da artacak.

        Hep kavgaların, çatışmaların, gerginliklerin olduğu bir gelecek anlatılıyor bize. Artık kendimiz ve sevdiklerimizin geleceği için güzel şeyler söyleyen ve umut yaratan söylemler ortada görünmüyor.

        Bu saldırıdan bireysel kurtuluş için kimseye tavsiyelerde bulunacak durumda değilim; çünkü benim de endişelerim, huzursuzluklarım hayli fazla.

        Alternatif tarih söylemleri vardır ya ben de o tarihçilere benzemeye başladım. Hani “İkinci Dünya Savaşı’nı Almanlar kazansaydı” diye alternatif tarihi yazıp Almanların hâkim olduğu dünyada neler olabileceğini anlatırlar.

        Ben de son günlerde, “Keşke Türkiye şöyle olsaydı, keşke Ortadoğu politikasında şunları yapmasaydı, şimdi ABD ile kavgalı olmasaydı, komşularının tümüyle ilişkisi iyi olsaydı” diye kafamda alternatif tarihler yazıp duruyorum.

        “Keşke bazı hataları yapmasaydık” diye başladığım bazı düşüncelerim, itiraf etmeliyim ki beni huzurlu bir ülke düşünme aşamasına getiriyor. Ama tabii ki sonra birden gerçeğe dönüyorum ve bugünü hatırlayıp üzülüyorum.

        Günümüz global dünyasında bu durum sadece Türkiye’ye özgü de değil. Amerika’da da insanlar tedirgin ve “Keşke böyle olmasaydı” diye alternatif tarihler yazanlar orada da çok. Okuduklarımdan anladığım kadarıyla her ülkede durum böyle.

        Durum bu şekilde olunca sadece birey olarak var olmanın radikal bir sanata dönüştüğü bu dünyada kendimizi yönetmeye yönelik “mikro management” sistemlerinin önemi çok artıyor.

        KAİSEKİ

        Artık zorunluluk haline gelen bir varoluşsal radikal sanatçı olma arayışlarım sürüyor. Birçok gerginlik ve huzursuzluğun inanç bazında oluştuğu veya böyle sunulduğu dünyamızda eğer inançlı olsaydım bunun da yetmeyeceğine dair kuşkum var.

        Benim arayışlarım daha çok seküler dünyevi temelleri olan sistemler üzerine. Bu süreçte Japonya’da “kaiseki” kavramıyla karşılaştım. Bunu düşünmek bile içime biraz huzur veriyor, bu nedenle sizinle paylaşmak istiyorum.

        Kaiseki, yemeğin sanat haline dönüşmesi olarak anlatılabilir. Kaisekide her yemek tabağı bir sanat eseri, bir tablo titizliğiyle hazırlanıyor. Bir yemekte yiyeceklerin hangi sıralamayla yeneceğine şef karar veriyor.

        Ama kaiseki sadece yemeğin kendisiyle alakalı değil, hangi ortamda huzurlu yendiği de çok önemli. Japonlar bu yemeğin insana huzur ve sakinlik vermesi için her şeyi düşünüyor. Kaiseki lokantaları genellikle çok güzel Japon bahçelerinin içinde yer alan, “tatami” yer döşemeli “rayokan”da (küçük Japon evlerinde) bulunuyor.

        Rayokana girdiğinizde size huzur ve sakinlik verecek şekilde planlanmış bir karşılama ve sizi hazırlama süreci başlatılıyor. Bazen yemekten önce sıcak banyo alıp bahçede biraz dolaşmanız bile isteniyor. Sonra her biri sanat eseri şeklinde tasarlanmış yemekler, geyşalar tarafından birbiri ardına servis ediliyor. Ziyafet geleneksel çay töreniyle bitiyor.

        Tüm olay sadece sizin var olduğunuz huzurlu bir ortamda, iç huzurunuzu bulmanız için tasarlanmış.

        Yemekte buluştuğumuz zaman savaşları, krizleri, ekonomiyi konuştuğumuz Türkiye’de bizim bunu başarmamız imkânsız. Kaisekiyi sembolik olarak alıp kendimize mikro kaiseki dünyaları oluşturmaktan başka çaremiz kalmamış gibi görünüyor.

        Diğer Yazılar