Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Benim gibi kendilerini entelektüel açıdan doyumsuz hisseden haberdar okuyucularım başlığı okur okumaz mutlaka "Robert Capa Vietnam savaşında mayına basarak öldü ,onun Afganistan meselesi ile ne alakası olabilir?" diye düşüneceklerdir.

        Haklılar da bunu düşünürlerse.

        Robert Capa özellikle İkinci Dünya Savaşı'nda cephede çektiği müthiş savaş fotoğrafları ve özellikle Normandiya Çıkarması'ndaki fotoğraflarıyla meşhur olmuştur.

        Onun savaş muhabiri olarak çalıştığı dönemde Afganistan henüz dünya gündemine bugün olduğu gibi girmemişti.

        Ben Robert Capa’yı, aşkı en iyi anlatan fotoğraf arayışım sürecinde daha detaylı tanımak imkanım oldu.

        Başka yazımda aşkı anlatan fotoğrafı neden Capa’da bulduğumu da anlatacağım ama ayrıca onun sayesinde savaş fotoğraf muhabirliğinin yapısı üzerine daha derin düşünmek fırsatım oldu.

        (Savaş fotoğrafçılığı üzerine iyi bir kaynak Geoff Dyer ‘Working The Room’ özellikle sayfa 1 ile 50 arası, ayrıca John Berger ‘Selected esaays' içinde ‘Photographs of Agony,’ başlıklı denemesi s.279)

        BATI'NIN TEKELİNDE

        Ve gördüm ki savaş fotoğraf muhabirliği denilen alan neredeyse tamamen ‘Batı’ ülkelerinin kontrolü altında. İsteyen buna emperyalizmin kontrolü de diyebilir, itirazım olmaz buna.

        Bunda savaş muhabirlerinin bir suçu yok. Onların çoğu gözü pek, korkusuz ve ön cephede yer almak için çabalayan insanlar.

        Dahası çoğu da yer aldıkları savaşta o dönemde ‘düşman’ olarak tanımlanan insanlara karşı da önyargısızlar, çoğu onları sadece kameralarının lenslerinde nasıl görüneceklerine bağlı olarak tanımlama eğilimindeler

        SORUNSAL ŞU

        Zaten işte tam bu noktada benim kafamda sorunsal olarak belirlenen mesele çıkıyor ortaya. Savaş muhabirleri zorunlu olarak kendi orduları ile birlikte cepheye gidiyorlar.

        Örneğin Vietnam savaşı gibi bir yerde bağımsız muhabir olarak ormana tek başınıza girip iki tarafı da objektif fotoğraflama imkanı yok. Cepheye gidecekseniz kendi ordunuz ile bir asker gibi gideceksiniz. Askerden tek farkınız silahınızın değil fotoğraf makinenizin olması.

        Vietnam savaşında bir bölüğün teslim olmadan önce silahlarını imha ederken bir gazetecinin de kendi fotoğraf makinesini imha ettiği de anlatılır.

        Durum böyle olunca bizler medyada savaşın gidişatını izlerken olan biteni daima sadece tek bir tarafın gözüyle görüyoruz.

        Ben Vietnam savaşında savaşı Amerika’nın düşman diye tanımladığı tarafın içinden onların gözüyle fotoğrafları çeken bir muhabir bulamadım.

        Bulabildiğim tek Asyalı fotoğraf muhabiri ise Reuters muhabiri çıktı. Yani o da savaşta Amerikan ordusu ile hareket etmek zorundaydı.

        (Benim Vietnam savaşı hakkında aklımda kalan en korkunç görüntü bir belgeseldeydi. Saygon’un teslim olduğu anlardandı görüntü. Şehirde bir anda büyük bir sessizlik oluyor. Tenha bir yol gözüküyor. Biraz sonra o yoldan şehri teslim alan Kızıl Kamerler şehre giriş yapacaklar ve dünyayı ’Ölüm Tarlaları'na götüren Kızıl Kamer vahşeti başlayacak. Tüm şehir acı sonunu beklemekteydi o anda ben Reuters’e çalışan Asyalı muhabirin o anda, o şehirde bulunması durumunda neler hissedeceğini doğrusu merak ettim. Kızıl Kamerlerin Amerika'ya çalışan bir Asyalı'ya iyi davranmayacağı herhalde tahmin edilebilir.)

        Meselem şu. Savaşın fotoğrafını çekmek için orada bulunan muhabirin çektiği tüm ölenlerin fotoğrafları kendi ülkesinin askerleri olmak zorunda.

        ‘Camera Lucinda’ adlı fotoğraf üzerine klasik kitabın yazarı Roland Barthes, örneğin yürümekte olan askerler fotoğrafını ‘Bu şimdi ölü, bu da biraz sonra ölecek’ diye korkunç bir şekilde tanımlamıştır.

        Savaşta düşman olarak tanımlanan insanların nasıl öldükleri ise ne yazık ki görünmüyor. Savaş muhabirliği ve fotoğraf teçhizat üstünlüğü, ayrıca medya tekeli de Batı'nın elinde olduğundan ölüm acısını ağırlıklı olarak sadece Batılı asker yaşarken görüyoruz. Düşman ise görünmeyen ölümü yaşıyor onlar sadece öldüren taraf olarak zihinlerde neredeyse otomatikman konumlanıyor.

        (Haksızlık etmemek için Batılı muhabirler savaşta karşı tarafın çektiklerini de göstermek için çaba göstermişlerdir ama bu her zaman yeterli olmayabiliyor. Çünkü asıl görüntü ağırlığı daha uzun zaman harcanan taraftan geliyor.)

        Durum böyle olunca bizlerde kaçınılmaz olarak öldüren taraf hakkında bir sürekli kötülük yapan insanlar imajı oluşması kaçınılmaz. Bu her zaman yanlış da olmayabilir ama burada önemli olanın bir ideolojik imajın nasıl mekanizmayla oluştuğunu görmemiz.

        Vietnam savaşında bu olmuştu ve şimdi de Afganistan’da Taliban hakkında da bu mekanizmalarla bir fikrimiz oluşturuluyor.

        Onlar tarafından savaşın nasıl gittiğini ve hangi koşullar altında savaşıldığını aktaran fazla savaş foto muhabiri yine yok.

        Diğer Yazılar