Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Sanki bir şehir efsanesi gibi CHP’min neden yıllardır oyunu bir düzeyin üstüne çıkaramadığı, tek başına aldığı oy ile iktidar olamayacağı ve partinin alacağı oy miktarının hep bir bandın içinde kalacağı üzerine çeşitli teoriler yapılır.

        Siyasetle çok ilgili olsun olmasın hemen herkesin bu konuda bir teorisi mutlaka vardır.

        Yıllardır partinin oy oranının hangi miktarın üstüne çıkamayacağı üzerine de çeşitli rakamlar verilir ama kabul edilen rakam ne olursa olsun CHP oyunun bunun üstüne çıkamayacağı kesinmiş gibi konuşulur. Üzerine çıkılamayacak rakam olarak genel kabul edilen oran yüzde 25 civarıdır. Konjonktüre göre bu oranın üstüne çıkılabilir ama konjonktür geçince buna geri dönüleceği de varsayılır.

        Neden bu böyle? Yoksa hurafelere inanan bazı siyasilerin diyebileceği gibi CHP üzerinde gerçekten ilahi bir kontrol mü var? Yoksa partinin kimyası Türk halkının çoğunluğuyla gerçekten uyuşmuyor mu?

        İnanca dayalı, kültürel birçok açıklamaya isteyen inanabilir.

        Ama ben Türkiye’nin en kritik seçimi yaklaşırken CHP’nin geçmişte hep bir oy oranı bandına sıkışmış gibi olmasının bilimsel bir açıklaması olması gerektiğine inanıyorum.

        Bence bu açıklama CHP’nin ekonomi politikası tarihinde yatmaktadır dahası bunun kökenleri Atatürk’ün uygulattığı ekonomi politikası tarihine kadar uzanmaktadır.

        Yani anlayacağınız CHP hem Atatürk gibi büyük bir kurucu ve lidere sahip olmanın onurunu ve şerefini yaşamaktadır hem de onun zorunlu olarak, Türkiye’yi kurtarmak için uygulattığı ekonomi politikalarının da istenmeyen sonuçlarının bedelini üzerine bir türlü çıkamadığı oy oranı şeklinde ödüyor olabilir.

        Aslında bu çok daha kapsamlı bir çalışmanın konusu olabilecek kadar önemli ve ayrıntılı bir konu.

        Ancak nasıl ki 2023 yılında ekonomiyi kurtarmak için acil bir plan ihtiyacı olacaksa seçime girecek partiler hakkında düşünmek de o kadar acil bir konu.

        Bu yüzden sadece ileride yapacağım çok daha kapsamlı bir çalışma için almış olduğum notlar şeklinde de olsa da bu konuya bugün bu yazıda girişeceğim.

        (Tam şeffaflık olsun diye şunu da söylemeliyim bu konu benim için yeni bir çalışma konusu değil. Yıllar önce yazmış olduğum cumhuriyet ekonomisi tezim nedeniyle CHP'nin oy oranına neden olabilecek sosyo-ekonomik dinamikleri de incelemiştim. Yani yeni bir çalışmaya daha sonra girişirsem bu benim için bir fikri takip anlamına gelecek.)

        Yöntem tabii ki Marksist

        Yöntem tabii ki Marksist
        0:00 / 0:00

        Ben tarihi incelerken de, o tarih sürecine veya bir ülkenin dönemlik durumuna bakacaksam da Karl Marx’ın insanlığa hediye ettiği bilimsel yöntemle çalışmaya inanır ve bu yöntemi hep uygulamaya çalışırım.

        Marx tarih metodolojisini kurmaya felsefe ve ekonomiyi çalışarak başlamıştır. Kendi döneminde yeni olan kapitalizmin dinamiğini ve kurallarını anlamaya çalışırken büyük eseri Kapital’in üç cildini ve ek olarak Grundrisse’yi de yazmıştır. Bu ekonomik temel üzerine Hegelci felsefeyle de donanımlı olan Marx tarih tezini de oluşturmuştur.

        Bu tarih tezine, diyalektik yönteme ve felsefeye burada tabii ki girmeyeceğiz ama burada bizim için önemli olan siyaset, kültür, ahlak ve inançlar gibi üst yapısal oluşumların daima ekonomik alt yapı tarafından, tanımlandığını belirlendiğini hatırlamaktır.

        Yani toplumları belirli dönemlerinde anlamak için ekonomik altyapılarına dayalı sınıfsal yapıların daima belirleyici olduğunu bilmeliyiz.

        Yöntem bize bunu söyler ama burada önemli olan konu ekonomik determinizme düşmemektir. Bu determinizm konusu Marksist ekol içinde daima çok tartışılmış bir konudur.

        Yani ekonomi belirleyici derken üstyapı olarak tanımladığımız siyaset, kültür, gibi konuların önemsiz olduklarını ve hiçbir bağımsız hareket alanına sahip olmadıklarını da düşünmememiz gerekir.

        Ekonomik yapı bir dönemde olabilecektüm siyaset biçimlerini belirlese de siyaset de aynı dönemde aynı güçle ekonomiyi de belirleyebilir.

        Georges Politzer’in 'Felsefenin Temel İlkeleri' çalışmasındaki şematik anlatım stiline benzeyen bu girişte bir formüle bağlanmış gibi duran açıklamalardan dolayı özür dilerim ama bir önemli konuya girerken bazı temelleri, prensipleri hatırlamak ve hatırlatmanın da başka yöntemi maalesef yoktu.

        Şimdi gelelim asıl konumuza. Dedim ya CHP’nin oy oranının neden bir oranın üzerine çıkmadığını anlamamız için partinin ekonomi politikalarının ve onların sonuçlarının tarihine bakmamız lazım.

        Bu ekonomik determinist bir yöntem gibi gelebilir ama CHP’nin siyasi parti olarak, kültür olarak bu ekonomik temeli aşmak için birçok denemesi de olmuştur ve bunlar da önemlidir. İlk önce tarihi modeli kuralım sonra da CHP’nin bu dönemde altyapısından gelen kısıtları aşmak için neler yapabileceğini de tartışacağız..

        CHP ile tarım sektörü arasında uzlaşamayan çelişki

        CHP ile tarım sektörü arasında uzlaşamayan çelişki
        0:00 / 0:00

        Atatürk ekonomisi nerdeyse sıfırlanmış düzeyde olan bir ülkeden Cumhuriyet yaratmaya girişmek zorunda kalmıştı.

        Kafasında sanayileşme hep vardı. Türkiye’nin dünya ekonomisinde güçlü bir yeri olmasının ancak sanayileşme ile olacağını baştan itibaren biliyordu.

        Ancak ülke ekonomisinin omurgası denilebilecek tarım sektörünün güçlenmemesi ve canlanmaması durumunda bunun olamayacağını da bilmekteydi.

        Dolayısıyla ilk önce 1923'te neredeyse piyasa açısından yok düzeyde olan tarım üretiminin canlandırılması ve içine kapalı tarım ekonomisinin piyasaya açılması işine girişildi. Bu dönemde tarım sektörü ağırlıklı olarak ekonomiye değer aktarma ve hammadde sağlama kaynağı olarak ele alınıyordu zorunlu olarak. Piyasa koşulları ile bu dönemde tanışmaya başlayan köylülük aynı zamanda piyasanın ticaret sermayesi gibi her zaman hoş olmayabilecek yönleriyle de tanışmaya başlamıştı. Daha önce kendi kendine yeterli ekonomiler olarak hayatta durmakta olan üretim yapıları tarımda piyasanın yorucu, sömürücü olabilecek dinamizmi ile de karşı karşıya kalmıştı.

        1929 yılına gelinceye kadar Korkut Boratav’ın deyimiyle 'Açık ekonomi koşullarında yeniden inşa' döneminde tarım piyasa işleyişlerine açılabilmişti.

        1929 yılına gelince dünyadaki büyük ekonomi kriz nedeniyle dışarıdan hiçbir dış kaynak almak imkanı da kalmayınca ülkenin kendi kaynakları ile planlı programlı devletçilik ile sanayileşmesi aşamasına geçildi. Bu sanayileşmeyi sağlamak için ülke sadece kendi yarattığı kaynaklara dayanmak zorundaydı.

        Sanayileşme için gerekli kaynak sadece tarım sektöründen bulunabilirdi ve oradan aktarıldı.

        Yani bu mekanizma sonucunda nedeyse tüm dünya ekonomik kriz içindeyken Türkiye devletçilik modeliyle neredeyse ekonomik açıdan bağımsız bir ülke konumuna gelmişti.

        Ama bu başarının CHP’ye bir bedeli de vardı. Bu süreci yöneten CHP ile köylülüğün arası hem kapalı toplumun piyasaya açılması sürecinde hem de sanayileşme döneminde kırsaldan değer aktarılması döneminde açılmıştı.

        Köylüler ülkede büyük bir lider ile büyük işler başarıldığını görseler de ekonomik mekanizmaların soğuk denklemi nedeniyle CHP’ye pek sıcak bakmamaya başlamışlardı.

        Ayrıca içine kapalı tarım toplumunun inanca dayalı değerlerinin de daha güçlü olduğu hatırlanırsa inançlı kesimin CHP'ye hala daha sürebilen soğuk yaklaşımının da ekonomik altyapısal nedeni de anlaşılabilir .

        Tarım sektörü neden sağ siyaset için bir oy deposu gibi

        Tarım sektörü neden sağ siyaset için bir oy deposu gibi
        0:00 / 0:00

        Peki gördüğümüz gibi CHP ile tarım sektörü arasında ekonomik tarihimizin özelliklerine dayalı bir uzlaşılamayan çelişki var da sağ partiler neden daima tarım sektörünü kendi oy kaynakları olarak görebiliyorlar.

        Bunun ekonomik altyapısal nedenleri 1946 yılında bulunabilir.

        İkinci Dünya Savaşı sürerken ülkenin Atatürkçü teknokratları devletçi sanayileşme modelini savaş sonrasında da sürdürecek ‘İvedili Sanayi Planı'nı hazırlamışlardı (1946).

        Bu uygulansaydı sanayileşmeye öncelik veren, tarımı ise daha çok kaynak ve ucuz hammadde sağlayan kaynak gibi gören ve buna karşın sürekli dış fazla veren ekonomi modeli sürdürülecekti. Ancak o dönemde güçlenmeye başlayan Demokrat Parti Amerika’nın yeni merkez ülke olarak dünya hakimiyetini güçlendirmek için devreye soktuğu uluslararası Keynesçi politikalar bağlamında başlattığı yatırım programı içinde yer almak istediğinden Türkiye ivedili planı uygulamadan önce ABD’nin onayına sundu.

        ABD ise bu planı merkez ülke olarak kendisine uygun bulmadı ve planı reddetti bunun yerine Türkiye’ye altyapı yatırımlarına ve tarıma dayanan bir ekonomik model önerdi. Türkiye ancak bunu kabul ettiği takdirde ABD yardımından yararlanabilecekti.

        İvedili plan uygulansaydı Türkiye sanayileşecek ve dış fazla verecek ve dış yardım ihtiyacı olmayacaktı ama ABD 'sayesinde' bugüne kadar süren tüm yapısal bozukluklarımız başladı ve dış açıklar kronikleşti ve dış yardıma da sürekli muhtaç hale gelindi.

        Fakat özellikle DP iktidarının tarım sektörüne önem vermesi köylülüğün sadece üretici olarak değil tüketici olarak da önem kazanması anlamına geliyordu. Bu da CHP'den zaten soğumuş olan tarım sektörünü Demokrat Parti'ye ve merkez sağa daha sempatiyle bakmasının altyapısını oluşturdu. DP de ayrıca inanca dayalı söylemlerini de yoğunlaştırınca bu sempati daha da sağlamlaşmıştı.

        ABD’nin bu sonucu görerek davranmış olduğunu sanmıyorum ama onun bu dış müdahalesinin ekonomik bağımsızlığa kadar gidebilecek politikaları nedeniyle bir tehdit olarak gördüğü CHP’den güçlü tarım sektörü oylarının çekilmesine yol açmış olabilir.

        CHP kırsal kesim ile artık barışabilir

        CHP kırsal kesim ile artık barışabilir
        0:00 / 0:00

        Bu aşamaya kadar anlatmış olduğum ekonomik altyapısal gelişmeler sonucunda oluşan sosyal ortam şu anda CHP açısından bir fırsat da yaratmış olabilir.

        Tarım sektörü son yıllarda bildiğiniz gibi nerdeyse tamamen yıpratılmış durumda. Üstelik bu sağ siyasetin iktidarda olduğu dönemde olan bir tahribat. Bu yüzden tarım sektörü ile sağ partiler arasında geçmişte ekonomik nedenlerle kurulmuş olan sıcaklık son yıllarda soğudu.

        CHP’nin doğan bu sempati boşluğunu şu anda doldurma imkanı var.

        Tarım sektörü canlanmadan ekonominin tümü canlanamayacağından bir acil plana ihtiyaç bulunuyor.

        CHP, Atatürk dönemindeki devletçi politikalara dönüleceği sinyallerini veriyor. Ancak 1923-29 dönemde olduğu gibi ayrıca tarıma özgü bir program oluşturulmasına ihtiyaç da bulunuyor.

        CHP bu defa tarımı sadece bir üreten sektör değil köylülüğü aynı zamanda bir tüketici olarak da ele alan program oluşturabilirse bu defa oy oranı kendisini bile şaşırtacak düzeye çıkabilir.

        Diğer Yazılar