Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        KAMUSAL alanda türbanlı olarak yaşamaya karar veren rektör hanımı alkışladığım aynı gün Emin Çölaşan da bu konu hakkında yazdı. Bunu bir şans olarak gördüm, çünkü Çölaşan ve benzerlerinin sergiledikleri hiç değişmeyen ve sert yaklaşımlarının topluma ne kadar da zarar verdiğini anlatmak için fırsat kolluyordum. Aynı gün aynı konuya tamamen zıt yaklaşım getirmemiz, anlatmamı kolaylaştırdı.

        *

        İnançlı insanlar bildikleri gibi yaşamaya kalktıklarında Çölaşan hemen itiraz ediyor. Çünkü ona göre inançlı insanların özgür kararları olamaz; onların her adımı, her tavrı çok daha gizli amaçların gerçekleştirilmesi için olmalıdır.

        *

        İşte bu aşamada bence Türkiye'ye en fazla zarar vermiş kavram olan takiye devreye giriyor. Örneğin bir kadın rektör artık türbanlı olmaya karar verince Çölaşan'a göre muhakkak çok gizli başka amaçları olması gerekiyor. Kendisi hakkında karar alan kadın ne kadar kendisini anlatırsa anlatsın Çölaşan katiyen ikna olmaz, çünkü onun için her laf, her jest bir takiyenin parçasıdır.

        *

        Hayat, artık değişilmesi gerektiğini suratımıza çarpsa da Çölaşan israrla değişmedi. Ancak bu tavrının hem kendisini bir düşünsel kısırdöngü içine sokmuş olduğunu göremiyor, hem de bunun inançlı insanlarla derinliği olan, anlamlı ve farklı bir toplumsal yapının yollarını açacak bir diyaloğu da engelleyen en büyük faktör olduğunun da farkında değil.

        *

        Peki anladık onun tavrı bu, demokraside olacak tabii ki bu tavır da; ama diyelim ki biz de onun istediği gibi inançlı insanların her davranışına her jestine karşı uzlaşmaz tavır takındık, o zaman ne olacak? Çölaşan ne istiyor olabilir, bu uzlaşmaz ve sert tavrıyla nereye koşuyor olabilir? Ben yıllardır Çölaşan ve benzerlerinin nasıl bir rejim istediklerini çözemem. Hatta bir keresinde ona bu soruyu açıkça sormuştum ve "Ne istiyorsun Çölaşan" demiştim ama tabii ki cevap alamadım. Bunu kendisinin bile bildiğinden şüpheliyim. O sadece ne istemediğini biliyor ama bu negatiflik bir düzen oluşturmaya yetmez. İnsan bir kez de olsa ne istediğini söylemeli.

        *

        Türkiye de laik insanlar AKP nin doğal seçmenleri olan insanlarla diyalog yollarını açmazlarsa, onlarla yürekten konuşabilecekleri yeni lisanı bulamazlarsa Türkiye de demokrasinin olabilmesi mümkün değil. AKP öncesindeki laik rejimler bunu bize net göstermiş olmalı. Çölaşan'ın bunu görmemiş olabilmesi veya bunu hâlâ daha anlayamıyor olması pek mümkün değil. Buna rağmen yeni bir lisan bulmak yolunun önünü tıkamaya canla başla çalışması, bana sanki o demokrasiyi pek istemiyormuş gibi bir izlenim veriyor.

        *

        Bakın ben Çölaşan'ın bu konularda sergilediği kuşku ve korkuları ve her davranışın temelinde kötü niyet aramasını anlıyorum. Ve bazen de bu duyguları paylaşıyorum. Ama bizde bu korkular ve duygular var diye ve bazen de haklı çıktık diye bizler bu duyguların, korkularımızın bizleri teslim almasına izin veremeyiz. Türkiye nin bu korku kısırdöngülerinin dışına çıkıp farklı yaklaşımlar sergileyebilen yeni lisanlar üzerinde çalışacak insanlara ihtiyacı var.

        *

        Bizler bunu yaparsak inanıyorum ki dindarlar da bize yönelik önyargılarından çıkıp bir adım da onlar atacak. Bu beklentim gerçekçi mi, doğru mu bilmiyorum ama denemekten başka çare yok. Çünkü bunu denemezsek yeni diyalog, uzlaşma noktaları oluşturmazsak o zaman Çölaşan ve benzerlerinin oluşturduğu korku ve sürekli tehdit algısına teslim olup yarım insanlar olarak yaşamayı sürdürürüz.

        Diğer Yazılar