Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        SİYASET zor zanaattır. Bir yandan taraf olup kendinizden diye tanımladığınız sınıf ve gruplara yönelik güzel işler yaparken, öte yandan diğer sınıflara veya gruplara ihmal edildikleri izlenimini vermeyeceksiniz. Son derece hassas dengelerdir bunlar. Planlaması zor, hayata geçirilmesi daha zor iştir bu siyaset denilen şey. Ben Türkiye ile manevi bağlarımı kopardım, ama daima, “AK Parti, Avrupa Birliği üyeliği ile Müslüman duyarlılıkları yükseltilmiş Türkiye arasında bir sentezi başarabilseydi neler olurdu?” diye düşünüyorum. O zaman Türkiye, İslamiyet’e yepyeni bir çehreyle katkıda bulunur ve global dengeleri de değiştirirdi. “Baştaki girişle bu son dediklerimin ne alakası var?” diye merak edeceksiniz, biliyorum. Alaka çok. Başbakan Erdoğan başta hiçbir grubu, sınıfı dışlayıcı gibi gözükmüyordu. Dini duyarlılığı yüksek insanları kucaklarken, Avrupa Birliği hedefi yanıyla da bu duyarlılığı daha düşük grup ve sınıfları kollar gibiydi. O günlerin başbakanı, bana daima Turgut Özal’ı hatırlatıyordu.

        Turgut Özal, kendisinin benimsemediği hayat tarzlarını benimsemiş insanları daima kucaklar, hatta kucaklamakla kalmaz, zaman zaman hayatlarına geçişler yaparak onlar gibi de yaşardı. Yaşayarak onları daha iyi anlardı. İşte bence sadece bu nedenle İslami duyarlılığı son derece yüksek olan Turgut Özal döneminde Türkiye’de, bugün olduğu gibi kendisini dışlanmış ve korumasız hisseden grup ve sınıflarda bir korku hiçbir zaman olmadı.

        Turgut Özal’ın ömrü daha uzun olsaydı, bugün Türkiye çok daha farklı olacaktı. Özal’ın yaptığı çok zor ve anlamlıydı. Eşi Semra Özal ile birlikte farklı yaşam tarzına sahip insanların dünyasına girişler yapar ve onları bu sayede daha iyi anlardı. Bu yüzden aslında ortada sertleşmeyi gerektiren bir şey olmadığını da görüyordu ve uzlaştırmacı ola- biliyordu. Bütün bunları Türk siyasetinde olan bitene bakarak düşünmedim. Türk siyasetinde hem ilginç bir şey olmuyor hem de ne olursa olsun ben artık onunla ilgilenmiyorum. Bütün bunları Başkan Obama’nın yaşadığı son olaylar nedeniyle düşündüm. Başkan Obama belki biliyorsunuzdur, son derece popülist politikalara sahip olan bu yüzden zengin sınıfları kızdırabilen bir başkan. Ama iyi bir politikacı olduğundan, Özal gibi kendisinden farklı insanların dünyalarını da ihmal etmemesi gerektiğini biliyor. İşte bu yüzden son günlerde New York’ta Obama.

        LGBT’nin bir yemeğine katılacakmış. Biliyorsunuz LGBT; LESBIAN GAY BISEXSUAL, TRANSGENDER koalisyonu anlamına geliyor. Bu tür akımlara New York’ta, özellikle orta ve üst gelir grubu insanlar destek verirler. Obama bununla da kalmadı, hazır New York’tayken şehrin en büyük power broker’larından birisi olan VOGUE Dergisi’nin Yayın Yönetmeni ANNA WINTOUR’un (“Şeytan Marka Giyer” filminde anlatılan kadın bu işte) verdiği davete katılarak New York sosyetesiyle arasını iyileştirdi. Siyaset belirsizliklerle doludur. Hiç beklenmeyen bir aksilik de oldu. Başkan Obama New York’ta diye hava sahasına kısıtlamalar getirildi. Böylece perşembe akşamı özel uçakları ve helikopterleriyle Hamptons’a tatile gitmeye çalışanlar, New York’ta kaldılar zorunlu olarak.

        Böylece Obama, davetlere katılarak yanına çekmeye çalıştığı insanları hayli de kızdırmış oldu. Ama bu bir kazaydı sadece, burada asıl önemli olan, ortaya konulan niyet ve modern siyaset anlayışıydı. Obama, kendisinin olarak bildiği kitlenin çıkarları için çalışırken karşıda yer alan grup ve sınıfları da hiç ihmal etmiyor. Turgut Özal ile başladık ve buralara geldik. Ne oy vereceğim, ne de Cumhurbaşkanlığı sonuçlarını merak ediyorum... Bu konuda yazı da yazmayacaktım ama kendimi yine tutamadım. Bu yazım, benim Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili görüşlerimin hepsini içeriyor.

        Diğer Yazılar