Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Benim hayatta en sinirlendiğim şeylerden bir tanesi, karşısındakine daima önyargılarıyla yaklaşan ve bu yüzden önyargılarına uymayan hiçbir şeyi duymayan, her konuşmasında kendi görüşünün teyit edildiğinden emin ayrılan insanlardır.

        Siz bu tür insanlara ne kadar bu önyargılarını bozacak laflar etseniz de faydası yoktur; onlar bunu da farklı anlamak için koşullanmışlardır. Ve her denileni kendi önyargı dünyalarına uyan biçimde duyar ve onunla uyumlu hale getirirler.

        DİNLEMEK-DEĞİŞMEK SÜRECİ

        Türkiye bu tür kendi önyargı fasit dairelerinin anaforuna kapılmış halde yaşayan insanlarla dolu maalesef. Toplum olarak çok ihtiyacımız olan diyaloğu, toplumsal konuşmayı bu yüzden bir türlü başaramıyoruz. Çünkü sizin diyaloğa girmek için her türlü girişiminiz bu insanların her yere ördüğü Çin seddi gibi zor aşılan önyargı duvarına muhakkak çarpıyor.

        Önyargılardan kurtulmanın ilk ve en önemli koşulu dinlemeyi öğrenmektir. Ben karşımdakini dinlerken hep öğrenmek için ve gerekirse kendi fikrimi değiştirmek için dinlerim, bu yolla önyargılardan kurtulunabileceğini düşünüyorum. Değişmekten ve değiştiğimi söylemekten hiç korkmam, hatta bununla övünürüm. “Ben hayatımda hiç değişmedim” diyen insandansa hoşlanmam ve ürkerim onlardan.

        Yazımın tonundan önyargılar konusunda hayli mağdur durumda olduğumu herhalde fark etmişinizdir. Ama bu yazıda konu ben değilim, konum Ali Bulaç.

        Onun da önyargılı yaklaşımlardan hayli mağdur olduğunu düşünüyorum. Kadınlar hakkında ne zaman laf etse anında bir önyargı selinin önünde kalıyor ve maşallah lafı da bolca ettiğinden ve sözünü sakınmadığından aldığı tepkiler de hayli fazla oluyor.

        Kadınlar söz konusu olduğunda içgüdüsel bir tavır alma alışkanlığı var ve modern olmanın, laik olmanın hep siyaseten doğru tavır almakla mümkün olunacağı düşünülüyor. Feminist düşüncelerden de desteklenmiş siyaseten doğrucu tavırlar maalesef daima doğru olmayabiliyor.

        Bence Ali Bulaç‘ın kadın sorununda değindiği haklı yönler de var. Bunları seküler bir araştırmacı etse çoğu insan meseleyi en azından tartışılabilir görecek, ama Ali Bulaç‘a karşı önyargı olduğundan o aynı lafları ettiğinde hemen sinirlenmek ve tepki vermek gerekiyor. Kadınlar sorunsalında Ali Bulaç‘a sinirlenmek, tepki vermek ülkede modern olmanın yeterli şartı haline geldi gibi.

        NE DİYOR ALİ BULAÇ

        Ben her konuda bu tepkiciliğin dışına çıkmak için uğraştığımdan ve kendi içgüdüsel tavırlarımı ayarlamak için gayret gösterdiğimden hiçbir önyargı taşımadan Ali Bulaç‘ın kadınlar hakkında söylediklerine biraz daha dikkatli baktım.

        Yazarın özellikle provokatif olma çabalarını da görmezden gelerek şimdi bir daha bakalım dediklerine. “Kadın pergel gibidir” diye başlıyor ve “Sağ ayağı sabit kalem evindedir, sol ayağı ile her yere gider ama önce ev ve ailesi gelir. Ev kadın için hayati faaliyetlerin merkezi, ana karargâhıdır” diye de ekliyor. Yazar bunun İslami bir tasavvur olduğunu da söylemeseydi “Ne var bunda, birçok erkek ve kadın zaten böyle düşünüyor” denirdi, ama söyleyen Ali Bulaç olduğundan ve bunun bir İslami tasavvur olduğunu da söylediğinden işin rengi değişiveriyor bazı insanlar için.

        Ben bu pazar yazılarına ilk başta hazırlanırken kadın- erkek ilişkileri hakkında yüzlerce yazı okudum. O yazılarda kadının çalışma hayatına öncelik vermesi nedeniyle aile kurumunun nasıl darbe yediği, boşanmaların arttığı ve kadın aldatmalarının sayısının yükseldiğini anlatan çok fazla sayıda ifade vardı. Bu lafı modern olduğunu varsaydığımız seküler bir araştırmacı söylediğinde konuyu en azından tartışılabilir ve üzerinde düşünülmesi gereken konular olarak algılıyoruz ama aynı şeyi Ali Bulaç söylediğinde mesele bir anda savaş konusu olabiliyor. Çünkü onun lafını kadına yönelik aşağılayıcı bir tavır içinde söylediğini ve aslında onun bir başka yaşam tarzını özlediği için böyle yazdığını düşünüyoruz. Bu nedenle bir tepki vermek kaçınılmaz oluyor.

        Ben onun gerçekten başka bir yaşam tarzını özleyip özlemediğini bilmiyorum. Bu beni alakadar da etmiyor, ama bir gün o özlediği varsayılan hayat tarzını herkese uygun görürse onunla gayet tabii ki tartışabiliriz, hatta ona direnme hakkımızı da saklı tutarız. Kadına karşı aşağılayıcı bir tavrı varsa onu yerden yere de vururuz. Ama demek istediğim şu ki dediklerini kendi içinde ele aldığımızda diğer her şeyi sabit tutarak sadece o denilenlerde çok tepki verecek fazla bir şey yok.

        Sekülerizmi bizlerden çok daha derinliğine yaşayan birçok ülkede aile değerlerinin çöküşe geçmesinin yarattığı toplumsal tahribat tartışılıyor ve bu sonucun ortaya çıkmasından kadının iş hayatı içine yoğunlaşmasının neden olduğu konuşuluyor. Batı kadınının iş hayatına yoğunlaşmasının boşanmaları artırdığını ve kadının eşini aldatması olaylarını da yükselttiğini anlatan kalın bir çalışma var elimde.

        Ayrıca kadının iş hayatına yoğunlaşmasının kapitalist sömürüyü hem kadın hem de erkek üzerinde artırdığı net biçimde ortaya konulmuş durumda. Batı toplumları toplumun zemini olan aile değerlerini tekrar nasıl ayağa kaldırabiliriz diye düşünürken, burada Ali Bulaç aynı tehlikeye biz de düşmeyelim, düşersek işi zor toparlarız uyarısını yapıyor.

        Bu uyarıyı faydalı bulduğum için Ali Bulaç‘ın kadın sorunsalı üzerine yazılarını hep dikkatli okuyorum ben.

        ERKEK DE PERGEL OLMALI

        Okuyorum da tavrımda bir değişiklik oluyor mu? Ali Bulaç ile farkımız ben erkeğin de pergel gibi olması gerektiğini düşünüyorum, ama kadından farklı olarak pergel erkeğin sağ ayağının sabit kalem evinde daha sağlam basması da gerekiyor.

        PAYLAŞILAN ORTAK YAŞAMIMIZ

        Ben ayrıca var olabilecek tüm risklere karşın kadının evi dışında yoğun bir şekilde bulunması gerektiğini düşünüyorum. Ben o tür kadınlardan hoşlandığım için riski de almaya razıyım, Ali Bulaç ise risk almak istemiyor. O farklı tavırdaki kadınları istiyor. Ne yapalım herkes aynı tavırda olacak diye bir şey de yok. Nasıl ki dindar olmayıp da evin daha önemli olduğunu düşünen kadınlar varsa aynı şekilde dindar olup da çalışmanın daha önemli olduğunu düşünen kadınlar da var. Bu bir sosyal savaş alanı değil. Herkesin tercih ettiği yaşam tarzı kendine, kimse kimseye bir tarz empoze edecek değil. Tahmin ediyorum ki Ali Bulaç kendine bir tarz empoze edilmesine tepki gösterecektir ama bilmeli ki farklı insanlar da bir empoze durumunda tepki gösterirler ve direnebilirler. Önyargılı tepki vermek yerine bu konuları tartışma vesilesi yarattığı için Ali Bulaç’a teşekkür etmeliyiz.

        Bilelim ki ilişkiler dünyanın en zor konusudur ve standart oluşturacak çözümler de yoktur. Ali Bulaç da sadece bir çözüm yolunu oraya koyuyor, buna severek uyacak, gönüllü binlerce kadın ve erkek her toplumda var, buna uymak istemeyecek binlerce kadın ve erkek de her toplumda var. Onların yapmaları gereken kendi çözüm önerilerini Ali Bulaç‘ın netliğiyle ortaya koymaktır. Bu iki hayat tarzı da ortak bir yaşamı paylaşmak yolunu muhakkak bulmak durumundadır.

        Diğer Yazılar