Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Ahmet Altan dün “Türkiye deliriyor mu?” başlıklı bir yazı yazdı. Altan dış politikada atak davranan, hatta savaş risklerinin sınırında dolaşan Türkiye için sordu o soruyu. Anladığım kadarıyla Ahmet Altan’ın sabrını taşıran olay, AKP Milletvekili Şamil Tayyar’ın, “Türkiye isterse 3 saat içinde Şam’da olur” diye konuşması oldu. “Yeni Türkiye’nin yeni koşullarında Şamil Tayyar da o açıklamayı neden yaptı?” diye sormak abes oluyor.

        Çünkü bu ülke en sorumlu üst düzey yetkilisinin bölgeyi anlatırken, “Yakında inşallah Mescid-i Aksa’da namaz kılarız” dediği bir ülkedir. Şimdi belki inanmayacaksınız, o müthiş lafı söyleyen kişi Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’ydu. Gerçi daha sonra bu sözlerine açıklık getirdi ve Filistin’in Kudüs’ü de başkent yapacağı günlerden bahsettiğini söyledi, ama Türkiye’nin Dışişleri Bakanı’nın bu sözünün bölgede Türkiye korkusunun tırmanışta olduğu bir dönemde nasıl bomba etkisi yaptığını tahmin edebilirsiniz.

        TÜRKİYE KORKUSU NEDEN VAR?

        Peki bölgemizde Türkiye korkusu neden var? Türkiye içte ve dışta bazı söylemleriyle ve girişimleriyle bölgedeki ülkelere sanki Osmanlı mirasını canlandırıp merkezinde Türkiye’nin bulunduğu bir “Pax Ottomana” oluşturmak istiyormuş izlenimi uyandırdı. İşte bu yüzden Türkiye’nin bölgedeki artan aktivizmi şüpheyle karşılanıyor, buna tepkiler büyük oluyor. Aynı zamanda Rusya gibi ülkelerin tarihe dayalı eski düşmanlıkları canlı tutmasına da neden olabiliyor.

        Türkiye’nin, tüm dünya ülkelerinin söylediği gibi Suriye konusunda son derece itidalli davranmasına rağmen sadece tepki olarak ortaya koyduğu eylemler bile bu ideolojik ortam nedeniyle bölgede zelzelelere yol açabiliyor. Bunlar bir açıdan normal; çünkü bence önemi yeterince tartışılmamış olan son AKP Kongresi’nde de açıkça gördük ki Türkiye hem bölgenin düzen koyucusu hem de Müslüman âlemin lideri olmaya İsrail’in savaş yılı ve ‘deliren’ Türkiye girişmiş durumda.

        Bu yüzden eski anılardan kaynaklanan tepkisel ortamın bölgede önümüzdeki yıllarda daha da artmasını bekleyebiliriz. Dolayısıyla bu kırılgan, ideolojik tepkisel ortamda, “İstersek 3 saatte Şam’da oluruz” veya “Yakında Mescid-i Aksa’da namaz kılarız” gibi açıklamalar yaparken bir daha düşünmeli, zira bunların psikolojisi zaten bozulmuş bölge ülkelerinde nasıl etki yapacağını görmemiz gerekiyor.

        PSiKOLOJİK DURUM İYİ DEĞİL

        İtiraf etmeliyim ki yeni Türkiye’nin kendisine koyduğu hedefler ve global dünyada yeni güç olma hayali, ülkede hayli dinamik bir “büyüklük kompleksi” nin doğmasına neden oldu. Bu da zaten her türlü fanteziye ve ideolojik hayallere açık olan bölgede bazı insanların olmayacak şeyleri düşünüp söylemesine neden oluyor. Büyük düşünürken arada bir yanlış yapmak kaçınılmaz olabilir belki ama Türkiye etrafının ve tüm bölgenin bu tür tuhaf düşüncelerle yaşamayı âdet edinmiş ve bu yüzden davranış bozukluklarına uğramış devletlerle dolu olduğunu görmeli.

        BEN İNANMAM AMA...

        Ben hurafelere ve özellikle kutsal kitaplardan özel yöntemlerle okumalarla çıkarılan sonuçlara inanmam. Ama bölgemizde Türkiye de dahil olmak üzere birçok ülkede bu şekilde okumaların son zamanlarda çok arttığını ve buna inananların da hayli fazla olduğunu biliyorum. Benim inanmamamın önemi tabii ki yok, asıl önemlisi bölgemizde sayıları hayli fazla olan etkili insanların kendi ülkelerine bu okumalar sonucunda yön vermeye çalıştıklarıdır.

        Bu çarpık ideolojik ortamda Türkiye’nin girişimleri, atak tavrı ve bazı söylemleri aslında olmayan bir tehlikenin varmış gibi algılanmasına neden olabilir. Mehmet Ali Birand haber programında neredeyse her gece, “Suriye ile savaş çıkmaz, merak etmeyin” diyor ama ben burada anlattığım nedenlerden dolayı ona katılmıyorum. Tabii rasyonel beyinle bakarsanız bölgemizde o savaşın çıkmaması lazım, ama bu beyinler o ülkelerde fazla yok ve bu nedenle en küçük yanlış adım bile sadece Suriye’yle savaş değil bir üçüncü dünya savaşının bölgemizde başlamasına neden olabilir. Şimdi size bir örnekle ne demek istediğimi anlatayım.

        İSRAİL’İN SAVAŞ YILI

        Örneğin, aramızın artık bozuk olduğu İsrail, dünya politikasını ve özellikle savaşlarını kutsal metin okumalarına göre düzenliyor. İsrail’in savaşlarına karar vermekte dayandığı şifreli kutsal metinleri nasıl çözümleyebileceğimizi bize gösteren üç önemli kaynak var. Ve bunların hepsi de Türkiye’nin elinde.

        Bunlar;

        1- Yuşa Tepesi’ndeki iki kitabenin çözümlenmesi.

        2- Topkapı Sarayı’ndaki Davut’un kılıcına ilişkin kitabe.

        3- Kuran ayetlerinin anlam ve rakamsal değerlerinin çözümlenmesi.

        Bu konuyu Pelin Çift ile ben eskiden yaptığımız Öteki Gündem programında Serhat Ahmet Tan’la konuştuk. Onun “Hergcmerc-İsrail İmparatorluğu Kuruluyor mu” adlı kitabında bu çözümlemeler yapılmış ve İsrail’in bütün savaşlarına Şabat takvimine göre girdiği ve daima bir düzen içinde gittiği, önümüzdeki günlerde yine bu takvime göre bir savaşa gireceği anlatılıyor.

        İsrail, kutsal bir amaç için savaştığını düşünüyor, bu yüzden yaptığı okumaya göre bir takvime göre gidiyor. Aynı takvime göre yapılan çözümlemeler, İsrail’in yeni savaşının 2012-2013’te olacağını ve bu savaşın da Türkiye’yle yapılacağını gösteriyor. Üstelik bu savaşla başlayacak süreç, 2030-31 yılında “Armageddon” diye bilinen büyük savaşa da dönüşecek.

        Dünyada bir Armageddon yaşanacaksa bunun içinde mutlaka Türkiye’nin olacağını söyleyenler sadece İsrail’de metin okumalarını yapanlar değil. Başka metinleri okuyanlar da, çözümlemeleri yapanlar da mutlaka Türkiye’nin adını veriyorlar. Şimdi ben dediğim gibi bu tür şeylere inanmam, ama benim özel düşüncelerimin hiçbir önemi yok burada. Asıl önemli olan, bölgemizde birçok gücün bu tür yaklaşımları göstermesi ve önemli kararlarını bunlara göre vermesidir. Anlayacağınız bölgemizde savaşa yönelik hayli belirgin bir ideolojik beklenti ve eğilim bulunuyor.

        Tabii ki bölgemizdeki bütün güçlerin çatışmalara son derece somut çıkarlarla girdiklerini de inkâr etmiyorum, ama bilelim ki inanç kaynaklı ideolojik bu ortam da somut çıkar peşinde yapılan mücadeleleri daha da sertleştirebiliyor. Bu ortamda Türkiye, yanlış anlaşılıp bir felakete yol açabilecek her türlü hareketten kaçınmaya mutlaka çok dikkat etmeli. Biz içinde yaşadığımız için belki fark edemeyebiliriz ama bir karşılaştırma yaptığımızda Türkiye hâlâ bölgesindeki rasyonel düşünceye en yakın olan ülkedir. Bu yüzden eğer ileride düzen koyucu olacaksak buna bugünden başlayıp bölgeyi sakinleştirmek için adımlar atmalıyız.

        GÖZLER BAŞBAKAN’DA

        Aslında Başbakan Erdoğan bunu çok iyi biliyor ve o adımlardan bir tanesini pazartesi günü atacak. O gece Erdoğan, Azerbaycan’a gidecek. Ziyaretin görünürdeki nedeni, Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’nın toplantısı ama aynı toplantıya Ahmedinejad da katılacak ve ikili bir görüşme gerçekleşecek. Ben o görüşmenin bölgeyi biraz sakinleştirmek için adım atma fırsatı yaratacağını düşünüyorum. Bölgemizin biraz soğutulmaya acilen ihtiyacı var, yoksa patlamaya doğru gidiyor. Bunu önlese önlese bir tek Türkiye önleyebilir. Bu nedenle tüm dünyanın gözü Başbakan Erdoğan’ın üzerinde.

        Diğer Yazılar