Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Biricik modern sanat müzemiz İstanbul Modern biliyorsunuz Tepebaşı’ndaki geçici binasına taşındı. Meşrutiyet Caddesi’ndeki 6 katlı tarihi Union Française binası restore edildi taşınabilmek için. Güzel bir bina, ancak bir modern sanat müzesi için oldukça küçük tabii. O yüzden 14 yılda epeyce biriken koleksiyonun hepsini de sergilemek olanaksız. Birkaç yıl içinde ünlü İtalyan mimar Renzo Piano’nun çizdiği bina bitecek ve İstanbul Modern Tophane’ye geri taşınacak.

        Küçük dedim ama, 5 bin metrekareymiş yeni bina. Girişte sinema salonu, mağaza ve kafe var. -1 ve 1. katlarda süreli sergiler. Şu anda Anthony Cragg’in “İnsan Doğası” başlıklı sergisi geziliyor.

        İstanbul Modern’in 2. ve 3. katlarında koleksiyondan seçkilerin yer aldığı sergi salonları ve kütüphane yer alıyor. 4. katta fotoğraf galerisi ve çocuk eğitim atölyeleri… Diğer katlar da yönetime ait. Sizlerle bugün üç kat koleksiyon sergisini gezeceğiz. Hem de İstanbul Modern’in Direktörü Levent Çalıkoğlu ile birlikte, ayrıcalığıyla…

        BUNDAN BİR ÇIKTI ALIN VE MÜZEYİ LEVENT ÇALIKOĞLU İLE BİRLİKTE GEZME AYRICALIĞINA SAHİP OLUN

        Serfiraz Ergun: İstanbul Modern’in koleksiyonunda kaç eser var?

        Levent Çalıkoğlu: Fotoğrafta 9 bin civarı, diğer sanat eserlerinde 1750 civarı. Tabii burada çok az, sadece 72 yapıt sergileyebiliyoruz. 3 ayrı depoda koruyoruz koleksiyonumuzu ama, burada da küçük bir depomuz var. Tabii her birini depolamak için farklı kondisyon gerekiyor. Fotoğraflar, nem gerektirenler, ısıya hassas olanlar, her biri farklı ortamlarda saklanıyor.

        REKLAM

        SE: Enstalasyonları nasıl saklıyorsunuz?

        L.Ç: Sanatçı bu enstalasyonu nasıl kurdu ise, öylece fotoğraflıyoruz önce. Bütün açılarını, birbirlerine olan uzaklıklarını hatta duvara, tavana olan uzaklıklarını vb. gibi sonra onları kağıda çiziyoruz. Tabii ışığı da önemli, hepsini not ediyoruz, kayda giriyoruz. Sanatçısı yaşıyorsa daha kolay, sergilenirken gelir yardım eder birlikte kurarsınız ama sanatçısı vefat etmişse bunları düzgün bir biçimde arşivlemek gerekiyor ki, o fotoğraflara bakarak yeniden yerleştirilsin. Burada sanatçıyı da iyi bilmeniz gerekiyor. Bizden sonra da birileri kuracak bunları. Sadece fiziki değil duyguyla da ilgili bütün bu yerleştirmeler.

        S.E: Bu koleksiyonu siz bu geçici binada kaldığınız sürece olduğu gibi mi tutacaksınız yoksa eserleri depodakilerle arada sırada değiştirip daha dinamik bir sergileme mi yapacaksınız?

        REKLAM

        L.Ç:Tabii tabii, işleri yenileriyle veya başkalarıyla değiştirebiliriz.

        S.E: Koleksiyon serginizde 33 sanatçının resim, heykel, yerleştirme, video ve desenlerden oluşan 72 yapıtı yer alıyor. Burada eserlere “Şimdinin Peşinde” demişsiniz. Nasıl kurguladınız, hangi eserleri sergilemek için seçtiniz? İkinci kattan başlayalım.

        L.Ç: Tabii önce eski binadaki hafızayı buraya taşımak lazım. Bizim koleksiyonumuz yıllar içinde zenginleşen, genişleyen bir koleksiyon. Koleksiyon hem çok sanatçı hem de çok iş barındırıyor. Güncel edinimlerle de büyüyor. Eski binamızdaki koleksiyonu küçülterek ve iki kata yayarak buraya taşıdık. Üst katta fotoğraf galerisinde de son dönemde birikmiş yapıtları bir araya getirdik. Buradaki işleri seçerken de, devam eden damarlar, içerikler, bağlamlar, koleksiyonun güncel olarak genişlediği meraklar, temaları göz önünde bulundurduk. İstanbul Modern’in koleksiyonunu birkaç tema üzerine yoğunlaşarak genişlettik. Neydi bu çağdaş sanatın ve sanatçıların da üzerinde durduğu konular? Kent, doğa, sınırlar, göçler, göçmenler, kimlik tartışmaları, birey meseleleri, ve bunlar etrafında kurgulanmış toplumsal ve politik işler, hikayeler… İşte bu diğerine oranla küçük binaya da eserleri asarken bu temaları göz önünde bulundurduk.

        REKLAM

        KOLEKSİYON SERGİSİ “ŞİMDİNİN PEŞİNDE” İKİNCİ KATTA BAŞLIYOR

        L.Ç: İkinci katta birbiriyle geçirgen üç hayali bölüm düşündük. Zaten bir yapıt pek çok referans barındırabilir, kesin bölümlerle hiç ayıramayız. Şu anda içinde bulunduğumuz yer bir doğa alanı. Ömer Uluç’un ‘Orman Yangını’, Burak Akagündüz’ün’ İda Dağı’, Alaeddin Aksoy’un bilinçaltı doğa ve canlılarla olan ilişkileri, rüyaları, Çinli sanatçı Zhan Wang’ın ‘Yapay Kaya’sı, Yunan sanatçı Maro Michalakakos’un ansiklopedik bir çatıya büründürmek istediği doğa gözlemciliği, Azade Köker’in doğada yaptığı performansı kayda alması, kaydı fotoğraflayıp tekrar bozup tekrar yapay bir doğa oluşturması bu bölümde.

        ÜÇ GEÇİRGEN BÖLÜMDE DOĞA, KENT VE YOK OLUŞ HİKAYELERİ VAR

        Yürüyelim kent bölümüne doğru. Sarah Morris’in önündeyiz. Morris, bütün işlerinde şunu yapıyor; kent-doğa ve mimari özelliklerin günümüzde nasıl bozulduğunu anlatıyor; megapole dönüşen kent kimliğinin ne kadar karmaşık olduğunu vurguluyor. Bu sergide hem yerli hem yabancı sanatçılarımız var. Sabri Berkel de var, Burhan Doğançay da, Adnan Çoker de. Doğançay’ın ‘89 ve ‘99 tarihli iki işi var. Doğançay bildiğiniz gibi bir kent sanatçısı, kendisini kentle ifade eden ve onu duvara yansıtan bir sanatçı. Her iki işi de onun en ikonik işerinden örnekler. Adnan Çoker’in işlerinde ise Osmanlı mimarisi, kent silüeti, kubbeleri görebiliyoruz. Bugün bu silueti gökdelenler arasında hissedemeyebiliriz ama, Osmanlı döneminde kubbeler çok belirgin silüetti. Adnan Çoker, o mimari tipolojiyi en sade ve yalın şekilde anlatan bir sanatçı. Bu tarafta da Canan Tolon’un çok ütopik, gelecekte neye bürüneceği tam olarak bilinmeyen kentleri var. Bir dönemin imgesini oluşturan ama doğanın yok ettiği kentler bunlar. Burada da Nil Yalter’in bir işi var. Hep süreçleri kaydeder o bir tür belgeleme gibi. Ikonik tarihi bir işi bu. Poloroid’le o anı belgelemiş. Üzerlerine boya eklemiş ya da kazımış, müdahalalelerde bulunmuş.

        REKLAM

        Üçüncü bölüm ise bir tür yok oluş hikayesi. Hayal edilen geleceğin çökme hikayesi. TUNCA’nın iki işi var. Auschwitz’deki su depolarının önündeyiz. Bir taraftan modern bir rotunda şeklinde yapılmış su depoları var ancak bunlar insanları ölüme götüren binalar. Rotunda formunun arkasında ölüm var. Bir insanlık ayıbı ve yıkımı var. Bu bölümde açıkçası sanatçılar yaşadıkları dönemi ne kadar problemli gördüklerini anlatıyor. Bunu da mekanlarla ve insanlarla ifade ediyor. Peter Anders ise Mısır’da patlayan binaları balmumu katmanlarıyla anlatıyor. Biliyorsunuz Mısır’da ölen kişilerini portrelerinin üzerine balmumu katmanı ile yapılan antik bir kopf sanatı var. Hem günümüzde patlayan binalar, hem geleneksel Mısır sanatına referanslar…

        Levent Çalıkoğlu ile ikinciden daha loş olan üst kata çıkıyoruz.

        REKLAM

        ÜÇÜNCÜ KATTA TEMA ‘BİREY’

        L.Ç: Üçüncü kattaki tema ‘birey’. Kişiliğin nasıl ve ne koşulda şekillendiği etrafında kurgulanmış buradaki yapıtlar. Aile, toplum, sosyal hayat, sokak, bize nasıl bir kimlik kazandırıyor ve biz buna nasıl tepki veriyoruz… Burada hem tarihi işler var hem de güncel. Örneğin 1984’ten Balkan Naci İslimyeli’nin ‘diyalog’ isimli çalışması var. Bir kadın ve bir erkek karşılıklı oturmuşlar ama bir diyalog yok. 70-80’li yıllarda varoluşçu düşüncenin Türkiye’de egemen olduğunu da düşünmemiz lazım. Bireylerin nasıl kapandığı, nasıl yalnızlığa gömüldüğü temaları sıkça kullanılıyor. Mehmet Güleryüz’ün ‘Dile Düşmüş ‘ resminin önüne geldik. Bireyin sınırını göremiyoruz, doğa onu yutmuş gibi. Taner Ceylan’ın ‘Alp’ resmi var. Cinsel kimlik bir türlü tarif edilemiyor ve bu bir gerilim yaratıyor, ya da yani sınırın ne olduğuna dair kafa karışıklığı. Sanki fotoğrafın objektifine yakalanmış bir yüz ifadesi ama tabii fotoğraf değil, yağlıboya. Mehtap Baydu’nun bir yerleştirmesi var. Bir performans yani bir video çalışması. Mehtap Baydu Almanya’da yaşayan 40 kadını kıyafetleriyle davet etmiş performansına. Bir kadın, sabah işe giderken veya akşam davete giderken ne giyer? Bu tema ile Mehtap Baydu kadınların getirdiği kıyafetlerin birini giyiyor, diğerini çıkartıyor, sonra da kıyafetleri adeta heykel gibi teşhir ediyor. Diğer köşede de Sarkis var. Altında imzası olmayan tarihi yağlı boya tabloları neon ışıklarla imzalamış. Kadın resimleri bunlar ve anonim. Neden kadın? Çünkü ikisi de bir dönemin üslubuyla resmedilmişler. Klasik dönem ve erken Cumhuriyet dönemi iki kadın. Sanatçısı belli olmayan resimler bunlar. Sarkis de bunları tarihten çekip neon ışıklı imzasıyla şimdiki zamana taşımış. Tracy Emin koleksiyona yeni katılan sanatçı, kırmızı neon bir kalp var duvarda ona ait. O da hep kadın kimliği üzerine kurgular hikayelerini. Kalbin içinde ‘To Hold Your Soul’- ruhunu tutmak için- yazıyor. Aşk’a referans bu tabii. İnci Eviner’in ‘Derisiz’ adlı koleksiyonundan deri ceketleri, kaftanları da var başka bir duvarda. Burada çocuk, anne, babaya yani aileye ait kaftanlar. Kendimizi, ailemizi koruma altına almamızı öneriyor dışarıya karşı. Güneş Terkol, bu işinde Viyana’da yaşayan muhafazakar Türk kadınları davet ediyor ve onlarla birlikte üretiyorlar. Bu da bir metafor tabii.

        FOTOĞRAF GALERİSİNDE “BAKIŞ AÇILARI”

        Çıkıyoruz en üst kata, Fotoğraf Galerisi’ne… Bu katta İstanbul Modern’in fotoğraf koleksiyonundan üretimler “Bakış Açıları” başlığıyla sergileniyor. Sanatçılar, geleneksel fotoğrafın sınırlarını yeniden şekillendiriyor ama ortaya çıkan dijital fotoğraf tekniği ile birlikte analog fotoğrafı da ters yüz ediyor. Böylece ortaya yeni bir görsel dil çıkıyor. Farklı kuşaklardan altı sanatçı var bu katta.

        L.Ç: Bu katta, 1980 sonrası Türkiye’de ve dünyada fotoğrafı analogtan dijitale taşıyan ve onu dönüştüren sanatçılardan bir kesit var. Türkiye’de de bizim ilk önemli koleksiyonumuz Şahin Kaygun ile başlamıştı. Disiplinlerarası bir sanatçıydı, sinema, resim ve fotoğrafla uğraştı. Ve fotoğrafı dönüştüren muhtemelen ilk sanatçılardan biriydi. Poloroid’lerin üzerini boyadı, kazıdı, dönüştürdü. Erken örnekler bunlar, Nil Yalter’inki gibi. Bir film şeridi gibi fotoğrafları tekrarlayarak bir görsel efekt yarattı. Analog fotoğraf filminin yavaş yavaş değişeceği mesajlarını taşıyordu. Boris Mikhailov da, Rusya’daki Prestroika ile birlikte, Rusya’nın dünyaya tanıttığı fotoğrafçıların başında geliyor. Fotoğrafları üst üste bindirmeyle (süper empoze) yeni imgeler yarattı. Herhalde Rus tarihininin ilk örneklerinden biri bu iş.

        REKLAM

        Yanında Ani Çelik Arevyan'ın iki fotoğrafı var. Ani’nin de fotoğrafı bir günce gibi kullanan dili var. Yani güncel hayat akışı içersindeki fotoğraf kayıtları bunlar. Farklı zamanları üst üste bindiriyor. Birkaç ayrı fotoğrafı bilgisayar ortamında birbiri içinde örüyor. Aile evinin yıkılma sürecini, yıkık dökük bir şömineyi alıyor, Paris’teki bir ormanla birleştiriyor. Bunlar elbette Ani’nin psikolojisini de yansıtıyor. Hem anılarının kaydı hem psikolojik etkileri, hem de tarihe bakması fotoğrafında bir doku ve yeni bir okuyuş yaratıyor. Bilgisayarda iç içe örüyor bunları. Ortaya çıkan yepyeni bir hikaye oluyor farklı zamanları, farklı mekanları ve farklı duyguları anlatan. Hayatının hem küçük hem önemli anlarına bizi ortak yapıyor.

        Ani’nin hemen yanında Murat Germen’in fotoğrafları var. O da dijitalleşen fotoğrafı duvardan üç boyutlu dışarı fırlatmış. Önce fotoğrafı kadrajlamış, kadrajın dışında kalan kısımları kroplamış onlarla bir başka fotoğraf elde etmiş. Bu da bir kolaj olmuş. Aynı zamanda bir ütopik kent arayışı içinde de sanatçı.

        Ali Alışır’ın da gerçek fotoğrafları ve fotoğraflarına müdahalelerini görüyoruz bu duvarda. Yakına gidince bütün piksellerini görebiliyoruz fotoğrafın. Orhan Cem Çetin de, bilgisayarda fotoğrafa müdahale eden ilk fotoğrafçılardan. Bu gördüğünüz buzun içine yerleştirdiği doğadan otlar çiçekler, sonra da onu büyütüyor. Bizi bir ölçüde fotoğrafın hücrelerine kadar sokarak aldatıyor. Bu katta analogdan dijitale dönüşümde sanatçıların arayışları, dönüşümleri ve tecrübelerini görebilirsiniz özetle.

        Sıcak ve rutubetli İstanbul yazında, Beyoğlu’nun göbeğindeki İstanbul Modern hem nefes alabileceğiniz hem kafesinde kahvenizi yudumlayabileceğiniz bir vaha.

        Diğer Yazılar