Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Savaş ruhunun canlandığı, cenazelerin huzur içinde kaldırılamadığı, yürüyüşlerin engellendiği ve toptancı düşman etiketi yapıştırma alışkanlığının ciddi ivme kazandığı bir ortamda sakin olmak kolay değil. Serinkanlılığını muhafaza etmek de. Müthiş bölücü bir havanın egemen olduğu, hiçbir grubun diğerinin derdini, acısını, ıstırabını anlamak istemediği bir toplumda iç savaşın elinin kulağında olduğunu düşünmekse mümkün.

        Tam da bu nedenlerle insani kaygıları bir yana bırakmadan ancak asıl amacın ülkenin bir şiddet girdabına sürüklenmesini engellemek olduğunu kabul ederek düşünmek ve hareket etmek lazım. Olayların akışına biraz mesafeli bakınca gerçekten hayli önemli ve rota değiştirici günlerden geçtiğimize kuşku yok.

        Üstelik bu yaşananlar 7 Haziran seçimlerinin kesin yargısını aynı kesinlikle reddeden ve erken seçime ülkeyi sürüklemek isteyenlerle, bir şekilde tüm engelleri aşıp koalisyon kurmaya çalışanlar amansız manevralar yaparken vuku buluyor. Sapla samanı mümkün olduğunca ayırmak bu nedenle önem taşıyor.

        Aslında epeydir pişmekte olduğu anlaşılan değişiklik geçen haftaki gelişmelerle birlikte resmiyet kazandı. Türkiye’nin Suriye politikası, o bağlamda çeşitli cihatçı örgütlerle ve özel olarak da (IŞ)İD’le kurduğu ilişkinin niteliği değişti. Daha sistemik bir açıdan bakıldığında Türkiye, Ortadoğu’da kendi vizyonu doğrultusunda bağımsız ya da en azından geniş bir özerklik anlayışıyla hareket etme iradesini terk etti. İran ile P5+1 arasında imzalanan nükleer program anlaşmasının da katkısıyla şekillenen, Suriye’de farklı arayışları da gündeme getirebilecek yeni stratejik ortama Türkiye’nin de ayak uydurması gerekiyor.

        Ankara Batı ittifakının, daha doğrusu ABD’nin çizdiği çerçeve ya da koyduğu parametreler içinde kalmayı kabul ederek stratejik aidiyeti konusundaki soru işaretlerini sildi. Murat Yetkin’in değerlendirmesiyle, “AK Parti hükümetlerinin 2011 yazından bu yana izlediği Suriye politikası artık geçersizdir, ortada yeni bir durum, yeni bir oyun planı vardır ve bu ABD’nin Suriye politikası bakımından da geçerlidir”.

        Silahlı Kuvvetler’in Suriye’deki (IŞ)İD mevzilerini ABD ile koordineli şekilde bombalaması, ABD ile varılan mutabakatta en azından “uçuşa yasak bölge”nin varlığının kabul edilmesi Türkiye açısından yeni bir durum oluşturuyor. Bugüne dek (IŞ)İD elindeyken pek mesele edilmemiş sınır ötesi güvenlik meselesi yeni gelişmeler ışığında çözülmeye çalışılıyor. Suriye sınırının Cerablus ile Mare arasındaki 98 kilometrelik kesitinin ve bunun altındaki 40 kilometrelik alanın (IŞ)İD ve PYD’nin elinde olmaması hedefleniyor.

        Verda Özer’in dünkü Hürriyet Gazetesi’nde yazdığına göre, bu alan üzerinde fiilen bir “uçuşa yasak bölge” oluşturulmuş olacak, buraya Türk askeri birliklerinin girmesine de gerek olmayacak. Tabii Özel Kuvvetler’in burada aktif olmaları ihtimali yabana atılmamalıdır. Gene Özer’e göre, bu alana güvenli bölge denilemiyor zira bu tanımlamanın yapılması için Kara Kuvvetleri’nin de alana girmesi gerekiyor. Böyle bir ihtimal şimdilik zayıf gibi.

        Irak’ta PKK mevzilerine yönelik, yerleşim bölgelerini de kapsadığı söylenen ağır taarruzun insani bedelinin ne olduğu belli değil. Bunun Suruç katliamının ardından PKK’nın üstlendiği hunharca cinayetlere misilleme olduğu açık. O nedenle “İç savaşa mı gidiyoruz?” kaygısı artıyor.

        Kanımca bu şiddet dalgası, yeniden başlaması kaçınılmaz olan müzakereler öncesinde tarafların el güçlendirme manevrası olarak görülmeli. Toplumsal maliyeti çok yüksek olan bu bilek güreşi, en azından bu evrede her türlü diyaloğun kesilmesi ve şiddetin yegâne yol haline gelmesiyle sonuçlanmaz.

        Bu iyimserlik ancak HDP’nin meşruiyetinin artık sorgulanmadığı ve tek bir siyasi çıkar dışında hiçbir amaca hizmet etmeyen erken seçim baskısının bittiği bir ortamda sürdürülebilir.

        Diğer Yazılar