Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        John Kerry ABD Dışişleri Bakanı olduğundan beri mesaisinin hatırlı bir bölümünü İsrail-Filistin sorununun çözümünde yeni bir dönem başlatmaya ayırdı. Bu amaçla bölgeye 6 kez gitti. Bu yaptıklarından dolayı da gerek kendi ülkesinde gerekse dünyada beyhude işlerle uğraştığı inancıyla kendisine bıyık altından gülündü.

        Ne var ki Kerry sonunda İsrail Başbakanı ile Filistin Cumhurbaşkanı'nı bir araya getirmeye muvaffak oldu. Filistin meselesinin çözülemeyeceğine bahse girenler bugüne kadar hiç kaybetmediler. Bu kez durumun farklı olacağına inanmak için aslında fazla neden yok. İsrail hükümeti içinde en kritik iki bakanlık, herhangi bir barış sürecinin önündeki en büyük siyasi engeli teşkil eden yerleşimcilerin elinde.

        Filistin siyaseti kendi içinde paramparça. El Fetih'in kontrol ettiği Filistin yönetimi ağır bir meşruiyet sorunu yaşıyor. Gazze'de egemen olan Hamas ise tarihinin en zor ve yalnız günlerini yaşıyor. Örgütün kendi içinde bölünmeler olduğu gibi son Mısır darbesinden sonra dayanabileceği hiçbir dış güç yok. Arap dünyasının güçlü ülkeleri örgütten hazzetmiyor. Parasal kaynakları, kaçakçılığın da imkânsız hale getirilmesiyle kuruyor.

        Görünürdeki en büyük hami yani Türkiye ise hem çok uzakta hem de maalesef etkisiz. Zira ne Mısır'ın bugünkü yönetimiyle ne de İsrail ile konuşuyor. Olayı dirilten ABD, kendi arabuluculuğuyla İsrail'in Türkiye'den özür dilemesini sağladıktan sonra Türk hükümetinin ilişkileri normalleştirme niyeti olmadığını gördüğünden beri hoşnutsuz. Son olarak da bir barış anlaşmasını imzalayabilecek son Filistinli sayılabilecek Mahmut Abbas'ın da Ankara'daki hükümete yönelik birikmiş çok şikâyeti var.

        Konuyu yıllardır yakından izleyen ve pek çoğu barıştan yana olan gözlemciler ikiye bölünmüş durumda. Bir kısmı bu sefer, tüm engellere karşın bir sonuca varılacağını düşünüyor. Buradaki en sık öne sürülen gerekçe, alandaki gelişmelerin iki devletli bir çözümü her gün daha imkânsız hale getirmesi. Bir yandan İsrail sürekli yerleşim bölgeleri inşa ederken diğer yandan Filistinliler nüfus dinamiğinin kendilerinden yana olduğunu düşünerek iki milletli tek devlet formülüne daha sıcak bakmaya başladı. Ömrünü tüm Filistin topraklarına hâkim bir İsrail projesine adamış Netanyahu'nun da tam bu nedenle bir çözüme yanaşmaya başladığı söyleniyor.

        Diğer gözlemciler ise ABD'nin bir yandan müzakereleri desteklerken diğer yandan bunların da başarısızlığa uğramasıyla ortaya çıkacak berbat durumu nasıl idare edeceğini düşünmeye başlaması gerektiğini söylüyor.

        Barış sürecinin beş temel konusu var: Filistin ve İsrail'i ayıran sınırların nereden geçeceği; Batı Şeria'daki ve Kudüs'teki yerleşimlerin geleceği; iki devlet arasındaki güvenlik düzenlemeleri; 1948'deki savaşta mülteci olan Filistinlilerin ve çocuklarının geleceği/nereye yerleşecekleri; Kudüs'ün statüsü.

        Aslında tüm bu müzakere kalemlerinde geçmiş müzakereler sırasında varılmış mutabakatlar var. Örneğin sınırlar konusunda 2008 yılında Ehud Olmert ile Mahmut Abbas'ın vardığı mutabakat (İsrail bir kısmı toprak takası yoluyla Filistin topraklarının yüzde 99.5'inden çekilecekti) umut vaat ediyor. Kudüs ün statüsü hakkında Başkan Clinton un son günlerinde varılan Taba mutabakatında yaratıcı çözümler var. Filistinlilerin tümünün İsrail'e geri dönmeleri söz konusu olmayacaksa bile ciddi bir tazminat paketi ve Filistin'e yerleştirme programı düşünülüyor.

        Belki de hepsinden önemlisi İsrail güvenlik seçkinlerinin bir Filistin devleti konusundaki fikirlerinin son dönemde radikal şekilde değişmiş olması. Güvenlik konusuna hâkim eski ve yeni kadrolar artık Filistin devletini bir stratejik tehdit değil bir stratejik gereklilik olarak değerlendiriyor.

        Şimdilik ihtiyatı elden bırakmadan iyimser olunabilir gibi. İnşallah.

        Diğer Yazılar