Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “Barış süreci” önceki gün Kağızman’da santrale saldıran “üç PKK’lının öldürülmesi” ve dün Yüksekova’da sivillerle elektrik malzemesi almaya yollanmış “bir uzman çavuş ile iki erin şehit edilmesi” ile sürdü!

        Askerleri hem de kalabalık bir caddede, bir iş merkezi önünde öldürenlerin “yüzlerinin maskeli olduğu” bildirildi!

        Olaydan önce, Bingöl’de iki polis amirini katleden saldırıyla ilgili Meclis araştırması reddedilmişti!

        ***

        Tamah Devleti’ni örten bir Günah Devleti var.

        Bakanlar ve yakınlarının “para, saat, menfaat vesaire” almadığını, bunların iftira olduğunu söyleyemiyor…

        Ama “Hediye, rüşvet değildir” demeye getirip en büyük kanıtını da “O iş onun bakanlığını ilgilendirmiyor” diyerek hukuk tarihine yazıveriyor.

        Bu akçalı karanlık da “demokrasinin Meclisi”nde örtülüyor…

        Ama kanlı karanlıklar da öyle.

        ***

        Günah Devleti’nin mekanizmaları, “Bingöl’de polis katleden saldırı” ile ilgili Meclis Araştırması’nı da reddetti.

        Bir iktidar partisi Meclis Grubu, zincirleme olarak 50 kadar insanın ölümüne yol açmış bir “mikro iç savaş felaketi”nin en karanlık perdelerini aralamayı, hiç değilse araştırmayı neden reddeder?

        Bir Emniyet Müdür Yardımcısı ile bir komiseri de öldüren karanlığı sorgulamayı neden reddeder?

        Bu zincirde, şimdi birbirinden farklı çok sayıda sivil toplum örgütünün de sorduğu, sorguladığı gib;, çocukların, eski belediye başkanının öldürülmesi ve yabancı bir gazetecinin “Susurlukvari bir kaza”ya kurban gitmesi de olduğu halde, neden reddeder?

        “Yüzleri maskeli” cinayetlerin yeniden hortlamasından neden birinci derecede kuşkulanmaz?

        ***

        Bakanların, müdürlerin, mahdumların döviz, kutu, hediye, reza, rant, havuz suyu istiflediği bir düzen Tamah Devleti’dir…

        Faili meçhulleri dirilen, iç savaş provalarına yuvarlanmış, ajanların, provokatörlerin, silahların, yalan, dolan ve kışkırtmaların cirit atmasına yol açan ise Günah Devleti!

        ***

        Bu “Tamah-Günah Sentezi”, istiflenen menfaatler ile koyulaşan karanlıkları gizlerken…

        Gücünü itiraz edenler, eleştirenler, toprağına, suyuna, deresine, havasına, ağacına sahip çıkanlar üzerinde gösterir.

        Tamah-Günah Sentezi’nin mubah gördüğü odur:

        Zeytin ağaçlarına saldır; Validebağ’da bağı da dağı da yutmak isteyenlere karşı direnenlere saldır; HES arsızlığına karşı suyuna, köyüne sarılan kadınlara saldır.

        Karikatüre bile saldır!

        Karikatürleri ile Musa Kart’ın başına gelen de budur.

        Kara-götür bir Tamah-Günah Sentezi, onca para ve karayı gizlerken, karikatürün eleştirisine, ironisine dahi katlanamaz işte!

        Biat-itaat düzeninde avantacı olmak, yalaka olmak, yanaşma olmak, güce yamanmak, kudret önünde diz çökmek, kişiliğinin çiğnenmesinden rahatsız olmamak, ranttan janttan banttan nemalanmak caizdir;

        Tamahkâr ve günahkâr olmaktan utanmayanlar…

        Boyun eğmeyenlere çullanmaktan mı utanacak?

        ***

        Sonra…

        Nihayetinde hepimiz faniyiz.

        Sel gider kum kalır.

        Can gider ruh kalır.

        Tarih ve kamu vicdanı, hükmünü vermek üzere ifadeni alır:

        Kiminden geriye tevazu ile yoğrulmuş bir hamur…

        Kiminden ise kin, kibir ve kir dolu çamur kalır!

        Olan ise sıvasız hanelerin erkenden düşmüş çocuklarına olmuştur.

        İki Beşiktaş

        “Oynadığı futbol ve oyuncu karakteri” bakımından ben de 2014 Beşiktaş’ını 1989-92 arasında üst üste üç kez şampiyon olmuş Beşiktaş’a benzetiyorum epeydir.

        Kadro içinde birbirine yakın genç oyuncular, bol yardımlaşma, ileride, rakip ceza sahasında fazlasıyla çoğalma, Türkiye ligi ve gündelik hayatının ortalamasının epey üstü bir efendilik.

        Hatta Milne’in tevazuu ve sakinliğinden, efendiliğinden sonra Biliç’in “militan” insanlığı, “halk” efendiliği!

        O eski takım sadece şampiyon değildi, Seba başkanlığında, “Barajı 9.15’e kuran tek takım”dı.

        “Kolej takımı” denirdi; amatör ruhu için. Ama esas altyapısı yüzünden.

        Bir ötekini andıran iki kadro arasındaki fark esasen “Türk futbolu”nun da ciddi bir yüzü.

        Bugünkü Beşiktaş’ta altyapıdan 11’de bir Necip var. Atınç, Emre, Ümit, Enes sadece geniş kadroda.

        Tolga, Mustafa, İsmail, Cenk, Serdar, Uğur başka takımlarda “olduktan sonra” geldiler.

        Takımın esas gövdesi ve gücü ise, 6 “yabancı” dışında, Gökhan, Oğuzhan, Olcay, Cenk Tosun, Veli, Ersan, Kerim’den, yanı “altyapı süreci”ni Almanya, İngiltere, Avusturya, Avustralya’da geçirmişlerden oluşuyor.

        O eski üç yıllık kadroda ise, Gökhan, Rıza, Feyyaz, Ali, Turan, (Kocaeli altyapısında başlamış olsa da) Metin Tekin, Metin Uzun ve sonra Sergen, Cemre Beşiktaş altyapısındandı.

        1985-86’da Stankoviç’le şampiyon olan, sonraki üçlemenin öncüsü kadroda yine onların çoğu vardı, ayrıca Ziya, Fikret, Sinan, Tevfik gibi yine altyapıdan gelenler de.

        O inatçı şampiyon kadronun diğer kadim yerlileri, Recep, Ulvi, Kadir, Şenol, Şifo Mehmet, Zeki, Mutlu, Metin Akçevre, İsmail, Halim ise, Bolu, Elazığ, Denizli, Beykoz, K.Maraş, Bergama, İnegöl, Ordu, Yeni Salihli, gibi mütevazı takımlar ve “altyapılar”dandı. Yurtdışı altyapıdan çıkma bir “Sakaryalı” kaleci Engin vardı.

        Şu açıdan yazdım bunları:

        Birbirine en çok benzeyen iki takım, iki kadro, iki Beşiktaş bile o kadar benzemiyor!

        Çünkü birinde altyapı kendi içinde; diğerinde yurtdışında.

        İki oluşumda da elbette futbol aklı ve ruhu var ama ikisi arasındaki fark, Türkiye’de futbolcu havuzunun nasıl kuruduğunun kanıtı!

        Belki altyapı sanılan da baştan aşağı bir yanlış oldu artık.

        Yoksa iki kadronun coşkulu tevazuunu da seviyorum ben!

        Diğer Yazılar