Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Çok kısa sürede, “medeniyetlerin beşiği Akdeniz”de 1100 “mülteci”nin umutları da hayatları da suda yok oldu.

        Kadın, erkek, çocuk, siyah, beyaz, bir kısmı Hıristiyan, çoğu Müslüman’dı.

        İç savaşlardan, açlıktan, katliamlardan, etnik nefretten kaçıyorlardı.

        Çıkış yoktu, kaçış yoktu!

        ***

        2014’te en az 3 bin 419 mülteci Akdeniz’de boğulmuş.

        2015’te son faciaya kadar en az 900’dü, şimdiden dört ayda 1600’ü bulmuş olmalı.

        Ölümden kaçıyorlardı, ölüme gittikleri sırada.

        Elbet “kendi topraklarındaki sorunlar” yüzünden; elbet “kendi topraklarındaki zalimler, despotlar, katiller, kıyamcılar, kırımcılar, nefret ve şiddet cellatları” yüzünden.

        Varmaya çalıştıkları “Avrupa”, umutları “Avrupa”; kapağı atmış, orada doğmuş akrabalarının Avrupa’sı, TV’deki maçlarda gördükleri “Arap ve Afrikalılardan” veya “Arnavutlardan” müteşekkil “Avrupa milli takımları”, işte o “demokrasi, barış, insan hakları, kardeşlik kıtası”ydı.

        Bir de arkalarında bırakmak istedikleri “Avrupa (Batı-Kuzey)” vardı.

        Sömürgeciliğin bitmek tükenmez ekonomik, sosyolojik, kültürel enkazı…

        Emperyalizmin harabeleri…

        Avrupa ve ABD’nin despotlara, diktatörlere, iç savaşlara, işgallere bitmek yatırımlarının mezarları…

        Öteki inançtan, öteki mezhepten, öteki etnisiteden olana kendi bitmek bilmez nefretleri bir de.

        ***

        Başlığı ödünç aldığım Frantz Fanon, 1961’de aynı ismi taşıyan kitabı yayınlanıp hemen yasaklandığında kanserden ölmeye yatmıştı.

        Sömürgeciliğin ve anti-kolonyal devrimci savaşın, şiddete karşı şiddetin beyannamesi gibiydi; yoksul ülkelerde ilham kaynağı olmuştu.

        Sömürgeciliğin sadece hayatını gasp etmekle kalmayıp ruhunu da söktüğü halkların psikolojik tahliliydi.

        Bir yerinde şöyle diyordu:

        İnsandan söz etmeyi asla bırakmayan, tek kaygısının insan olduğunu iddia etmekten hiç bıkmayan bu Avrupa’nın her bir ruhsal zaferi için insanlığın ne acılar çektiğini artık biliyoruz.”

        Yine de Avrupa eleştirisinin dahi Avrupa fikir tarihinin taşıdığı, “vaatlerini yerine getirmeyen” unsurlar sayesinde mümkün olduğunu söylüyordu.

        Yani “umut” aynı zamanda “umudun sonu” anlamına da geliyordu!

        ***

        Medeniyetler denizi”ne gömülen yüzlerce insanın umudu da öyle bir umudun sonuydu.

        İtalyanlar kısa sürede denizden 10 bin kişi de kurtarmış, yani bu da var; ancak özellikle sivil toplum kuruluşları “Avrupa’nın yeni önceliği”nin ölümlerin artmasında oynadığı rolü tartışıyor.

        , İtalyanların “Mare Nostrum” gibi “kurtarma ve arama öncelikli” operasyon planlarından sonra devreye sokulan AB planı “Triton”un temel derdinin “Mülteci, göçmen” gelmesini önlemek olduğu, “kurtarma ve arama”nın ikinci planda kaldığı söyleniyor.

        Bunun daha radikal tartışması muhtemelen “Yapısal soykırım” denen sularda olacak; bunca ölüm karşısında:

        Avrupa “sömürgecilik sonrası”nın da, aynı sömürgecilik gibi, insanları yaşam alanından ve hakkından mahrum bırakması!

        ***

        Tabii ki mesele sadece “ikiyüzlü Avrupa” değil.

        Ölüm dalgalarıyla boğuşurken bile, batmak üzere olan botta kim Müslüman kim Hıristiyan diye bakıp bir ötekini denize atan “aynı geminin yolcuları” da…

        Kimliklerini ancak bir ötekinin kimliğinden nefretle inşa, idrak, icra edenlerin vahşeti de…

        Afrika ve Ortadoğu halklarını birbirine kırdıran saraylar, efendiler de katliamların aktörü.

        Suriye’yi, Irak’ı, Yemen’i, Libya’yı “Halkların baharı” yerine “Av sahası” haline getiren rejimler de sözde muhalifleri de!

        ***

        Daha yeni kaybettiğimiz, “sağır ve dilsiz bir kültürün ortasında sesi olmayanların sesinin ortaya çıkmasına yardımcı” olanlardan Eduardo Galeano demişti ki:

        Kitlesel sefalet, dünya nüfusunun yüzde 6’sının bütün dünyanın ürettiği zenginliğin yarısını dokunulmazlıkla tüketmesi için yoksul ülkelerin ödediği bedelin adı… Egemen sınıflar ve ülkeler baskı mekanizmasına başvuruyor çünkü her gün daha çok toplama kampına benzeyen bir sosyal sistem başka hangi yollarla değişmeden sürebilirdi ki zaten?

        Büyüyen lanetliler ordusunu elektrikli teller olmadan nasıl çizginin dışında tutabilirler?”

        Akdeniz’de kitlesel sefaletin son limanı kitlesel boğulma, yoksulların seri ve sefil Titanik’i de o elektrikli telin şahikası işte!

        Diğer Yazılar