Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bazen heyecandan bir kısmımızın kafası karışıyor.

        Müsaadenizle şunu kabaca söyleyeyim:

        1. Türkiye’de faşizm olmadı…

        2. Türkiye’de devrim olmadı.

        ***

        Bu biraz şu demek:

        Son seçimler “sınıfsal” bir şey değil, “tek adam”a dair ve ona karşı bir şeydi.

        AKP’ye sahip çıkan yüzde 41 için de öyle…

        AKP’den kopanlar için de öyle.

        Karşısında konuşlanmış partiler için de öyle.

        Bunların içinde “en farklı” sözlere sahip HDP bile, nihayetinde barajı aşmaya kilitlendi ve cari kuvvet kaynağı “Seni başkan yaptırmayacağız” oldu.

        Bu “kısa program” başarı kazandı seçimde.

        Yoksa Türkiye’de sınıf ilişkilerini altüst edecek bir şey değil.

        Elbette “otoritenin otoriterliği”ne karşı yüzde 41 dışında blok bir tavır vardı…

        Ama yerine ne konacağına dair değil.

        Sadece onun her yere tahakküm etmemesi için!

        ***

        Bundan sonrası, bu ülkede hep olan şeydir.

        Darbelerin de, demokrasiye geçişlerin de, birbiri yerine gelen iktidarların da nihayetinde becerdiği iş:

        Sermaye düzeninin tahkimi!

        Bundan iki nispi siyasi kopuş ihtimali oldu siyasi tarihte:

        Yok, kimi işçi haklarını vesaire tesis eden ama esasında düzeni restore eden 27 Mayıs darbesiyle değil!

        Biri “Ortanın solu Ecevit”in “toprak işleyenin, su kullananın” diyerek yükselişi ve sonra MSP ile koalisyonu; o da Kıbrıs’ta kayboldu.

        Diğeri de AKP’nin seçimi kazandığı gün.

        Daha sonraki gün değil!

        ***

        AKP’nin getirdiği yenilik, 28 Şubat’ın da rövanşı olarak, “Kendine ait sermaye düzeni”ni kurmak, büyütmek, tahkim etmek ve “sermaye sınıfı içi bir iç savaş”ı da yürütmekti.

        Gerçi Demirel, özellikle Özal da çeşitli kayırmacılıklar, ceza ve ödül sistemleriyle bunu denemişti ama hiçbiri “Başkan”ın her şeyin “Yönetim Kurulu Başkanı” olma arzusu, gücü, becerisi kadar etkili ve büyük değildi.

        Sermaye dünyasında “doğanlar”ın da “sancaklar”ın beklediği de nihayetinde bir MÜSİAD-TÜSİAD koalisyonu; CHP de olabilir, MHP de!

        Olabilir tabii.

        Sen sınıfını bilmezsen, sınıfını bilenler, sana da bildirirler!

        Onlar çatıştığında “sınıf savaşı” değildir; ama uzlaştıklarında sınıf savaşıdır, Savaş!

        ***

        O yüzden, bu seçimin sonucu “Halkların şeyi”nden ziyade, “Tek adam karşısında tüm partilerin ortak şeyleri”.

        Yanlış anlatmış olmayayım; temennim, tavsiyem vesaire değil. Anladığım bu. Yanlış anlamış olabilirim.

        Bu yüzden “koalisyon ihtimalleri”nin tek ortak paydası, yine “kısa program” olarak, ekonomiden yargıya, bürokrasinin her kesiminden özellikle polise, öyle bir “mutabakat” olabilir.

        Bu inanın AKP’yi bile kafadan dışlamaz!

        Her çocuk baba otoritesinden çekinir, saygı ve minnet duyar, için için öfke de duyar ama “ergenlik” bildiğin gibi değildir.

        Seçim, Türkiye kadar, AKP’yi de “Bonaparte”tan özerkleşme, “Bonapartizm”den sıyrılma aşamasına getirdi. Aşar yahut şaşar, bilemem.

        ***

        Esasında net olan ama kafamıza göre atfettiklerimizle karışık mana kazanan seçim sonuçlarından sonra, “Restorasyon-Rehabilitasyon” tartışmaları da doğdu galiba.

        Eski düzenin tesisi” ya da “Hastanın (insanların) bakıma alınması” gibi.

        Herhangi bir yerinde zaten öyle “Revolüsyon”, yani “Devrim” yok; kabul edelim! (Kaldı ki “Revolution”un ilk manası da zaten devrimden ziyade “Geçmişe dönüş” değil miymiş?)

        Ama bir yerlerinde, bütün partilerin içinden de geçerek, “Farklı bir re-habitasyon”, yani “birlikte oturma ihtimali” var.

        Türkiye’nin “esas muhalefeti”nin, tekmelenen işçiler, tekmelenen askerler, vurulan Kürt çocuklar, öldürülen kadınlar, Türk-Kürt veya Sünni-Alevi, işyerlerinde köleleştirilen çalışanlar veya köle ordusu olarak yedeklenen işsizler, hayatı ve haysiyeti 12 yıldır da ondan önce de aşağılanan, hor görülenler; esaslı bir “adalet duygusu ve ihtiyacı” olanlar arasından, onların sesi ve yeni kelimeleriyle, acıları ve feryatları kadar umutlarıyla doğabilme ihtimali.

        Etnik-dini-mezhepsel kimlik ötesinde, bunları aşarak “birlikte olmak”, bunun kaynağını, hayatın, hayatının, haysiyetinin, ama ille başkalarının da tahribatında bulmak.

        Ortak dilin ortak kimlikten ziyade, ortak umuttan doğabilmesi!

        ***

        Birdenbire medyanın her köşesindeki bilmişliklerden fırlayan “Koalisyon peşrevleri” tabii ki şu an için daha “realist.”.

        Ama seçimin tek net sonucunu, yani “Başkan’ın mağlubiyeti”ni unutarak veya yüzde 13-25 arasındaki partilerin her birini “seçimin galibi” sayarak onlar bile gerçekçi olamaz.

        Gördüğünüz gibi benim tam derdim ise “gerçekçilikler” değil; daha ziyade hala hayal etmeye devam ediyorum.

        Somaların, Diyarbakırların, Afyonların, Ermeneklerin ülkesinde; Özgecan’dan bu yana 150 kadının daha öldürüldüğü, Soma’dan bu yana 1500 işçinin daha işyerlerinde can verdiği; çocukların birbirini üstüne yıkıldığı bir ülkede, başka hayallerin de olmasına inanarak!

        Diğer Yazılar