Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Cumhurbaşkanı, “Bedeli ne olursa olsun, Suriye’nin kuzeyinde, güneyimizde bir devlet kurulmasına asla müsaade etmeyeceğiz” dedi.

        ***

        Bildiğimiz gibi, Suriye’nin kuzeyinde, güneyimizde de bir devlet vardı.

        Öyle ya da böyle, adı Suriye Devleti idi.

        Hatta bir dönem sınırlarımız iyice açılmış, Suriye Devlet Başkanı ile Türkiye’nin şimdi Cumhurbaşkanı olan Başbakanı ailecek çok çok yakınlaşmıştı.

        Şimdi o devlet o şekilde yok.

        Esasen bir zamanlar o devlet de yoktu.

        Fakat o uzun hikaye.

        Sonuçta mecburen müsaade edilerek o devlet kurulmuştu.

        Çünkü bir devlet, işgal ve istilalar dışında, bazen yapayları. naylonları görülse de, nihayetinde bir yöredeki halklara, milletlere tekabül eder. Bazen eksiğiyle bazen fazlasıyla.

        ***

        Irak’ın Türkiye sınırında da Irak devleti vardı.

        Onun ne olduğunu da biliyoruz.

        Orada fiilen bir “Kürt devleti” olduğunu da.

        Ticaret, yatırım vesaireyle iyi iş yapıldığını da.

        ***

        Suriye’nin ve Irak’ın Türkiye’ye dokunan yörelerinde bir de “İslam Devleti” çıktı sonra.

        Hani son bir, iki günde Kobani’de 200, Tunus’ta 40, Kuveyt’te 30 sivil katledenler.

        Bu “devlet”le nasıl bir ilişki içinde olunduğu ise tarihte bundan sonra Türkiye’nin önünde duracak kocaman bir soru olacak hep.

        İnsan trafiğinden “insani yardım” trafiğine kadar, nelere “müsaade” edilip edilmediği de.

        ***

        Demografinin değişmesine müsaade etmeyiz” de dedi Cumhurbaşkanı.

        Rojava işte Suriye rejimi tarafından “demografi değişimi”ne zorlanmış Kürt bölgesi.

        Işid ve benzerlerinin palazlanmasında da belki başkalarının orada “demografi mühendisliği” etkili olmuştu!

        Zaman her şeyi daha iyi anlatacak elbette.

        ***

        Bedeli ne olursa olsun” elbette çok ciddi bir beyan.

        Kızılay toplantısında söylense de, (Cumhurbaşkanı’nın o konuşmada mültecilere yardımla bahsettiği gibi) yaraları sarmaktan ziyade, yarmak, yara açmak, kanatmak fiilleriyle ilgili fiilen!

        O zaman mesele şu:

        Halihazırda eski özerklik ilanı dışında bir aşama yok ama…

        Bedel”i kim ödeyecek?

        Kendi ülkendeki kendi insanlarının bir kısmıyla kardeş olan sınır ötesindeki “insanlar” mı?

        Hani Şah Fırat Operasyonu’nu yürütürken mecburen işbirliği de yapılanlar?

        Hani Süleyman Şah’ı bir süreliğine emanet ettikleriniz?

        Hani ABD’nin isteğiyle Kuzey Irak’tan peşmerge ve silah transferi almalarına mecburen müsaade ettikleriniz?

        Hani “müttefikiniz” ABD’nin, hatta bazen S. Arabistan’ın bile düşmanlarını bombaladığı yerli halk ve örgütleri?

        Bedel”i burada kim ödeyecek?

        Kürt ve Türk, Türkiye’nin dört bir yanından (yine) gençler, (yine) sıvasız hane çocukları mı?

        Her şeye sözde “insani” bakarken bu “bedel” insanlara ne getirecek, onlardan ne götürecek?

        ***

        Yeni Meclis, yeni hükümet, işte bir koalisyon olmadan herhalde kimse kimseye fatura kesemez.

        Kimse bu ülkenin her kesimden çocuklarına yine savaş ve ölüm vaat edemez.

        Kendi çocuklarını her yolla sarıp sarmalayanlar başka çocukların hayatları, umutları, kardeşliklerini “bedel” diye adisyona yazamaz.

        Cumhurbaşkanı bir zamanlar “komşularla sıfır sorun” ve “barış adamı” olarak, öyle ya da böyle, daha tarihi bir misyona sahipti.

        Şimdiki epeydir ve epeyce talihsiz bir misyon.

        Elbette kendisi öyle düşünmüyordur ama 77 milyonluk bir ülkede ve rengârenk bir bölgede herkes de onun gibi düşünmüyordur!

        ***

        Mustafa Sarıvadi’den bir dizeyle bitireyim bari:

        Bir eşkıya misali bedbaht yaşasın düşlerim

        Gece gözlüm sen üzülme bedeli neyse ben öderim

        Diğer Yazılar