Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Kendin pişir kendin ye demokrasi”nin güzel tarafı şu:

        Tarafsız ve bütün partilere eşit mesafede Cumhurbaşkanı” seçimler boyunca, biri hariç tüm partilere, liderlerine ve tabii bu arada seçmenlerine saydırıyor.

        Seçim bitince iki gün “mesafe” alıyor.

        Sonra onları “tarafsız ve eşit mesafe”den Saray’a davet ediyor.

        Demokrasinin “kendin pişir kendin ye” süreci, onların bunu şimdilik yememesi ile devam ediyor!

        En büyük partinin lideri ise, bir cenaze sonrası, orada öylece ayakta iken, Cumhurbaşkanı ile selefinin davet edildiği Meclis Başkanı odasına çağrılmıyor bile.

        Olsun, Cumhurbaşkanı onun “kırmızı çizgisi” zaten. Geç denmezse, öte yana geçemez!

        ***

        Hepsi bir yana, “tarafsız Cumhurbaşkanı”nın hükümet boşluğunu aynı seçim kampanyasındaki gibi nasıl doldurduğunu görüyoruz.

        Meydanlardan iftarlara ulaşıldı şimdi.

        Bunun kabul etmemiz gereken bir tarafı var.

        Kendisi “bütün partilere eşit mesafede” değilse de, kendi partisine yukarıdan aşağı bir mesafede ve hala bu ülkenin en büyük, en ciddi siyasi aktörü.

        AKP de dahil, dört parti, milyonlarca seçmen sahnede onun yerini alamıyor bir türlü.

        Tabii ki bu sistem bile bunu kaldıramayacak.

        Böyle başı büyük, bedeni küçük bir sistemin anomalisini “burası Türkiye”nin bile taşıması zor.

        Hangisi olursa olsun, bir koalisyon, ki seçimin hemen ertesi yazdığım gibi bana göre “AKP’siz koalisyon” siyasi ve sosyal açıdan mümkün değil, bu anomalinin anormalliğini biraz törpüleyebilir M. Ali.

        Bakın, “biraz.”

        ***

        Ancak Cumhurbaşkanı öyle bir çıta koydu ki…

        Koalisyon nasıl kurulacak?

        Bir vakıf iftarında Cumhurbaşkanı çıtayı ne kadar da yükseğe çıkardı:

        “Siyasetin temeli ahlaktır,doğruluktur. Kendi çıkarını kamu yararının önüne koymamaktır.”

        Şimdi bu çıtayı CHP’nin, MHP’nin, HDP’nin geçmesi mümkün değil!

        Düşünüyorum; çıtayı çitaya koyuyorum, pitaya koyuyorum, yine olmuyor.

        Bu çıtayı geçebilecek tek parti var, o da zaten iktidar.

        Bu çıtanın üzerinde yürümüş dört bakan görüyorum; adeta cambaz gibi. Onlar da şimdi küstü, “kamu yararı”na bir faydaları yok.

        Dolayısıyla, çıtayı böyle koyan bir cumhurbaşkanı elbette siyasetteki kocaman “ahlak, doğruluk, kamu yararı” boşluğunu yüzümüze vuracak; elbette, başkanlık sistemi olmasa bile, yetkileriyle ve iftar yemekleriyle dolduracak!

        ***

        CHP Genel Başkanı’nın “AKP ile önyargısız görüşeceğiz, rövanşist olmayacağız” demesi de çıtayı geçmeye yeter mi, bilmiyorum.

        Mesele sadece CHP’nin önyargısız olması değil, AKP’nin de toplumun geri kalanına karşı önyargısız bir yargı sisteminden yana olabilmesi!

        Yine de hepsi bir yana…

        Şu anda Türkiye’nin önündeki acil sorun, Cumhurbaşkanı’nın “ahlak, doğruluk, kamu yararı” gibi her zaman çok önemli ve geçerli olmuş ilkelerini azıcık çiğneyerek, AKP ile CHP’nin bir koalisyon kurabilmesi galiba!

        Çünkü ancak bu koalisyon, Cumhurbaşkanı’nın Suriye’ye ve özellikle kuzeyine “ahlak, doğruluk, kamu yararı” adına isteyebileceği bir harekât yerine, hiç değilse sadece bu mevzuda aklın ve vicdanın ortak yolunu bulabilir.

        İnanın şu andaki en acil sorun bu!

        İçeride barış umudunun, sıvasız hanelerin yoksul çocuklarının hayatta kalma umutlarının sürebilmesinin siyaseten tek mümkün yolu.

        Yoksa Cumhurbaşkanı’nın dediği gibi, “ahlaksızlık, doğruluktan uzaklık ve çıkarcılık” alıp başını gidecek ailecek!

        ***

        Günün başında mesela bunları yazıyorsun…

        Günü “ötekiler”e tahammülsüzlüğün devlet ve polis şiddetiyle kapatıyorsun.

        Bir devlet ve onu elinde tutan bir iktidar, sadece hoşlanmadığı için, sadece “öteki” saydığı için ve özünde “insan” saymadığı için, şiddetten uzak, küresel bir yürüyüşe nefret kusuyor!

        AKP en iyisi sadece kendisiyle koalisyon yapsın.

        Sadece kendilerinin var olduğu ve sadece kendilerinin, her şeye hakkının bulunduğu bir ülke ve dünya tahayyül edenlerin bir başkasıyla yan yana gelmesi de imkânsız, bir başkasının hakkı ve özgürlüğüne içten saygı duyması da!

        CHP, bir zamanlar SHP’nin ortak olduğu olduğu türden bir polis şiddetiyle koalisyon yapmayacağını açıklasa bari. Başkası yapacaksa, o da.

        Ön” yargı değil, önden, peşinen bir hukuk şartı işte!

        Çünkü bu nefret devleti iyi bir yol değil.

        Daha doğrusu çok kötü bir yol!

        LİG KARMASI VE EMRE

        Lig için şöyle bir yılın karması vardı aklımda ama vaktinde yazmamıştım:

        Volkan (Fenerbahçe) - Cicinho (Sivas), Civelli (Bursa), Sedat (Gençlerbirliği), Motta (Beşiktaş) – Gökhan (Gaziantep), Gosso (Gençlerbirliği), Melo (Galatasaray) Emre (Fenerbahçe), Kıvanç (Ç. Rize) – Adem (Kasımpaşa)

        Gördüğünüz gibi “en iyi hücum savunma, en iyi savunma rakibe mümkün her biçimde saldırıdır” diye özetlenecek, ofansif-defans ağırlıklı bir takım bu!

        Açıkçası karmanın teknik direktörü olarak da, “basketbol takımı oyuncusu”nu tokatlayan Ataman’a “Eline sağlık Hocam” diyen sempati teknik direktörü Yılmaz Vural’ı düşürmüştüm; onun dünya efendisi hallerini de az unutarak!

        Unuttuklarım veya daha çok hak eden mutlaka vardır. Onlar da önümüzdeki maçlara bakacak artık!

        Takım kaptanlığı için rakipleriyle de birbirleriyle de “centilmence” çok çekişmiş Melo ile Emre arasında kararsız kalmıştım!

        Fakat bazen sahada olan bitenler bir insanı tamamen tanımlamıyor.

        Bildiklerimiz, haklı yargılarımız veya yığınla önyargılarımız da.

        Galatasaray tesislerinin vahşi güvenlik kapısına başı sıkışarak ölen gazeteci Erkan Koyuncu’nun eşi, “Bize Galatasaray da değil, sadece Emre Belözoğlu yardım etti” demiş.

        İşte bu başka bir boyut!

        Ve sanırım gencecik yaşta şöhret olup kibre kapılanların, bir de dini-milli-etnik önyargıları olanların bir kısmı, kendindeki bu insani boyutu bile sık sık kaybediyor. Biz de o yüzden öteki boyutunu göremiyoruz bile.

        UNUTULAN MAHKUM!

        Kimilerini cezaevinde uzun süre unutmadan salıvermiş, boğazkesenlerden karısını, kızını katletmişlere kadar hürriyet vermiş devlet ve yargı sistemi bazen unutuyor!

        Tahir Canan mesela, 32 yıl sonra çıkabilmişti cezaevinden.

        İlhan Çomak da 21 yıldır “unutulan mahkum.”

        Sözde kanunlar, hukuk sistemi değişiyor, demokratikleşme oluyor, ama bazılarının demir parmaklıklarına uğramıyor bile.

        İlhan Çomak’ın 2 Temmuz’da yine duruşması olacak.

        Bakalım ne olacak?

        Diğer Yazılar