Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        1. Cumhur(n)iyet: Sadece hamasi nutuklar değil; bir özgürlük, eşitlik, kardeşlik ideali olduğu daha çok vurgulanabilirdi. Her törene; bir ötekine kardeş olası Sakaryalı, İzmitli, Düzceli, Vanlı, Ercişli çocuklar getirilebilirdi. Sadece övünülmez, bu çocukların karartılmış, kanatılmış hayatları için özür de dilenirdi.

        Düğün yapabilen, tören yasaklayınca hamasici ile hamasetçi birbirine girdi! Oysa “cumhuriyet”ten özgürlük, eşitlik ve kardeşlik anlamamakta mutabakat tam! Dil esasen ortak, sadece şive farklı! O yüzden, KCK tutuklamalarının Büşra Ersanlı ve Ragıp Zarakolu’nu da alan iştahında da birleşiyorlar. Canlı, cansız bombalarla da, onca can pahasına ve nefretlerle şiddetlenen bir cumhur ile (n)iyeti!

        2: Kötü niyet: Yine yuh demişim! El değiştiren Star TV’de onca kişi atılırken, Van’da görev yapan gazeteci bile kapı önüne! Bir çadır gönderseydiniz bari!

        Hiç düşünmeden, hiç üşümeden bunu bile yapabilen medya, “business”, “insan kaynakları” zihniyeti; Yunus’un ölümünü, Azra’nın doğuşunu hiç anlatmasın!

        Medya masalı

        Medya deyince aklıma geldi; tam deprem günü yazılmış, sonra kenara bırakılmış, filanca ülkede geçen bir medya masalı. Bizzat masaldaki safa ibret olsun!

        Kendi anlatsın size:

        ***

        İnsan bir yerden kovulmuşsa, haliyle kızgın olur kovanlara.

        Ben de öyleydim; ama kızgınlığı nefrete çevirmemeyi, muhakemeyi öfkeye ezdirmemeyi zamanla öğrendim.

        Birkaç yıl önce, o sıra Sabah’ta, yani “iktidara yakın” bir gazetede iken…

        Gün, Başbakan’ın, Doğan Grubu için, “Okumayın bunların gazetelerini; almayın” diye köpürdüğü, millete telkinde bulunduğu, talimat yağdırdığı bir gündü.

        Cumaydı; yazı günüm değildi yine.

        Yediremedim kendime.

        Çıkıp meydanda bağıracak halim yoktu; kısa ama bağıran bir yazı yazıp acele, gazeteye yolladım.

        Yani, daha önce beni kovanların hakkı için; şimdi onlara köpürmüş bir başbakana yakın gazeteye.

        Şöyle yazmışım kısaca:

        Kimse kimseye, şunu oku bunu okuma diyemez! Siz de diyemezsiniz!

        O kadar!

        Gücümüze gidince bir durum, kalemden başka gücümüz yok ya; işte var gücümüzle, o gazetelerin, oradaki gazetecilerin, okur ve izleyicilerin, tabii kendilerinin de özgürlüğü için.

        Sonra yine yıllar geçti. Bir sürü şey oldu.

        Yazarlarını, gazetecilerini zaten kendileri susturdular veya sustaladılar.

        Hoş, birçoğu gık demedi!

        Geldik bugüne. Depremden hemen öncesine.

        Başbakan, “milli meseleler üzerine birlik ve beraberlik” diye medyayı topladı.

        Tabii, ülkede birlik ve beraberlik hep bazılarını dışlayarak oluyor ya; bütün gazeteler de çağrılmadı. Onlar da kızdı. Ama onlar da, Genelkurmay yıllarca ötekileri dışarıda bırakırken hiç kızmamıştı. Nitekim şimdi buyur edilen ötekiler, bu kez dışarıda bırakılanlar namına itiraz etmedi.

        Neyse.

        Başbakan birkaç yıl önce “Bunları okumayın” diye kızdıklarına, bu kez kibarca “Şunları yazmayın, şöyle görmeyin” dedi.

        Lakin her kralın kendinden çok kralcısı olacak ya…

        Başbakan bir derken, onlar “yandaş” denenden bile daha çok zıpladı.

        Bir zamanlar “bunları okumayın” dedikleri, “Siz buyurun biz yazalım; siz buyurun yazmayalım” diye boyun ve burun uzatıverdi;

        Dilediklerince eğilecek boyun ile halka taktırmaya teşne burun!

        ***

        Bunları anlatınca, çok yakından tanıdığım bu arkadaşa dedim ki:

        Oğlum saftirik!

        Alan bile bu kadar teslimiyetten utanırken bazı bazı; boynunu veren çoktan razı!

        O yüzden, seninki akıntıya kürek, boşa harcanmış yürek!

        Özgürlüğü, dayanışmayı, övgüyü, öykünmeyi, onuru hak eden bulur zaten!

        Şey edeyim, onların da şahsiyeti, haysiyeti, hakkı, hukuku, özgürlüğü için kalpten kelimeleri peş peşe koşturduğunuz günlere!

        Her zeytin yağını, her ayran yayığını, herkes layığını bulur!

        Bir varmışsın, bir yokmuşsun; bir bakmışsın hiç yokmuşsun

        Ömür biter, mecburi “iyi bilirdik”lerden sonra, arkandan esas ne deneceği bakiye kalır.

        Yel biter, sel gider, çamuru kalır.

        (Medyada bunu şöyle tercüme eden pişkin de var:

        Masası, kasası bize; posası, tasası size!)

        Diğer Yazılar