Yerel Haber Hattı 0536 266 79 69
KONUŞMAYI BAŞLAT
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

Azrail’i kandıran ‘Grup Perişan’ üyesi: Selahattin Demirtaş

MUHARREM SARIKAYA/ HABERTÜRK

YAZI DİZİSİ 1

Çocukluğunda hayali bir astsubay olmaktı. Kürt kimliğiyle, Irak’ın devrik lideri Saddam Hüseyin’in, Halepçe’de Kürtleri katlettiği günlerde tanıştı. Siyasi miladı, eski Diyarbakır HEP İl Başkanı Vedat Aydın’ın ölümünün ardından katıldığı cenaze yürüyüşü oldu. İşte bilinmeyenleriyle HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş 

Suriçi’nde geçim sıkıntısı çektikleri dönemde dünyaya gelir Sadiye ile Tahir Demirtaş’ın ilk çocuğu Nurettin... İlk çocuk tecrübesizliğine rastlar, zatürreeye yakalanmaktan kurtulamaz. İkincisiyse bir yıl sonra 10 Nisan 1973’te doğar...

Komşuları güzelliğini konuşur, bölgedeki inanışa göre “Güzel doğan çocuğa Eser adının verilmesinin âdetten olduğunu” hatırlatır. Sadiye Demirtaş’ın babası Mehmet Ali Kaya ise “Selahattin” adında ısrarcıdır. Erkek tarafı itiraz etmez, nüfus kâğıdına dedesinin dediği yazdırılırken, aile içinde de Eser diye seslenilir...

Zaten “Güzel doğan çocuğa iki isim verilirse ömrü uzun olur...” inanışı da bunda etkin olur. Çünkü Azrail, Eser için geldiğinde Selahattin; Selahattin için geldiğinde de Eser karşılayacaktır. Selahattin Demirtaş’a bu durumu anımsattığımda gülümsedi, “Biliyor musun, aile fertlerim bana Eser diye seslenir” dedi. Kendinden sonra 5 kardeş daha aileye katılır; Nurcan, Aygül, Süleyman, Şadiye ve Bahar... Ebeveynleri aralarında Zazaca konuşur, ancak çocuklarına öğretmekten kaçınır. Dört kardeş aynı ilkokulda okur; başarıları ortaokul ve lisede örnek gösterilir. 

‘ASTSUBAY OLMAK İSTERDİM’ 

Selahattin Demirtaş o günleri anlatırken müstehzi gülümsemeyi yüzüne kondurup bir anısını şöyle paylaştı: “Ortaokuldayken bir komşumuz astsubaydı, onların çocuklarıyla oynarken imrenirdim; astsubay olmak isterdim...” Çocuklar büyür, baba Tahir de işçi olarak girdiği Köy Hizmetleri’nde su tesisatçılığını öğrenir ve dükkân açar. 

KÜRT KİMLİĞİYLE TANIŞMA

Mart 1988’de Ali Emiri Lisesi’nin ikinci sınıfında okurken dışarıdan gelen sloganlarla öğrenciler camlara koşar. Demirtaş o günü, “Kürt kimliğimi öğrendiğim gündü” diye niteliyor ve ekliyor: “Öğretmenimiz, Saddam Hüseyin’in Halepçe’de Kürtleri katlettiğini anlattı. O gün Kürtlüğün ne demek olduğunu, Kürt olmanın ağır sorumluluğunu öğrendim. Kimliğimle tanıştım.” 

Yine de anne tavsiyesine uyar, eylemlerden uzak durur. Lise mezuniyeti için düzenlenecek eğlenceye öğrencilerin kullanabildikleri enstrümanlarını da getirmeleri istenir. En yakın arkadaşı Ulaş’ın bağlama çaldığını da o gün öğrenir.

“Bağlamayı almak için birlikte Ulaş’ın evine gittik” diye söze girdi, saz çalma hırsının nasıl oluştuğunu da kahkahalar içinde anlattı:

“Asansörden inerken baktım tıngırdatıyor. O kıskançlıkla ertesi gün gidip saz aldım, kısa sürede öğrendim ve çalmaya başladım. Annem ve babamdan gizli Kürtçe müzik dinlerdim.”

1990’da liseden mezun olduğu yıl ilk tercihlerini hukuk fakültelerinden yana yapar; sekizinci tercihi İzmir 9 Eylül Üniversitesi Denizcilik İşletmesi Bölümü’nü kazanır. Ağabeyi Nurettin de Muğla’da İşletme Fakültesi’nde okumaktadır. Ancak okuduğu bölümden hiç hoşnut kalmaz.

  • Hayatımın rotası Vedat Aydın’ın cenazesinde değişti


SİYASET EŞİĞİNİ GEÇTİĞİ GÜN

Temmuz 1991’de tatil için gittiği Diyarbakır sokaklarında HEP İl Başkanı Vedat Aydın’ın kaçırılıp öldürülmesinin protestosuyla karşılaşır. Demirtaş, siyaset eşiğinden geçtiği tarihi bugüne işaretleyip anlattı: “Vedat Aydın’ın cenazesi bulunana kadar geçen 3 gün içinde duygusal yönden çok etkilendim. Cenazenin kaldırılacağı gündü. Meydana doğru yürüyen bir grup gencin arasına katıldım, birlikte yürümeye başladım. Polisler ellerinde kalaslarla gençleri kovalamaya başladı. Ben de onlarla kaçtım. Mardinkapı önüne geldiğimizde bu kez kalabalığın üzerine ateş açıldı, bilinen acı olaylar yaşandı. Hayatımın rotası o gün değişti, siyasal kimliğimle o gün tanıştım; başka bir insan oldum.”

CEZAEVİ GÜNLERİ

Üniversite için İzmir’e döndüğü günlerdir. Devletin gücüyle ilk karşılaşmasını da orada yaşar. PKK’nın gençlik örgütü olarak bilinen Yekitiya Civaka Kürdistan üyesi olmaktan, ağabeyi Nurettin Muğla’da, kendi de İzmir’de gözaltına alınır. “Emniyette bir hafta gözaltında sorgulandım, sonra bıraktılar ama Nurettin’i tutukladılar; 24 yıl hapse mahkûm ettiler” diye söze girdi, anlatmaya başladı: 

“Bir ayda toplanan para ortaya konur, giderler ayrılır, kalan denkleştirilip her ay Nurettin’i görmeye o paranın yettiği sayıda kişi giderdi. 8 kişi nasıl gitsin; elde kalan para ne kadarsa o kadar kişi işte. Annemin hazırladığı yollukla Diyarbakır’dan Nurettin’in yattığı Buca Cezaevi’ne 24 saat içinde gider gelirdik.”

“Bugün görüş yok” denildiği için dönüp geldikleri günleri de anımsadı. “Anneniz yolluk olarak kızarttığı tavuğu lavaşa sararmış; siz çok severmişsiniz. Sırf tavuğu yemek için gitmekte ısrar edermişsiniz” dedim. Duygusallaştı, gözleri doldu. Ümit Turpçu’nun bu anını görüntülüyor olmasına aldırmadı; ağlamak ile dik durmak arasındaki iç savaşında ikincisini tercih etti. 

Derin nefes alıp gülümsedi, “Bunları kim anlattı? Evet öyleydi...” dedi, gerisini getirdi: “Buca Cezaevi’nin karşısında küçük bir büfe vardı, ancak orada çay içecek kadar paramız kalırdı. O gün görüş iptal edilmezse içeri girer, kirli, buğulu çift camın ardından Nurettin’i görür, çapraz teller arasından sohbet ederdik. Bir annenin oğlunun kokusunu duyamaması ne demek...”

Fotoğraf: Ümit TURPÇU


ÇİFT CAMLARDAN SES GELMİYOR TÜRKÜSÜ  

Yaşadıkları acı bir olayı da aktardı: “Annem bir bileziğini ‘Senin çocuğunu bıraktırırım’ diyen yargı mensubuna kaptırmıştı. Nurettin’e paramız olmadığı için uzun süre avukat tutamadık. Bu kadar mı kimsesiz ve sahipsiz olur bir insan...”

Bazen odasına kapanıp diğer odada oturan babasının çok sevdiği “Çift camlardan ses gelmiyor” türküsünü seslendirmiş. “Babamın türküyü dinlerken ağladığını bilirdim” dedi, hukuk okumaya da bu ortamın azmettirdiğini söyledi... Dediğini de yapmış Ankara Hukuk’u kazanmış, iki yıl sonra da iki kuzeni ve kardeşi Aysel kendisini takip etmiş. İlker semtinde bir ev bulmuşlar, anne öğüdünü tutmaya da devam etmişler; olaylara karışmak yerine kitap okuyup entelektüel tartışmaların içinde kalmayı yeğlemiş. Bunları anlatırken hafif doğruldu, Meclis’teki Genel Başkan odasının penceresinden görünen Dikmen Caddesi’ni işaret edip konuşmasını sürdürdü:

GRUP PERİŞAN...

“O kadar yıl şu caddeden fakülteye gidip geldim, bir gün olsun Meclis’e dönüp bakmadım. Aklımın ucundan dahi geçmedi.” Konu bağlamadan açılınca müzik grubu kurdukları yılları anımsadı...

İzmir’de okuduğu İnciraltı Yurdu’nda kaldıkları yıllarda Ahmet Kaya, Ferhat Tunç, Grup Yorum türküleri söylerken akıllarına bir fikir gelmiş.

Sonradan avukatı olan Faruk Duran’ın da arasında bulunduğu bir kız 4 erkek ile müzik grubu oluşturmuşlar. Adını “Komabelangaz” yani “Grup Perişan” koymuşlar... Bir yandan gülüp diğer yandan anlatmayı sürdürdü: “Hakikaten perişandık. Mesela gitar çalan arkadaşın gitarı yoktu. Bir zengin arkadaşımıza babası gitar almıştı gidip onu kamulaştırdık. Profesyonel değildik; eylemler olurdu, arkadaş grupları toplanırdı, oralarda çalardık. Sonra dağıldık.”

"KURYELER YAKALANDI, DAĞA GİDEMEDİM"  

Üniversite yıllarında arkadaş baskısıyla da karşılaşır. “Herkes dağa giderken sen okumaktan başka ne yaparsın?” diyenler çoğalır. 1995’te dayanamayıp yaz tatilinde dağa gitmeye karar verir.

Ancak öngörmediği bir gelişmeyle karşılaşır: “Dağa gitme konusunda çok bocaladım. Gitmemem de tamamen tesadüf. Tam gidecektim ki bizi dağa götürecek kuryeler yakalandığı için gidemedim. Hangi dağa gideceğimi, kime emanet edileceğimi de bilmiyordum. Bir yerlere emaneten gidecektim. Bir gün babamın dükkânına bakarken iki polis geldi. Yakalanan kuryelerin üzerinden ismim çıkmış. Beni dağda zannettikleri için babama ne zaman gittiğimi sormaya gelmişler.

‘Selahattin Demirtaş’ı arıyoruz’ dediler. ‘Buyurun benim...’ dedim. Hemen dışarı çıktılar; kısa süre sonra dükkânın önünde yüzlerce polis vardı. 15 gün nezarette kaldım. Bana Selahattin’i soruyorlar, “Benim” deyince de inanmayıp tekrar sorguya alıyorlardı. Benim, ben olduğumu 15 günde ispat edebildim. Kurgusunu, hesabını, kitabını yaptığım bir serüven değildi...” 

SİYASİ HAYAT

Hukuk Fakültesi bitip avukatlık belgesini aldığında yaşadığı olumsuzlukların acısını başkalarının da çekmemesi için bir kuruş almadan siyasi tutukluların avukatlığını üstlenir. Başında Osman Baydemir’in bulunduğu İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi ile ilişkisi de o tarihte başlar.

İHD, Silopi HADEP İlçe Başkanı Serdar Tanış ile Yardımcısı Ebubekir Deniz’in karakolda kaybolması olayına bakmasını ister.

Bütün uğraşlarına karşın izlerini bulamaz. Demirtaş, duygulu bir ifadeyle boşluğa baktı, “O dönem en cesur davranan Savcı İlhan Cihaner’di” dedi.

Baydemir’in Belediye Başkanı olması üzerine İHD Şube Başkanlığı’nı üstlenir.

Öncesinde hukukta okuduğu yıllarda çıktığı Dicle Üniversitesi Eğitim Fakültesi’ni bitirip öğretmen olan Başak Demirtaş ile 2002’de evlenir.

İlk kızının adını Kürtçe’de “Değerli” anlamına gelen Delal koyar. Askerden döndükten sonra da 2006’da aynı fakültede okuduğu kuzeni Sedat Demirtaş ve kardeşi Aysel ile birlikte avukatlık bürosu açar.

Evin geçiminiyse öğretmen maaşıyla Başak Demirtaş karşılar.

MİLLETVEKİLLİĞİ  

Aynı yıl, 33 yaşında DTP’den milletvekili adaylığı teklifi alır. Partinin başında da 12.5 yıl hapis yattıktan sonra 2004’te çıkan ağabeyi Nurettin Demirtaş vardır. Ailesi ve eşi sıcak bakmaz ancak Leyla Zana ve Hatip Dicle’nin de telkiniyle adaylığı kabul eder.

  • Ailesi ve eşi siyasete girmesine sıcak bakmazlar


İçlerinde ticari zekâsı en iyi olan, küçüklüğünden beri sakız, toka satıp evin geçimine katkı veren, tekstil mühendisi küçük kardeşi Süleyman Demirtaş’a iş düşer. Demirtaş’ın yüzünde bu anda sevgi halesi oluştu, anlatmaya başladı:

“Süleyman küçükken tezgâh üstü mal satardı; mahallenin çocukları sataşıp eşyalarını yağmalayınca, ‘Tayınızı çağıracağım’, yani denginizi çağıracağım diye beni çağırırdı. Ben de gider onları barıştırırdım.”

Seçim gezisini borçla aldıkları otomobil ve Süleyman Demirtaş’ın şoförlüğünde tamamlarlar. Sandığa gitmeye bir gün kala hamile olan eşi Başak Demirtaş rahatsızlanır.

Doktorlar Ankara’ya götürmesini önerir. Eşini kardeşi Süleyman’a teslim eder, seçimin bittiği gün Ankara’dan kaygısını gideren haber gelir: “Tebrik ederim kızın doğdu...”

22 Temmuz 2007 günü Demirtaş ikinci kızıyla birlikte milletvekilliğine de kavuşur. Bundan dolayı kızına Kürtçe “Yürekten gelen” anlamındaki Dılda adını koyar.

CESUR SÖYLEM  

Uzlaştırmacı kişiliğiyle Grup Başkanvekili olur. Anayasa Mahkemesi’nin DTP’yi kapatacağını anladıkları 2010’da Gültan Kışanak ile Barış ve Demokrasi Partisi’nin Eş Genel Başkanlığı’nı üstlenir. KCK operasyonlarına karşı tavır koyar, “KCK buysa ben de genel başkanıyım” diyerek cesur çıkışlarda bulunur. 2006’da dile getirdiği, “Kürt sorununun çözümünde Öcalan’ın rolünün değerlendirilmesi gerekir” sözü o tarihte bir daha anımsanır. 2011’de bu kez Hakkâri’den milletvekili seçilir. 2014’te partinin adı bir daha değişirken Figen Yüksekdağ’la HDP’nin Genel Başkanı sıfatını alır. Cumhurbaşkanlığı seçimindeki performansı da yaşamının getirdiği sonuçtur.

LİSE YILLARI

Yıl: 1988. Selahattin Demirtaş, Ali Emiri Lisesi, 2’nci sınıf öğrencisiyken bir teneffüs arasında arkadaşlarıyla bu fotoğrafı çektirir.

AİLE HATIRASI

Selahattin Demirtaş (ortadaki), 5 yaşındayken babası ve amcasının önünde iki kardeşiyle birlikte bu pozu verir.

EŞİ VE 2 KIZIYLA

2002 yılında Başak Hanım’la hayatını birleştiren Selahattin Demirtaş, ilk kızı Delal ve küçük kızı Dılda’yla birlikte.

 

YAZI DİZİSİ 2

‘AĞA BİZİ LOKMAYA GÖTÜR’

Ülkücü camianın ‘kolejli hamisi’ olarak bilindi. Katıldığı ‘Kıbrıs mitingi’ onun siyasi bakışının ve yürüyüşünün temel taşı oldu. O kadar yardımseverdi ki askere giden öğrencileri harçlık istemek için onu arardı. Akademisyenliği bırakıp gönül verdiği hareketin içinde önce genel sekreter, Alparslan Türkeş’in ardındansa lider oldu

“SİZİ siyaset eşiğinden geçiren neydi?” soruma duraksamadan yanıt verdi: “Kuvayi Milliye ruhu ve Başbuğum Türkeş Beyefendi...” Devamını getirmek istediğimde yine özel yaşantısını paylaşmaktan uzak duran ifade yüzüne oturdu; ciddileşti... Üniversiteden öğrencisi olmam nedeniyle bu yüz ifadesinin ardından neyin geleceğini bildiğimden sustum. Ancak ısrarımdan da vazgeçmeyip öğrencisi olmanın avantajıyla ne zaman aynı konuyu açsam ileri gidemedim, “Bir gün konuşuruz” cümlesiyle karşılaştım. Hakkında yazılmış kitaplar ve ona yakın isimlerle konuştum. Üniversite yıllarımdan hafızamda kalmış bilgileri anımsadım. Yaşam öyküsü çok bilinmeyen, neşeli, yardımsever, dönemine göre burjuva eğitimli, kolejli; bir o kadar da birikimli, arkadaşlık ve dostluklarla dolu.

KOLEJ EĞİTİMİ

Osmaniye’nin Hasanbeyli kasabasında, köklü ve varlıklı Fettahlıoğlu sülalesinin bir ferdi olarak 1 Ocak 1948’de dünyaya gelir. İsmet İnönü hayranı olan CHP’li babası Salih Bahçeli’nin ilk eşinden 2 olmak üzere 6 çocuğu vardır. Soyadını da Osmaniye’nin Bahçe İlçesi’nden alır. Aile zengindir, baba aydındır; çocuklarının İngilizce eğitim veren kolejlerde okuması için çaba gösterir. Ortaokula, Adana’da ilk kez açılan ve İngilizce eğitim veren Özel Çukurova Koleji’nde başlar. Kendisinden 3 yaş büyük olmasına rağmen bir sınıf ileride okuyan ağabeyi Servet ile yatılı kalır; her hafta cumartesi günü öğleden sonra bir günlüğüne Osmaniye’ye ailesinin yanına gider. Adana’da iyi eğitim veren yer olmadığını düşünen babası, bu kez İstanbul Emirgan’daki Akgün Koleji’ni tercih eder.

İstanbul’da dayısının gözetiminde yatılı okuduğu kolejin ikinci sınıfında okulu değiştirilir, Etiler’deki Ata Koleji’ne yazdırılır.

Akgün Koleji’nde Org. Cemal Tural’ın eşi, edebiyat öğretmeni Suna Tural, milliyetçi akımın kitaplarını okutur; onu hiç unutmaz..

KIBRIS MİTİNGİ

Siyasi ilk eylemi de kolejde gerçekleşir. Milli Türk Talebe Birliği ile Türkiye Milli Gençlik Federasyonu’nun düzenlediği Kıbrıs mitingine katılan lise öğrencileri arasında yer alır. Gazeteci Arslan Tekin’e verdiği bir röportajında, “ABD 6. Filosu’na karşı düzenlenen mitinglerin de dikkatini çektiğini” söyler. Ancak Kıbrıs mitingini hiç unutmaz. Lise yıllarında, yaz tatillerinde Osmaniyespor Kulübü’nde futbol oynar.

‘Alın ve ense açık olsun’

LISE sonrası 6 okul tercih etmek zorundadır. Bundan dolayı 1 yıl bekledikten sonra 1967’de tercihini, Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi (AİTİA) Dış Ticaret Bölümü’nden yana kullanır. Gazi Üniversitesi’nin temelini oluşturan AİTİA’da ülkücü gençlerle arkadaşlık kurar. Otomobil sahibi olmak lüks sayılırken, onun beyaz renkli 01 (Adana) plakalı bir otomobili vardır. ODTÜ’de okuyan kardeşi Servet ile kaldığı evi de babası almıştır. O dönem uzun saç moda olmasına karşın tıraşını hiç değiştirmez, bugün olduğu gibi alnını ve ensesini açık bıraktırır; favorilerini de uzatmaz. Nedenini soran bir arkadaşına verdiği şu yanıt da sürekli anımsanır: “Alnınız açık olsun ki övünülecek bir iş yaptığınızda alnınızdan öpsünler; enseniz açık olsun ki kötü bir şey yaptığınızda şaplağı vursunlar...”

FERDİ DİNLER ACILI KEBAP YER

ELI açıktır, şık giyinir, Ferdi Tayfur dinler, acılı kebap yer... Masada kimse cebine davranıp hesap ödemeye cesaret edemez. Prof. Dr. Atilla Özer, o günleri şöyle anlatır: “Asistanken durumumuz sınırlıydı. Devlet de kolejde okumuş zengin aile çocuğuydu. Biz ‘lokma’ deriz aramızda yemek yemeye... ‘Devlet Ağa bizi lokmaya götür’ derdik. Devlet de bizi İzmir Caddesi’ndeki Ciğer 52’ye götürürdü. Sık sık ‘Devlet Ağa şu lokma işine bir daha başlayalım’ deyip aramızda gülerdik.”

DOKTORAYA BAŞLAMAK ZOR OLUR

1971’de üniversite bitince, Mali Bilimler Yüksek Okulu’nda, Prof. Dr. Aziz Köklü’nün asistanı olarak işe başlar. Hocasını şöyle anlatır: “Prof. Dr. Aziz Köklü çok muhterem bir insandı. Aynı düşüncede olmamakla beraber, düşünceye saygısı olan bir insandı; hep rahmetle anmışımdır.”

Ancak Prof. Dr. Köklü’nün erken ölümü sonrası, hocaların hiçbiri kendisine asistan olmasını istemez.

Bu dönemde, Ülkücü Maliyeciler ve İktisatçılar Derneği (ÜMİD-BİR), Üniversite Akademi ve Yüksek Okullar Asistanları Derneği (ÜNAY) kurucusu ve genel başkanlığı görevlerini üstlenir. Doktora alamayacağını düşündüğü anda imdadına akademi kurulu yetişir.

Kurul, Prof. Dr. Ahmet Beyaslan’a zorunlu asistan olarak Bahçeli’yi atar; lisansını tamamlar. Kendisi gibi ülkücü kanattan gelen Prof. Dr. Naci Kınacıoğlu’nun ilk doktora öğrencisi olur; diplomasını da elinden alır. Askerlik göreviniyse İzmir Narlıdere’de tamamlar.

Arkadaşlarını toplayıp Ülkü Ocakları’nı kurar

ÜNİVERSİTEYE girdiği ilk yıllarda karşılaştığı boykot ve öğrenci olaylarına tepki koyar. O günleri bir röportajında şöyle anlatır: “Bizim AİTİA’da Devrimci Anadolu Grubu ile Çağdaş Grup adı altında öğrenciler boykot başlatmak istedi. Hukuk ve Dil Tarih Coğrafya fakültelerinde başlayan öğrenci olayları hemen AİTİA’ya sirayet etti. Bir grup öğrenci 1968 imtihan döneminde okulda boykota gitmek istedi. Buna karşı çıkan grubun içindeydik.”

Bu noktada da kalmaz, 1965’te Alparslan Türkeş’in kurduğu Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nin (CMKP) gençlik grubuna katılır. Örgütçüdür, arkadaşlarını toplayarak Ülkü Ocakları’nın kuruluşunu gerçekleştirip yönetiminde yer alır. 1969 yılında da AİTİA Talebe Cemiyeti Başkanlığı’na seçilir.

Türkiye Milli Talebe Federasyonu seçimlerine girer, Ankara ikinci başkanlığına Selahattin Albayrak gelirken, Bahçeli de genel sekreterliğe seçilir.

Camiada adı, bonkörlüğü ve yardımsever olması nedeniyle “Ülkücü gençlerin hamisi, kolejli Devlet Ağa” diye bilinir.

‘HOCAM EVLENİP ÖNÜMÜZÜ AÇSAN’

BAHÇELI, üvey annesinin telkinleriyle birkaç kez evlenme aşamasına gelir. Prof. Dr. Rıza Ayhan, o günleri şöyle anlattı: “Bazen takılırdık, ‘Hocam bir evlilik yapsanız da önümüz açılsa’ derdik. ‘Benim hayatım belli, ya partiye ya ocağa ya eve giderim. Benim şansım yok, artık sizin gayretinize, himmetinize kaldı bu iş’ cevabını alırdık. Çok çalışırdı, fırsat bulamadı dersem yeridir.” Datça’da yazlığı olmasına karşın 2’nci gün ekibi toplar, köylerde propaganda faaliyetinde bulunur.

‘Askerdeki öğrencisi arayıp harçlık isterdi’

PROF. Dr. Rıza Ayhan, bonkörlüğü hakkındaki anısını ise şöyle aktardı: “Devlet Hoca’mızla yan yana odalarda çalışıyorduk. Telefonunu açtım. Eski öğrencilerimizden biriydi. ‘Hocam, Devlet Abi’ye söyler misin, askerde acemi birliğimdeyim param kalmadı, bana para göndersin’ dedi. Babası, amcasını aramak yerine Devlet Hoca’yı arıyor. 2-3 arabasını dava yolunda feda etti.”

ARKADAŞLARA YARDIM

1970’li yıllar sıkıntılı geçer, daha çok gençlik ve akademik örgütlenmelerle uğraşır; Alparslan Türkeş ile tanışır. 1980 ihtilalinde arkadaşları tutuklanıp cezaevine girer. Bahçeli ‘Töre’ ve ‘Milliyetçi Çizgi’ dergilerinde yazar, ekonomik desteğini sağlar; hapisteki arkadaşlarına ulaştırır.

‘MİRASLA İLGİLENMEZDİ’

ODTÜ’de okuyan ağabeyi Servet Bahçeli master için Michigan’a gidince Ankara’da bir ev alıp içini döşer, arkadaşları evleneceğini sanır ancak o yine “Memleket meseleleri; vaktim yok” der. İhtilal yıllarında evliliğin eşiğinden döndüğü de olmuştur. Ankara’ya da kız kardeşi Serpil Bahçeli gelmiştir; bugün olduğu gibi Devlet Bahçeli ile aynı evde yaşamını sürdürür. Babasının bıraktığı mirasla da ilgilenmez; yönetimini kardeşlerine bırakır.

Akademisyenlik sonrası siyaset

DARBENİN etkisi silinince tekrar siyasete döner. Alparslan Türkeş’in yasaklı olduğu için perde gerisinden yönettiği yıllardır, 1987’de MÇP’ye girmesini ister. Şevket Bülent Yahnici, o günü şöyle anlattı: “Devlet Bey henüz üniversiteden ayrılmamıştı. Kongre pazar günü yapılacaktı. 2 gün önce odamda toplandık. Rahmetli Türkeş’in talimatı biliniyordu. Oturdum, kendi daktilomda Devlet Bey’in üniversiteden istifa dilekçesini yazıp önüne koydum. Odada Tuğrul Türkeş, Ali Güngör ve Rıza Müftüoğlu vardı. İmzaladı ve süratle rektörlüğe gönderdik.”

Aynı görüşten Gazi Üniversitesi’nin o dönemki rektörü Prof. Dr. Şakir Akça, karşı çıkar; istifa dilekçesini işleme koymaz. Şevkat Çetin, Bahçeli’nin direnişine tanıklık eder: “Prof. Dr. Şakir Akça, üniversitede kalarak profesör olup rektörlüğe kadar yükselmesini istiyordu. Şakir Hoca, Başbuğ’a da gidip bunları söyledi. Ancak Devlet Bey, ‘Başbuğumun emrini yerine getirdim’ deyip istifa dilekçesini geri çekmedi.”

Aslında, 17 Nisan 1987’de üniversiteden istifanın altına atılan imza, Bahçeli’nin genel başkanlık yolunu da açar. Kongre, Bahçeli’ye MÇP Genel Sekreterliği görevini verir.

Türkeş’in ardından lider

1987’de siyasi yasakların kalkmasının ardından Türkeş genel başkanlığa döner. Bahçeli de 1991 seçiminde MÇP’den Adana Milletvekili adayı olur ancak kazanamaz. 1993 kongresiyle parti 1969’daki adına kavuşur; MHP ismini alır. Bahçeli, 1995’te de aday olup seçimi kazanır ancak bu kez parti barajı geçemediği için Meclis’e giremez. 1997’de Türkeş’in vefatı üzerine yapılan kongrede genel başkan, 2 yıl sonra 1999 seçiminde de Başbakan Yardımcısı olur; 2002 seçimlerine giden yolu da yine kendisi açar. Bu kararı diğer koalisyon ortakları gibi MHP’nin baraj altında kalmasına neden olur.

5 yıl sonra 2007 ve 2011 seçiminde tekrar barajı açıp üçüncü büyük parti olarak MHP’nin Meclis’e girmesini sağlar.

NOT: Bazı anlatımlar Burhan Kılıçarslan’ın “Devlet Bey” ve Oğuzhan Cengiz’in “Türkmen Beyi Devlet Bahçeli” kitaplarından alınmıştır.

 

YAZI DİZİSİ 3

KILIÇDAROĞLU: 1968 KUŞAĞININ KÖKTEN SOLCU SAKIN GÜCÜ

Sakinliğini, insancıllığını Alevi kültürüne bağlıyor. 68 kuşağı öğrencilerinden. O günleri anlatırken, “Oldukça aktiftim, eylemlere katılırdım” diyor. İki kez dernek başkanlığı yaptı

AİLENİN kökü Anadolu erenlerinin toprağına, Horasan’a dayanır.

Büyük dedesi, Mevlânâ’nın gözde öğrencisi Seyyid Mahmud Hayrani önce Malatya’ya, Yavuz Sultan ile Şah İsmail’in savaşı sonrası da kaçıp Konya Akşehir’e yerleşir.

Oradan da Dersim’e göç edip Nazımiye’nin Ballıca Köyü’nü vatan beller.

Ancak çatışmalar orada da peşlerini bırakmaz; terör dolayısıyla bu kez kente daha yakın olan Karakoç’a göç edip orada yaşamlarını sürdürürler.

Kureyşanlı Aşireti’ne dayanan soyu, Dersim’de Cebegiller olarak da bilinir.

Bu şekilde anılmalarını ve 1934’e kadar Karabulut olan soyadını değiştirip Kılıçdaroğlu yapmalarının gerekçesini de büyük dedesinin “eşkıya” olmasına, dedesinin de Osmanlı’da askerlik yapmasına dayandırır.

Sakinliğini, insancıllığını ise Alevi kültürüne bağlar, “dede” soyundan gelir.

Kemal Kılıçdaroğlu, önce Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nde, ardından da Tapu Kadastro Dairesi’nin Patnos İlçesi’ndeki biriminden emekliye ayrılan Kamer Kılıçdaroğlu ile Yemuş Kılıçdaroğlu’nun 7 çocuğundan biri olarak 17 Aralık 1948’de dünyaya gelir.

GÖÇ PEŞLERİNİ BIRAKMAZ

Babası devlet memuru olarak ülkeyi dolaşırken, ataları gibi Kılıçdaroğlu’nun da peşini göç bırakmaz.

Doğum yeri Tunceli’de başladığı ilk ve orta öğretimini Erciş ve Genç olmak üzere 3 yerde tamamlar, ardından okuması için lise ararlar.

Liseye kayıt için de Elazığ’a gitmeleri gerekir.

Ancak gitmekte gecikirler, liseye kayıt süresini kaçırırlar.

Sonrasını Kılıçdaroğlu sohbetimizde şöyle anlattı:

“Normal lise kaydını kaçırınca ‘Yeni bir lise açıldı, gidin kaydınızı oraya yaptırın’ dediler. Elazığ Ticaret Lisesi’ne kaydımı yaptırıncaya kadar öyle bir lisenin olduğunu bilmiyordum.

Bir ay kadar sonra kontenjan açığı ortaya çıkınca naklimi normal liseye aldıracaktım, öğretmenlerim ‘Biz öğrencimizden çok memnunuz, kaydını vermeyiz’ deyince ticaret lisesinde kaldım.”

CHP İL BAŞKANI AMCA

Lise yılları, siyasetin üniversitelerde yeni şekillenmeye başladığı dönemlerdir.

Ancak hem ailenin geldiği kültür hem de amcasının CHP Tunceli İl Başkanı olması Kemal Kılıçdaroğlu’nun ilgisini siyasete yoğunlaştırır. Bu aşamada, “Solun giderek güçlendiği yıllardı” diye söze girip lise yıllarını anımsadı:

“İşçi Partisi’nin o dönemdeki propagandaları, Akşam’dan Çetin Altan’ın yazılarının bizi çok etkilediği yıllardı. İlk siyasal bilinçlenmeyi o yıllarda edindik. Amcam bir dönem Tunceli’de CHP’nin il başkanlığını da yapmıştı. Dolayısıyla çevre etkiliyor.”

O yıllarda ticaret lisesi mezunlarına üniversiteye girme hakkı verilmediği için tercihini mecburen akademilerden yana kullanır.

ÖNCE ESKİŞEHİR, SONRA ANKARA

Eskişehir ve Ankara İktisadi Ticari İlimler akademilerinin sınavlarına girer.

Kazandığı haberi ilk olarak Eskişehir’den gelir, gidip hemen kaydını yaptırır.

Ancak kısa süre sonra Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nden de (AİTİA) sınavı kazandığına ilişkin belge ulaşınca kaydını hemen Ankara’ya aldırır.

Kılıçdaroğlu, kaydını Ankara’ya aldırmasındaki en önemli faktörü de şöyle açıkladı:

“Çünkü dedemler buradaydı. Onların İncesu’da İmrahor Caddesi üzerinde evleri vardı, ben de o evde kalıp okudum.”

İLK BAŞKANLIK GELİYOR

O günü de şöyle anlattı:

“Aşağı yukarı her eyleme katılırdım. O ara dersleri iyi olan ve kendimize göre Türkiye’yi daha iyi okuyan bir grup arkadaşla birlikte Toplumsal ve Kültürel Eylemler Derneği’ni kurduk. Dernek kurucuları arasında bir dönem Diyarbakır Belediye Başkanlığı da yapan Turgut Atalay ile Mehmet Çelikçioğlu,Volkan Manas ve Hatice adında bir kız arkadaşımız da vardı. Zaman zaman okulda konferanslar düzenlerdik.”

Akademinin son sınıfında, “7 numaralı üye” olarak bulunduğu Toplumsal ve Kültürel Eylemler Derneği’nin genel başkanlığına seçilir.

BAHÇELİ İLE KARŞI KARŞIYA

Aslında birçok kişide bulunmayan özellikleri de onu bu noktaya taşır.

Sakin, karşısındakini çıldırtacak oranda öfke kontrolüne sahip, entelektüel birikimi Kılıçdaroğlu’nu diğer üniversitelerde düzenlenen forumların en etkin tartışmacısı yapar.

Bir röportajında sakin üslubunu, bir halk ozanının deyişiyle açıkladığı içinden geldiği kültüre şöyle dayandırır:

“Ozan, ‘Cehennem dediğinde dal odun yoktur; herkes ateşini buradan götürür’ diyor. Olağanüstü felsefesi olan bir ikilem. Eğer bu dünyada insanlara kötülük yapmıyorsanız, cehennemden de korkmaya gerek yoktur.”

Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde boykotların başladığı yıllarda bir grup arkadaşıyla okudukları akademide de boykot yapma kararı alır.

Kılıçdaroğlu o günü de şöyle anlattı:

“Bizim okulumuzda, Allah rahmet eylesin Mehmet Demir diye bir arkadaşımız vardı, boykotun öncülüğünü o yapıyordu. Boykot gerçekleşti. Amfide konuşmalar yapılıyordu, ben de o konuşmacılardan birisiydim. Arada bir çıkıp bu tür eylemlerde konuşurdum. Daha sonra siyasallaşma dönemi derinleşerek devam etti.”

O dönemde MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin de aynı okulda boykot düzenleyen kendilerine karşı eylem yapmakta olduğunu anımsattım.

“Hiç karşı karşıya gelip çatıştığınız oldu mu?” diye sordum.

“Aynı okuldaydık, kendisini okuldan tanırım. Zaman zaman da karşılaşıyorduk, o günlerden hatırlıyorum” dedi.

Ancak, o günlerde Bahçeli ile aralarında herhangi bir temasın yaşanmadığını da sözlerine ekledi.

ANAYASA TARTIŞMASININ ETKİN KONUŞMACISI

Akademiye girdiği ilk yıllar üniversite öğrenci hareketlerinin en yoğun olduğu dönemdir.

“1967-68 yıllarında yaz aylarına doğru eylemler daha da yoğunlaşırdı” dedi.

Yüzüne hafif bir tebessüm oturdu, o günleri anımsayıp anlatmaya başladı:

“Oldukça aktiftim, eylemlere katılırdım. Konferanslar düzenlerdik. Derslerimde de iyiydim. Akademinin ikinci yılından itibaren de Ekonomi Maliye Bölümü’nü seçmiştim.”

İhtilal sonrası yeni Anayasa tartışmalarının da en aktif katılımcısı olur.

Hatta bir adım öteye taşıyıp, bir grup arkadaşları ile birlikte dernek kurmaya da karar verir.

BAŞKANLIK KARTI YÜZÜNDEN DAYAK

İSTANBUL’da karşılaştığımızda sabah saatlerinde konuştuğum bir arkadaşının “Kemal, dernek başkanlığı yüzünden kötü dayak yemişti” dediğini aktardım.

“Evet öyle oldu, dayak yememe neden olan o kartı da hâlâ taşıyorum, Ankara’da buluştuğumuzda size getireyim” dedi.

Genel merkezdeki odasında buluştuğumuzda da kart yanındaydı.

Müstehzi yüz ifadesiyle karta bakarak nasıl dayak yediğini de şöyle anlattı:

“Dil Tarih önünde katıldığımız bir eylem sonrası Opera’ya doğru yürüdük. Kültür Bakanlığı’nın arkasından çıkan yol yeni yapılıyordu, çamur içindeydi. Tam orada yakaladılar. Numune Hastanesi’nin karşısında, yolun hemen önündeki Turizm Ticaret Yüksek Öğretmen Okulu’na götürdüler. Üzerimden Toplumsal ve Kültürel Eylemler Derneği Başkanı kartım çıktı. Üzerimdeki her şeyi, otobüs, paso kartımı, kimliklerimi ne varsa aldılar ve beni o caddeye çıkardılar. Serbest kalıp gideceğimi düşündüğüm anda sağdan soldan tekme yumruk vurmaya başladılar.”

Dayak yemekten nasıl kurtulduğunu da yine gülümseyerek anlattı:

“Tam o sırada Kültür Bakanlığı’ndan biri pencereyi açtı ve ‘Utanmıyor musunuz bu kadar adam bir kişiye vuruyorsunuz?’ deyince, bu kez onlar bakanlık penceresindeki kişiye yönelik konuşmaya başladılar. Ben de o sırada kaçtım tabii. Hastaneye gittik, kaşımın üzerinde derin bir yara vardı ve kanıyordu. Tedavi gördüm. Sonra bir arkadaşım, beni döven ülkücüleri tanıyordu, gitti benden aldıkları ne varsa hepsini geri getirdi.”

İKİNCİ BAŞKANLIK

SIVIL toplum örgütlerindeki çabası bununla da kalmadı, akademi bitmeden Sosyal Demokrasi Dernekleri’nden aldığı teklifle “Bilim Kurulu Üyeliği”ne seçildi.

Bunları hatırlatınca yine o müstehzi gülümseme yüzüne oturdu, “Görüyorsunuz bazılarının iddia ettiği gibi tepeden gelmedim, kökten CHP’liyim” dedi.

Akademi 1971’de bitince ihtilal yıllarında Maliye Bakanlığı’nda hesap uzman yardımcılığı sınavını kazanır.

Başarılı bir performans çıkarır ve Fransa’ya 1yıllığına eğitime gönderilir.

Döndüğünde hesap uzmanı olur ve bu görevini 1983’e kadar sürdürür.

Aynı yıl, sivil siyaset dönemi başlamıştır; iktidarda ANAP vardır.

Her söz edilişinde övgüyle bahsettiği Gelirler Genel Müdürü merhum Adnan Tufan kendisini çok sever ve her adımda sahip çıkar.

ANAP döneminde kimse Kılıçdaroğlu’nun etnik ve siyasi kimliğini sorgulamaz, aksine yaptığı çalışmalar ve liyakati nedeniyle ödüllendirir; önce daire başkanı, ardından genel müdür yardımcısı yapılır.

Çok değil, birkaç yıl sonra 1991’de de önce Bağ-Kur, 1 yıl sonra da SSK Genel Müdürlüğü’ne atanır.

Bu noktada da durmaz, 1994’te yine bir sağ iktidar döneminde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Müsteşar Yardımcılığı’na getirilir.

Aslında bu tenzili rütbedir; yani etkisiz yüksek bir makam verilerek etkili makamdan uzaklaştırmadır.

Buna karşın 1994’te Ekonomik Trend Dergisi tarafından “Yılın Bürokratı” ödülüne layık görülür.

Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı çalışmalarında, Kayıtdışı Ekonomi Özel İhtisas Komisyonu’na da başkanlık eder.

1999’da ise emekliye ayrılır, ikinci genel başkanlığı da bu sırada gelir.

Vatandaşın Vergisini Koruma Derneği Genel Başkanlığı’na seçilir.

Aynı yıl yapılacak seçimlerde DSP’den milletvekili olmak için adaylık başvurusunda bulunur.

Adı, ‘’DSP’nin yıldız adayları’’ listesinde gösterilir, ancak kendisinin de belirttiği gibi ‘’nedenini hâlâ bilmediği bir sebepten dolayı’’ Ecevit milletvekili aday listesinde yer vermez.

Kılıçdaroğlu da Hacettepe Üniversitesi’nde ders vermeye başlar.

Aynı yıllarda CHP Bilim Kültür Platformu’na üye seçilir; CHP kontenjanından İş Bankası Yönetim Kurulu Üyeliği görevinde bulunur.

2002 seçiminde de CHP’den İstanbul Milletvekili seçilip parlamenter yaşamına başlar.

İstanbul Belediye Başkanı adaylığında da, televizyon kanallarında rakipleriyle tartışmalarında da, CHP liderliğine geliş sürecinde de hep o kültürel birikiminin getirdiği sakin güç vardır.

İLK ÇOCUKLARI PATNOS’TA DOĞDU

Sevil-Kemal Kılıçdaroğlu’nun ilk çocukları, ailesinin yaşamını sürdürdüğü Patnos’ta dünyaya gelir. Ancak doktor bulunamaz ve tecrübesizlikleri sonucu çocuk ölür.

 

AİLE ARASINDA SADE DÜĞÜN

Kılıçdaroğlu, Maliye Bakanlığı’na girdikten sonra evlenir. Sade bir törenle yapılan düğün aile arasında gerçekleşir.

Kılıçdaroğlu’nun aile büyükleri. Bıyıklar dönemin modası.

 

YAZI DİZİSİ 4

AHMET DAVUTOĞLU: SİYASETİN PEŞİNİ BIRAKMADIĞI HOCA

İstanbul Erkek Lisesi’nde ağır Alman disiplini altında geçen öğretiminde Batı klasiklerini okudu. Beykent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı’yken yazdığı “Stratejik Derinlik” kitabından sonra siyasetin kapıları açıldı. Akademisyenliğe dönmek istedi. Ama ne zaman böyle bir karar alsa “Hoca’nın yakasını” krizler bırakmadı. O siyaseti değil, siyaset onu içselleştirmeye devam etti

DÖRT yaşına bastığı günlerde annesi Hakk’a yürüyünce, yol çizgisini çeken, bakan, büyüten babaannesi Hacıkızebe, ailenin aidiyetini şu kısa dörtlükle tanımlar:

“Horasan’dı bizim ilimiz, İsfahan’dan geçti yolumuz. Kervan olup göçtük bu diyarlara...”

Konya’ya 120 kilometre uzaklıkta Toroslar’ın üzerinde bulunan Taşkent’te 26 Şubat 1959’da evlerinin “kış odasında” 2’si yaşamamış 6 çocuk arasında tek erkek evlat olarak dünyaya gelir.

Ahmet Davutoğlu 4 yaşında iken annesini kaybeder.

Sonraki hayatında 1983’te Hak yoluna yürüyene kadar da annesinin yerini babaannesi Hacıkızebe Davutoğlu alır.

Onun bakımı ve öğütleriyle hayatın doğru yaşamını öğrenir.

Etrafında ona göz kulak olan, anne eksikliğini bir gün dahi göstermeyen ikinci kadın da babası Mehmet Davutoğlu’nun, eşi öldükten bir süre sonra evlendiği Yörük kızı Sefure Davutoğlu olur.

Ahmet Davutoğlu da onu o kadar çok sever ki doğan ilk kızına üvey annesinin adını verir.

İSTANBUL’A GÖÇ

Öğrenimine başlamadan, Taşkent’te yeteri derecede geçim kolaylığı da kalmadığı için o dönem “taşı toprağı altın” denilen İstanbul’a göç ederler.

Baba Mehmet Davutoğlu, Fatih’te bir ev tutar, Ahmet Davutoğlu da ilköğrenimine orada başlar; gözünü üzerinden hiç eksik etmeyen babaanne de yanlarındadır.

Hacı Süleyman Bey İlkokulu’nda eğitimine başladığında, baba ve babaannesinin teşvikiyle sürekli okur.

Babası eve gazete de getirir, yanına oturtup fotoğraflarını göstererek onun da okumasını sağlar.

İlkokul beşinci sınıfa geldiğinde babasının arkadaşı Mehmet Emin Alpkan’ın ‘Bizim Anadolu’ Gazetesi’ne yazı da yazar.

Ortaokulu bitirdikten sonra Ahmet Davutoğlu için okul aranır.

Çevrenin de telkiniyle, 1973 yılında Almanca eğitim veren ve yatılı olan İstanbul’un iyi eğitim kurumlarından İstanbul Erkek Lisesi’ne kaydolur.

Öğretmenlerinin ağır Alman disiplini altında gerçekleşen öğreniminde Batı klasiklerini okur.

Yolları yıllar sonra Dışişleri Bakanlığı’nda kesişen, yaşamının yol taşlarının dizilmesine katkı sağlamış Bakanlık Müsteşarı Büyükelçi Feridun Sinirlioğlu da kendisinden önce aynı okuldan mezun olmuştur.

FAKÜLTEDE ÇİFT DAL

Başarılıdır, dönemin en iyi üniversitesi Boğaziçi Üniversitesi İktisat Bölümü’nü kazanır; bununla kalmaz aynı fakültede Siyaset Bilimi’nde de yan dal yapar.

1982’de İktisat’tan, bir yıl sonra da Siyaset Bilimi’nden mezun olur.

Üniversitede kalmaya babası ve çevresinin etkisiyle karar verir.

O dönemler, “Hiçbir analitik tasnif beni sınırlayamaz” görüşüyle akademik yola girmekte çok istekli olmasa da aile ve çevrenin etkisiyle yüksek lisansını Kamu Yönetimi alanında yaparken, doktora için Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü tercih eder.

Çok iyi bir hocaya düşer, tez hocası uluslararası alanda da tanınan Prof. Dr. Şerif Mardin’dir...

Sonraki yaşamındaki analitik bakışı; bir konuyu anlatırken meseleleri hemen rakamsal parçalaması, ardından kendi içinde bir daha ayırması da lise ve üniversitede yüklenen kodlardandır.

PİRAMİTLERE KARŞI TEZ

Doktora tezini hazırlarken Mısır’da 3 ay geçirir.

Hatta evini de Kahire’nin piramitleri gören bir semtinde tutar.

“Alternatif Paradigmalar” başlığını taşıyan, “İslam ve Batı dünya görüşünün siyaset teorileri üzerindeki etkisi” konulu tezini yazarken zamanının büyük bölümünü Kahire Amerikan Üniversitesi’nde geçirir.

Tezini tamamlayıp doktorasını aldığında, ABD ve Malezya’dan davet alır. Çin-Hint kültürüne olan düşkünlüğünü göz önüne alıp Malezya’yı tercih eder.

İslam ve siyaset, İslam düşünce geleneğinin geleceği, Balkanlar ve Ortadoğu üzerine makaleler çıkarır.

Türkiye’ye döndüğünde bazı üniversitelere başvurusu, çıkardığı makaleler gerekçe gösterilip kabul edilmez; “Bir alanda uzmanlaşmamışsınız” gerekçesi öne sürülür.

‘ALO BEN CUMHURBAŞKANI’

BEYKENT Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’ne girer. Bu dönem muhafazakâr kesimden gelen akademisyenler ve siyasilerle tanışıklığı başlar. Bunlardan biri de sonraki yaşamında desteğini gördüğü Ahmet Kot’tur... 1989 yılı ANAP iktidarı döneminde Hasan Celal Güzel Milli Eğitim Bakanı iken tüm klasikler yeniden taranır.

Daha sonra Yeryüzü Yayınları ile Yazıevi İletişim Hizmetleri Ajansı’nı kuran, Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şube Başkanlığı’nı yapan Ahmet Kot da bu çalışmanın içindedir.

Özal’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi sonrası Hasan Celal Güzel, ANAP Genel Başkanlığı’na adaylığını koyunca, vizyon belgesi hazırlamak için akademik bir ekipten destek almak ister.

“2000’li yılların siyasal düşüncesi” adını verdikleri atölye çalışması ekibinde o dönem Bakan Danışmanlığı yapan Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Nabi Avcı ile Ahmet Kot da bulunur.

Malezya sonrası makaleleriyle muhafazakâr kesimin dikkatini çeken Davutoğlu, o toplantıya Ahmet Kot’un önerisiyle davet edilir.

Davutoğlu toplantıya katılır ve görüşlerini aktarır.

11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Davutoğlu’nun tanışıklığı da o döneme rastlar.

Gül ve diğer isimlerle İstanbul’da fırsat buldukça da görüşürler.

STRATEJİK DERİNLİK

Kamuoyundaki tanınırlığının yükselmesi, 11 Eylül saldırısının hemen öncesinde çıkardığı “Stratejik Derinlik” kitabıyla olur.

Davutoğlu o sırada Beykent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı’dır.

Yazdığı kitap tartışma yaratır, özellikle muhafazakâr kesimde önemli bir yer tutar.

O dönem Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in özel kalem müdürlüğünü yürüten Büyükelçi Feridun Sinirlioğlu da İstanbul Erkek Lisesi’nden gelme arkadaşı Davutoğlu’na destek verir.

Harp Akademileri’nde ders vermesi de bu sürece denk gelir; Stratejik Derinlik yardımcı ders kitabı olarak okutulur.

‘ALO BEN DEMİREL’

2001 yılında Stratejik Derinlik kitabının çıktığı dönemde üniversitede odasında çalışırken telefonu çalar.

Ahizeden gelen sesin sahibi “Ben Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel” dediğinde arkadaşlarının kendisine espri yapmakta olduğunu sanır.

Ancak devamı geldiğinde işin ciddiyetini de anlar; çünkü arayan gerçekten 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’dir.

Demirel’e de Davutoğlu’nu tavsiye eden kişi, aynı liseyi kendinden 4 dönem önce bitiren Feridun Sinirlioğlu’dur. Demirel söze doğrudan girer, Filistin-İsrail geriliminde çözüm bulmak için kurulan “Mitchell Komisyonu”nda Türkiye adına yer almasını önerir.

Bununla da kalmaz, Türkiye adına komisyona sunulacak raporu da yazmasını ister.

Davutoğlu da 2 ay içinde “Türkiye Raporu” nu yazıp teslim eder.

Büyükelçi Sinirlioğlu, Dışişleri Bakanlığı’nın Kıbrıs Yunan Dairesi’nin de Stratejik Derinlik kitabının Kıbrıs bölümüyle ilgili dikkatini çeker.

Dairenin başında Genel Müdür Ertuğrul Apakan vardır; ODTÜ’de düzenlenen Doğu Akdeniz Çalıştayı’na çağırır ve bir konuşma yapmasını sağlar.

Kitap bütünü yerine o dönemde bölümler halinde tartışılır, ciddi eleştiri getirenlere de rastlanır.

‘BAŞBAKAN ARIYOR’

İktidar değişmiş, AK Parti iktidara gelmiştir.

Üniversitede sınıfta ders verdiği anlardan birinde içeri giren görevli, “Ankara’dan arıyorlar. Başbakan Abdullah Gül sizinle görüşmek istiyor” der.

Dersten çıkıp telefona gider, hükümeti kurma görevini alan Gül, kısa bir hoşbeşten sonra teklifini açıklar:

“Ahmet Hocam, sizinle oturup bir konuşmak, birlikte çalışmak isterim.”

Kaçamak yanıt verir; çünkü o dönem siyaseti düşünmeyip akademik hayatını devam ettirmek istemektedir.

Geçmişten gelen tanışıklıkları vardır.

Gül, RP Genel Başkanı Necmettin Erbakan’ın dış politika danışmanlığı, parti yöneticiliği ve dış komisyonlardaki çalışmaları sırasında da Davutoğlu’nu arayıp görüşünü sıklıkla soran kişidir.

Aralarında var olan tanışıklığın hatırıyla, “İstanbul’a bir geldiğinizde görüşürüz” diye kaçamak bir cevapla yetinir.

Gül ısrar edince, “Tamam Ankara’ya gelirim ama dışarıdan destek vermek kaydıyla. Çünkü akademisyenliğimi sürdürmek isterim” diyerek kabul eder.

Gül ile görüşmesi sonrası bu kez AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan arar ve görüşmek ister.

Bir araya geldiklerinde, “Dışarıdan destekle olmaz bu işler, elinizi taşın altına koymadan yürümez” der.

Görevi bu şartlar altında kabul eder, “Ders vermekten de uzak kalmak istemiyorum” anımsatmasında bulunur.

GÜL JESTİ

O dönem diğer Washington odaklı politika üreten danışmanlardan farklı bir bakış ortaya koyan Irak politikası hakkındaki görüşlerinin arkasında durur.

“Hayalci olmakla” suçlanır ama öngörülerinde ne kadar haklı olduğu da sonraki yıllarda anlaşılır.

Türkiye’nin İslam Konferansı Örgütü Genel Sekreterliği görevini üstlenmesi için çaba gösterir, uzun süre yurtdışında dolaşır.

Dönüşünde evi yerine bir toplantıda hazır bulunmak için Çırağan Sarayı’na gittiğinde Başbakan Gül’ün jestiyle karşılaşır.

Uzun süredir görmediği eşi Sare Davutoğlu ve çocuklarını, kendisini görmeleri için Başbakan Gül Çırağan’a getirtmiştir.

Bu işten geri dönüşü olmadığını da o gün anlar.

SİYASET BIRAKMAZ

Bir süre polisevi ve öğretmenevinde günlerini geçirir.

Bu yaşam tarzının zorluğunu görünce de TİKA’nın Bilkent’te bulunan lojmanına taşınır.

Öğrencisi Ali Sarıkaya’yı da yanına getirir, Ankara’nın yoğun Irak gündemli toplantıları sonrası geceyi çoğu kez Rumeli İşkembecisi’nde içilen çorbayla noktalarlar.

Zor bir dönemden geçer; Başbakanlık danışmanlarıyla zaman zaman fikri anlaşmazlık yaşar.

Akademik hayata dönmek ile mücadeleye devam arasında gidip gelir; azmini terk etmez, bildiği yoldan ilerler.

Tam da bu sırada gerçekleştirdiğimiz televizyon programı sırasında yönelttiğim soru karşısında, kısa süre sonra görevi tamamlayıp özlemini çektiği akademisyenliğe dönmeyi arzuladığını söyler.

Ancak süreçler yakasını bırakmaz.

Ne zaman akademisyenliğe dönme kararı alsa “Hoca’nın yakasını” krizler bırakmaz.

“O hayaller peşinde, birileri de onun peşinde” diyenler, bir gün onun peşine düşer...

O siyaseti değil, siyaset onu içselleştirmeye devam eder...

Not: Bazı bölümler sevgili arkadaşım Gürkan Zengin’in “Hoca, Türk Dış Politikasında Davutoğlu Etkisi, 2002-2010” kitabından alınmıştır.

MEZUNİYET TÖRENİ

Ortaokul mezuniyet töreninde öğretmeninden karnesini alırken. Diğer öğrenciler önlüklü iken Ahmet Davutoğlu’nun burada takım elbiseli, kravatlı olması dikkat çekiyor.

ÖZ OĞLUNDAN AYIRT ETMEDİ

Babası Mehmet Davutoğlu’nun (alt sağda) eşi öldükten bir süre sonra evlendiği Yörük kızı Sefure Hanım (alt ortada), ona anne eksikliğini bir gün dahi göstermemiştir. Ahmet Davutoğlu da onu o kadar çok sever ki doğan ilk kızına adını verir.

AİLE BİR ARADA

Davutoğlu’nun geçen yıllarda çekilen aile fotoğrafı. Eşi Sare Hanım, çocukları ve torunları bir arada.

BAKMADAN GEÇME