Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Nihal Bengisu Karaca Osman Nuri Kabaktepe: 2023 başarısı da bizim, 2024 başarısızlığı da bizim

        16 Mayıs Perşembe günü AK Parti İstanbul İl Başkanı Osman Nuri Kabaktepe’nin bir grup gazeteciye verdiği davetteydim.

        Sadece hükümete yakın olan gazeteciler değil, uzak olanlar da davet edilmişti.

        Kabaktepe kısa bir sunum yaptı, sonra soruları yanıtlamaya geçti.Özellikle İstanbul’da Murat Kurum’un kaybetmesiyle ilgili soruların düz ve yürekli olması elbette dikkat çekiciydi. İnsanlar karşılarında cumhurbaşkanı olmayınca soru sorabiliyormuş. Hatta bu sorular sarkazm ve iğneleme bile içerebiliyormuş. Enteresan tabii.

        Kabaktepe seçim kaybının nedenlerini çok boyutlu olarak masaya yatırdıklarını sık sık hatırlattı. Çoklu neden farklı sıralama ifadesinin altını sık sık çizdi ve şöyle izah etti. “Büyükşehirde ikinci sırada çıkan neden, bir ilçede altıncı sırada başka bir ilçede birinci sırada çıkabiliyor.”

        Kabaktepe’nin arkasındaki panoda kocaman harflerle “Aynı Duygunun İzinde Gelecek İstanbul” yazıyordu. Panonun sağ kısmında ise “Empati İstanbul” ifadesi dikkat çekiyordu. Bu kelimeler önemli, çünkü AK Parti’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “ruh kaybı’ olarak işaret ettiği yere nasıl temas edeceğine dair ipucu veriyor.

        AK Parti’yi daha önce başarılı kılan ‘duyguyu’ yeniden bulma arayışına işaret edilirken aynı zamanda ‘bu kez’ oy vermeyen AK Partililerin gerekçelerine ‘empati’ ile yaklaşmak gerektiğine dair bir farkındalığa ulaşılabildiği gösterilmek isteniyor.

        Kabaktepe de bütün sorulara nazikçe cevap vermeye çalışırken bir yandan da teşkilat adına özgüvenli bir duruş sergiledi. “Bir seçim 17 başarıyı gölgeleyemez. Ama daha önce 17 kez başarmış olmamız, son seçimdeki kaybın gerçekliğini de ortadan kaldırmaz” dedi. "Başarıyı da başarısızlığı da kendimize ya da rakibimize haksızlık yapmadan değerlendirmeliyiz" tınısı toplantıya hakim olan ana mesajdı.

        Neşesi yerindeydi diyemem haliyle, ama “Öldük bittik bundan sonra her şey boş” yılgınlığı yoktu.

        Hatta Z kuşağına, sisteme yeni eklemlenen genç kuşağa dair de umutsuz değildi : “2024’te kaybettik ama şunu da unutmayalım, 2023’te -iddiaların aksine- 16 milyon ‘yeni seçmen’e rağmen kazandık”

        İstanbul için uygun aday olarak Murat Kurum’u değil başka bir ismi daha uygun gördüğünü ama bu ismi söylemeyeceğini, dijital alemde bir yerde o soruya verdiği cevabın durduğunu söyledi. Ama bir başka soru üzerine şunu da ekledi: “Aradaki fark, Murat Kurum’un değil başka birinin aday olması halinde de üç aşağı beş yukarı benzer bir sonucun ortaya çıkacağını gösteriyor.”

        MERKEZ YERELE BAKARKEN YEREL DE MERKEZE BAKIYOR

        2024 seçimleri sonuçta yerelde yaşandığı için sorumluluk ve fatura kesme bağlamında da gözler haliyle yereldeki sorumlulara, il ve ilçe teşkilatlarına dönüyor. Parti genel merkezlerinde ya da Beştepe’de “ Sahada iyi ve etkili biçimde çalışmadınız” gibi sorgulamalar, mesele sadece yerel dinamikler ile açıklanabilirmiş gibi yapmalar sahne alıyor. Toplantıdaki hükümete yakın gazetecilerin ‘cesur ve yürekli’ sorularının nedeni de zaten bu.

        Ben de onu sordum.

        “Merkez yerele bakıyor. İnce ince analiz ediyor. Peki siz de merkeze bakıyor musunuz? Bu başarısızlıktaki pek çok etkenin merkezden kaynaklanmış olabileceğini merkezdekilere açık açık söyleyebiliyor musunuz? Mesela İsrail ile ticaret meselesinde önce ‘Yapmadık, yaptık diyen haindir’ sonra TUİK tarafından açıklanan verilerle ‘yapmışız’ın ortaya konması, yapıldığı ortaya çıkan ticaretin ise seçimden önce değil seçimden sonra kesilmesi tam olarak böyle bir hata, kafa karışıklığı, bir süreci yönetmeme hali değil miydi sözgelimi?”

        Kabaktepe bu soruma, “Elbette bizler de kendi değerlendirmemizi sunuyoruz. Bunun için bir mekanizmamız var. Ekonomiyi bir neden olarak gördüysek, hakeza bahsettiğiniz İsrail konusu, emekliler konusu bunları genel başkanımızla konuşuyoruz. Bir sınırlamamız yok. Sadece rutin toplantılarla değil, özel randevular da alarak fikirlerimizi iletiyoruz” diyor.

        Kabaktepe, kongrede aday olup olmayacağı sorusuna ise, “Kongre gününe kadar görevimin başındayım, o gün gelince bakacağız” cevabını verdi.

        ***

        BUGÜNÜ “GÜLTEN”E AYIRIN

        Gülten Akın’ın erkek değil kadın olduğunu anladığımda lisedeydim. Şaşırmıştım. Bu kadar pürüzsüz bir Türkçe ile, bu kadar sade bir dille bu kadar güçlü şiirlerin bir kadından gelebileceğini düşünmemiş olduğum için kendimi ayıplamıştım. Daha sonra öğrendim, kendisi ‘kadın şair’ parantezine alınmaktan o kadar da memnun olmazmış. ‘İnsan’ nitelemesini daha anlamlı bulduğu şiirine aşina olanların hissedebildiği bir vakıa.

        Gülten Akın atmış yıllık şiir yolculuğundan geriye on altı eser bırakmış bir şair. En son 2013’te “Bana Sorarsan…”ı yazdı.

        “Ben, sen ve herkes olmadan nedir ki?” demişti bir yerde. Şiirini bu kadar bilge, mütevazi ve içten yapan etki belki de bu. Akın özgün ve şahsına münhasır olanla kendisinin insanlığa topluma ait parçasını konuşturabilen bir şair. Bazen halk deyişlerini andırır şiirleri. Bazen Deli Kızın Türküsü’nde olduğu gibi kadına dair sofistike bir acıda, bir kaybolma halinde demlenir.

        Anneliğinden vurulmuş bir kadın Gülten Akın.Kardeşi idamla yargılanmış, oğlu da cezaevinde kalmış. Bu süreçte Sol görüşlerinin ve oğlunu yetiştirme biçiminin söz konusu esaret halinde payı olup olmadığını sorgulamış, iç muhasebesi yüzünden muhtemeldir ki yaralanmış bir anne.

        İnsan Hakları Derneği’nin kurucusu.

        Sözcükler anlamın tutukevidir diyebilen bir düşünce insanı. “Ben yoruldum gidiyorum /Kendi endişeni kendin seç” dizesinde diğer insanlarla ve toplumla var olmanın ve paylaşmanın kaçınılmazlığına rağmen gidenin, gelenin ve geride kalanın biricikliğine dair bir hatırlatma var.

        Yakınlarda izlediğim “Gülten” belgeseli, sevdiğim bir şair üzerine çokça düşünmemi sağladı. Senaristliğini Asuman Susam’ın yönetmenliğini Sefa Sarı’nın yaptığı belgesel bugün İstanbul Balat’ta Kadın Eserleri Kütüphanesi’nde gösterilecek. Şiir sevenlerin, Gülten Akın sevenlerin, şaire vefa adına mutlaka izlemesi gereken bir yapım olduğunu düşünüyorum.

        Hem de yönetmen Sefa Sarı’nın dediği gibi edebiyatın en yoksul alanlarından biri olan ‘biyografi’lere saygı duymayı önemsediğimiz figürleri anmanın bir yolu haline getirmek için…

        ***

        Neden “Gülten” diye sordum, Sefa Sarı’dan şu cevabı aldım.

        “Sanatından, fikrinden bildiğiniz insanların yaşamlarıyla yakınlaşma çok değerli. Biyografiler aracılığıyla yalnızca o insanı değil, yaşadığı dönemi, çağdaşlarını, ülkeyi, dünyayı da başka bir açıdan yeniden fark ediyorsunuz çünkü.

        Gülten Akın bu anlamda şiirin, edebiyatın hem sevilen hem de önemli isimlerinden biri. Edebiyat kanonuna ilk kabul edilen şair kadın. Anadolu yaşamına tanıklıkları önemli, aynı zamanda ülkenin en kritik zamanlarında üstlendiği aydın sorumluluğuyla da etkili biri. Oğlu Murat’ın 80 darbesi öncesi tutukluluğunda hem bir anne hem insan hakları savunucusu olarak büyük mücadele vermiş biri. Yalnızca oğlu için değil üstelik, işkence gören, haksız yere içeride bulunan tüm siyasi tutsaklar için bir mücadelesi var. Şiirini böyle bir hayat tanıklığından ayırmamış.

        Yozgat’ta 1933’te başlıyor hikayesi. İkinci Dünya Savaşı’nın yokluk yıllarındaki Ankara’sını yaşıyor. 1970’lerdeki Seyran Bağları’nda gözlediği kentsel dönüşüm, sınıf çelişkileri, çocukluktan genç kadınlığa oradan olgun ve yaşlı kadınlık hallerine uzanan ve başlı başına ayrı bir başlık olan ‘bu topraklarda kadın olmanın halleri’ ve diğer kadınlara dair tanıklıkları, tüm bunların üzerine, yalnız, bir başına şiirde kalıcı olmanın mücadelesini taşıması Gülten Akın’ı Gülten Akın yapan boyutlar.En önemlisi son nefesine kadar ahlaklı ve erdemli olmanın nasıl bir şey olduğunu hem hayatıyla, hem şiiriyle göstermeyi dert edinen biri o.

        Bu nedenle böyle bir şimdiki zamana onun yaşamını anlatmak önemli bir sorumluluktu. Bilmeyenlerin öğrenmesi, bilenlerin hatırlaması için.

        Belgesel tüm bunların bileşkesinden çıktı.

        Asuman Susam'ın Gülten Akın kitap/biyografisi ve yönetmenliğini yaptığım Gülten belgeseli Cumhuriyet kültür tarihinde ilk defa yapılan, daha önce benzeri olmayan ikili bir 'biyografi/belgesel' proje örneği”

        ***

        Umarım izlenir.

        Tekrar hatırlatayım: “Gülten”, bugün saat 14.00’te, Balat Kadın Eserleri Kütüphanesi’nde gösterilecek.