Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Oray Eğin Bir cenaze, bir ocakbaşı

        Sedat Ergin ne kadar cazsa, kardeşi Sanlı Ergin de o kadar rock and roll’du. Ona rock sevgisini aşılayan da bir gün okuldan koltuğunun altında kırmızı plakla eve dönen ağabeyiydi. Deep Purple’ın “Made in Japan” plağını getiren Sedat Ergin o gün 10 yaşındaki küçük kardeşini kendi tabiriyle “rock müzikle zehirlemiştir.” Sanlı Ergin bizi bırakıp bu dünyadan gidene kadar da rock müziği dinlemeyi hiç bırakmadı.

        Sedat Ergin ne kadar Ankara’ysa, Sanlı Ergin de o kadar İstanbul’du. Biri yıllarca Ankara’nın bir bileni olarak görev yaparken, diğeri de İstanbul’da aralarında Hürriyet, Sabah ve Habertürk’ün de olduğu gazetelerin sayfalarını çiziyordu. Biri ömrünü kelimelere diğeri görsellere adamıştı. Birinin sosyal hayatı Ankara’da diplomasi çevreleri, siyasiler ve haber uğrunda geçen 24 saatse diğeri mesai bitiminde soluğu İstanbul sokaklarında alıyor, medya plazaların en heyecanlı yıllarındaki arkadaşlarıyla Beyoğlu’nun tozunu attırıyordu.

        CENAZEDEKİ ÇELENK

        Sanlı Ergin’in cenazesinde en görünür noktada da İstanbul vardı. Cenazede, evet, bir dönem Türk basınına damga vuran—ve şu anda patron dahil pek çoğu işsiz olan—birçok isim vardı. Ama en ortada Zübeyir Ocakbaşı’nın çelengi göze çarpıyordu. Dışarıdan birine bir gazetecinin cenazesindeki en belirgin, belki de tek çelengin Beyoğlu’nun yan sokaklarında bir kebapçıdan gelmesi tuhaf gelebilir. Ama Sanlı Ergin için tam da olması gereken bir veda broşuydu Zübeyir’in çelengi.

        Cenazeye gelenlerin kimler olduğu listeler halinde çeşitli yayın organlarında çıktı ama Hamit Ertaş’ın adına rastlamadım. Hamit Ertaş kardeşi Zübeyir’le birlikte Zübeyir Ocakbaşı’nı kuran kişi oysa; çelengi yollayan o. İki kardeş, yıllar önce, Beyoğlu Ocakbaşı’nda başladıkları macerayı daha sonra kendi dükkanlarında sürdürüyorlar. Biri salonda, biri mutfakta çalışarak müdavimlerle haşır neşir oluyor. İş isim aramaya gelince müşteriler “Biz zaten Zübeyir’e geliyoruz,” deyince yeni mekanın adı da belli oluyor. Zamanla bir sonraki kuşak, Onur Ertaş da büyüdükçe dahil oluyor işe.

        Sanlı Ergin ta Beyoğlu Ocabakşı’nda Zübeyir’in ilk müdavimlerinden. Cihangir entelektüellerinin de uğradığı Beyoğlu Ocakbaşı’na pek çok gazeteci de giderdi, bunların birçoğu da dönemin en havalı gazetesi Hürriyet Pazar’ın etrafında toplanan ekipti. O zamanlar medya çalışanları için bir Hürriyet binasının barı havalıydı zaten, bir de Beyoğlu’ndaki birkaç mekan. Hürriyet Pazar ekibi bir dönem Türkiye’nin en ilerici gazetesi haftalık GazetePazar’ı çıkarmaya karar verdiğinde de Sanlı Ergin sayfaları arkadaşlarıyla Beyoğlu Ocakbaşı’nın masalarında çiziyordu.

        Kanat Atkaya bana o yılları anlatırken benim de aklım bir anda unuttuğum o geçmişe dönüyor. Belki pek çok kişi bilmez ama benim de ilk yazılarım GazetePazar’ın spor ekinde yayımlanmıştı. Türk basınına Mehmet Demirkol’u armağan eden bu gazetenin spor eki farklı türde bir futbol yazarlığı yapılabileceğinin ilk öncülüydü. Sanlı Ergin benim de yazımın sayfasını çiziyor muydu acaba?

        İYİ KALMAYI BAŞARDI

        Gazetecilerin ocakbaşı müdavimliği Zübeyir’de de tam gaz sürdü. Ertaş kardeşler Beyoğlu Ocakbaşı’ndan ayrılıp kendi dükkanlarını açtıklarından itibaren Zübeyir’in adının duyulması hiç vakit almadı. Bir ara ben de kendi gazeteci grubumla haftada bir gün mutlaka Zübeyir’e gidiyordum. Yurtdışına yerleştikten sonra İstanbul’a gelişlerimde ilk gece Zübeyir’de buluşmak gelenek olmuştu. Masa altı mı sekiz kişi mi olacaktı, en büyük sorun buydu. Dahası günler öncesinden Zübeyir’de masa ayırtmak da şarttı, çünkü talep sürekli artıyordu.

        Bir keresinde arkadaş grubumdan biri “Ne işimiz var Zübeyir’de, üzerimiz kokacak,” diye itiraz etti. Ama Zübeyir insanın üzerini kokutmayan bir ocakbaşıydı hep.

        Sonra ne olduysa oldu, bir şekilde ayağım kesildi. Geçenlerde rezervasyonsuz, son dakikada Zübeyir’e gidince hiç kimse beni tanımadı. Yine de herkes güler yüzlüydü, hafta içi olmasına rağmen mekan tıklım tıklımdı ve ancak ikinci katta ocakbaşının başında oturabildik çünkü başka yer yoktu. Sanırım ilk kez ateşe yakın oturdum. Buna rağmen çöp şiş, Adana, sebzeli derken Zübeyir’de kendi yarattığım bir gelenek olarak finali tavuk kanadıyla biten bir et festivali yaşadık ve kendimizden geçtik.

        En çok kebabın yağlarının sindiği, baharatların serpiştirildiği, hafif kızartılmış lavaşını özlemişim Zübeyir’in. Kebabı o lavaşla yemeye bayılırdım, bugün de eski bir dostla karşılaşmış gibi hissettim.

        Sanlı Ergin’in cenazesinde de herkes birbirini tanıyor, birbiriyle selamlaşıyor, hasret gideriyordu. Bu ruhu, kaynaşmayı pek çok kişi özlemişti. Bugün Hürriyet Bar nasıl yok, nasıl gazete sayfaları, plaza koridorları yeni isimlerle dolu, daha kalabalık ve tanımadığımız insanlar her yerdeyse, Zübeyir de farklılaştı. Zübeyir’de de tanıdık masaların sayısı azalmaya ama masaların ve katların sayısı artmaya başladı. Çok fazla büyüdü. O kadar büyüdü ki, Ataşehir’de şube bile açtı. Tanıdık, müdavimi olduğumuz bir mekandan profesyonel bir işletmeye dönüştü ve biraz o ilk ruh kayboldu sanki. Bunlar Türkiye’deki değişime paralel gelişmeler, ama şaşırtıcı bir şekilde Zübeyir iyi kalmayı başardı. Bizler de iyi kalmayı becerdik sanırım.

        ★★

        Yıldız tablosu

        ★★★★ Olağanüstü

        ★★★ Mükemmel

        ★★ Çok iyi

        ★ İyi