Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Oray Eğin Görevin, şayet kabul edersen, sinemayı kurtarmak
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Tom Cruise bu sefer Venedik’te koşuyor. Dar sokaklarda kafası koparılmış tavuk gibi bir sağa bir sola savruluyor, kanalın üzerinden atlıyor, köprülerden geçiyor, tren vagonlarının üzerine fırlıyor, birinden diğerine koşturup duruyor. Bu koşu hiç bitmesin. 61 yaşındaki Cruise sinemaya adımını attığı andan beri koşuyor ve hala heyecanlandırıyor. Sinema perdesinde Tom Cruise’u koşarken izlemek kadar keyif veren pek az şey var artık. "Mission: Impossible" serisinin yedinci filmi “Dead Reckoning Part 1”daki koşusu belki bugüne kadarki en iyisi. O perdede koşuyor, seyircilerse sinema salonlarına doğru.

        Perşembe öğle saatlerinde ABD’deki en büyük IMAX perdesi AMC Lincoln Square’de salon tıklım tıklımdı. Gore Vidal’ın bir tavsiyesi var: “Televizyona çıkma ve seks yapma fırsatını asla tepme.” Perşembe günü sinemaya gitmek için bu fırsatlardan birini teptim.

        FİLM SİNEMADA İZLENİRDİ

        Tom Cruise olmasa hiç kimse sinemaya gitmeyecek. Eskiden böyle değildi. Öğrenciyken bir dönem Cuma günleri tam 11:00 gibi dersim vardı, ama bu saat aynı zamanda haftanın yeni filmlerinin gösterileceği ilk seansa denk geliyordu. Okul yolu bir yerde ikiye ayrılıyor, bir taraf sinemaya diğer taraf kampüse gidiyordu. İstisnasız her Cuma sinemaya gittim, pek çoğunu şimdi hatırlamadığım filmleri iyi mi kötü mü diye bakmadan büyük keyifle izledim.

        Hayal kurmayı gerçeklerden daha fazla seven biri için en güzel kaçış sinema salonu. Işıklar karardığında yalnız olmadığımızı, başkalarının aynı tecrübeyi paylaşmak için orada olduğunu hatırladığımız bir tecrübe.

        Hemen herkesin kendi hayatında unutulmaz bir sinema gösterisi vardır. Biri bir şey demiştir, laf atmıştır, film kopmuştur, herkes aynı anda filmden iğrenip salondan çıkmıştır veya olmadık bir yerde gülme krizine girmişsiniz ve herkes bir anda size bakmaya başlamıştır. Bütün bunları hala tecrübe etmek mümkün ama sinemaya gitmek giderek bir nostalji unsuruna dönüşüyor.

        Tom Cruise ilk “Mission: Impossible” filminde oynadığında bambaşka bir dünya vardı. Business Class’ta koltuklar tam yatmıyordu, uçaklarda sigara içiliyordu, bir e-mail adresinin “Max@Job 3:14” olabileceğini zannediyorduk, İnternet’te listserv’ler vardı, Steve Jobs henüz renkli iMac’leri piyasaya sunmamıştı.

        Dahası, film sinemada izlenirdi. Hatta çoğu zaman Türkiye’ye aylar sonra gelirdi. Ayrıcalıklı olanlar filmleri erken izlemek için yurtdışına giderdi. Evet, sadece film izlemek için. Artık dikkat edin, sinemayı en çok seven arkadaşlarınızın bile eskisi gibi salonlara gitmediğini gözlemleyeceksiniz.

        Geçenlerde Cuma gecesi New York gibi kalabalık bir şehirde yeni “Indiana Jones” filmi için uzun zaman sonra ilk kez sinemaya gittim, salonda sadece dokuz kişi vardı. Tam sonlarına doğru film perdede dondu. Birkaç gün sonra “Mission: Impossible”ın erken gösterimine bilet aldım, herkes salonda heyecanla beklerken gösterimin iptal edildiğini söyleyip hepimizi dışarı çıkardılar.

        Bu iki tecrübe bile ölmek üzere olan bir kültürün hayata tutunma çabaları gibiydi. ABD’nin ikinci büyük sinema zinciri Regal zaten iflasını açıkladı, arka arkaya salonları kapatıyor. Pandemiden beri insanlar sinemaya daha az gider oldu. Ama sinemaya gitmenin bedeli de ağırlaştı. Bugün New York’ta bir sinema bileti 21 dolar olmuş; az gittiğim için yeni fark ettim. Patlamış mısır 10 dolardan başlıyor. Dört kişilik bir ailenin bütçesinde ciddi bir delik bu. Bir-iki sene önce sinema salonlarıyla film yapımcılarının patlamış mısır kavgası da Türkiye’de sektörün can çekiştiğinin en net göstergesiydi.

        Çoğu zaman insan parasıyla rezil oluyor, perdede gördüğü yüksek bilet ücretinin hakkını veriyor. “Ant Man”den “Flash”e bu senenin iddialı filmlerinin patır patır dökülmesinden de anlayabiliriz. Stüdyolar aç gözlü, 32 filme ulaşan Marvel serilerinde tutan formülü uzattıkça uzatıyorlar. Hatta filmleri ikiye bölme adeti de başladı. “Across the Spider-Verse” genelde olumlu eleştiriler alsa da özünde berbat bir tekrar filmi, üstelik tam da en heyecanlı yerinde bitiyor ve devamını görmek için aylar sonra yeniden bilet alıp sinemaya gitmemizi emrediyor. Tıpkı Avengers: Endgame” gibi.

        TOM’DAN SONRA TUFAN

        “Mission: Impossible – Dead Reckoning” de iki filmlik serinin birinci bölümü. Ama Tom Cruise belli ki seyirciye saygısından sinemaya gidenlerin salondan tatmin olarak ayrılmalarını istemiş. Film bir sene boyunca bizi merakta bırakacak bir kancayla bitmiyor, aksine ilk hikaye tamamlanıyor ve bir sonraki bölümün altyapısı hazırlanıyor. (Sekizinci filmin önümüzdeki Haziran’da vizyona girmesi bekleniyor, ama Hollywood grevi çekimleri durdurdu.)

        Tom Cruise gişesi olan ve hemen hemen ne yapsa tutan bir star olduğu için stüdyoların taleplerini, belli formülleri dinlemeyebiliyor. Çoğu zaman neyin tutacağını onlardan daha iyi biliyor zaten—geçen senenin en çok konuşulan filmiydi “Top Gun: Maverick.” Hala ve ısrarla son sinema yıldızı; sadece adıyla izleyiciyi salona çeken son isim. Ama, bir kez daha altını çizmemde fayda var, artık 61 yaşında. Her ne kadar suratını yaptırıp dursa da, hala motosikletle yamaçtan atladığı sahneyi kendisi çekse de bir yerde duracak. O koşu illaki bitecek.

        “Mission: Impossible 8” onun seriye vedası olacakmış; olmasa bile çok emek harcanan prodüksiyonlarının yapılması aylar sürüyor, senede ancak bir tane Tom Cruise filmine kavuşabiliyoruz. Her şey bir yana, senede tek bir filmle sinema salonlarının ayakta durması zaten mümkün değil. Yerine bir başkasının yetişmediği de ortada.

        Sinemaya gitmenin hayatımızdan tamamen çıkması mümkün mü? Uçaklarda sigara içmek ya da ev telefonu gibi tarihe karışması olası mı? Bence hazır olalım. Bu gerçekle sandığımızdan daha kısa sürede yüzleşmek zorunda kalabiliriz.