Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Oray Eğin Ekrem İmamoğlu'nun tavşanları

        Ekrem İmamoğlu’nu ilk ve son kez gördüğümde birlikte geçirdiğimiz birkaç saatin ardından ona yeni görevinde başarılar diledim ve “Şapkadan tavşan çıkartmanız gerekecek,” dedim. Belediye seçimini ikinci kez kazanmış, mazbatasını yeni almış ve kendisini engellemek isteyen bir belediye meclisi ve Ankara’ya rağmen bu görevi yapacak, sonra tekrar seçimi kazanması gerekecekti.

        İmamoğlu’nda sadece çok başarılı siyasetçilerde olan bir refleks var: herkese aynı anda yetişebiliyor, onlarca kafadan farklı ses çıksa bile hepsine konsantre olabiliyor. Ben şapkadan tavşan yorumumu yaptığımda da etrafı kalabalıktı ama sadece bir saniye duraklayıp “Tavşanlar,” dedi. Beni düzeltti.

        Keskin zeka ve hazırcevap hali İmamoğlu’nun seçim kampanyasında öne çıkan özellikleriydi. Beş senede iyi pişmiş. Biraz da şanslıydı tabii. Kağıt üzerindeki rakibi Türk siyasetinin yarıştığı konum bakımından görüp görebileceği en düşük standarttaki adaydı. Çıta gerçi epey düşmüştü, yine de bir önceki seçimdeki muhalefetin Cumhurbaşkanı adayından daha kötüsünü bulmak imkansız gibi görünüyordu. Meğer mümkünmüş.

        Murat Kurum çıktığı televizyon programlarında yapılan esprileri anlamaması, adeta boş kaleye gol olsun diye önüne bırakılan toplara bile çıkamamasıyla herkesin karşısında isteyeceği bir rakipti. Futbolu çok uzun zamandır takip etmiyorum ama çocukluğumuzda “kova takım” mı denirdi?

        Tüketicileri olduğu gibi seçmeni de kandıramazsınız. Kötü ürün gibi kötü siyasetçi de alıcı bulmaz; piyasaya çıkabilir, pazarlanabilir ama tutmaz. Değişmeyen formül ürünün iyi olması gerektiğidir. Apple adını çok sempatik bir meyveden aldığı için dünyanın kıymetli şirketlerinden biri değil, ürünleri olağanüstü iyi olduğu için zirvede.

        SADECE ŞANS DEĞİL

        Tarihin ilginç bir cilvesiyle şansı karşısına çıkan adaylardan yana hep dönen Erdoğan gibi İmamoğlu’na da adeta bu açıdan piyango vurdu. İmamoğlu’nun asıl rakibiyse—o kadar çok vardı ki, en önemlisi de yorulmuştu. Karşısında 2009 model Erdoğan’ın olmaması da bir şanstı.

        Ancak Erdoğan’ın geçmiş seçim başarıları gibi İmamoğlu’nun muhalefetin makus kaderini değiştirmesinin tek açıklaması şans değil. Bir kere, sadece çok usta siyasetçilerde görebileceğimiz bir süratle hatalarından ders aldı, kendisine yüklenen tarihi sorumluluğu çabuk kavradı. Onu sadece bir daha Bodrum’da, kayakta veya balıkçıda görmedik. Kalkandan bir kere ağzı yandı ve yanına yaklaşmamayı öğrendi.

        İnsanlara işleyen bir diğer tarafı da liyakate olan saygısıydı. Türkiye’de son yıllarda bu sözcüğü ağzına almayan yok; hemen herkes insanların hak ettikleri yere gelmesi gerektiğini düşünüyor. Ama bu dilek daha çok televizyonlarda daha fazla belgesel görmek istediklerini söyleyenlerin anket cevaplarına benziyor. Kurumlara iktidar tarafından yapılan atamalardan şikayetçi olan muhalefet de yıllardır bir benzerini yaptı durdu çünkü. Cımbızla tek bir örnek vereyim: Muhalefetin cumhurbaşkanı adayının danışmanının kız arkadaşı hiçbir birikimi ve tecrübesi olmamasına rağmen muhalefetin kanallarından birinin Ankara temsilcisi olarak atandı.

        İmamoğlu tam da hemşerilerini, eş-dost yakınlarını kaldıracak Karadenizli müteahhit prototipine uygun görüyordu aslında. Kendi partisinin bir önceki yönetimi bile içten içe bu propagandayı yayıyor, onu müteahhit lobisinin adamı gibi göstererek önünü kesmeye çalışıyordu. Yükselmenin etnik köken, basındaki kirli gazetecilik geçmişi, İlgezdi ailesine yakınlık olduğu eski CHP’ye rağmen liyakatin işleyebileceğini gösterdi.

        Konusuna hakim insanları gerekli yerlere getirince çözüm alınıyormuş işte. İstanbul’da artık neredeyse hiç su basmamasından bahsetmiyorum. Yaşayan pek çok tanıdığım onun gelmiş geçmiş en iyi belediye başkanı olduğunu söylüyor, ama benim çevrem objektif değerlendirme yapmaktan epey uzak. Ben de çok uzun zamandır İstanbul’a sadece turist olarak geliyorum.

        Ama sadece Mecidiyeköy meydanının düzenlenmesi veya Yerebatan Sarnıcı bile tek başına icraat posteri olabilecek kadar çarpıcı. Dahası, rakibi bile Yerebatan’ın ne kadar iyi yenilendiğini kabul etmek zorunda kaldı. Sadece bir turist gözü bile beş yıllık İmamoğlu yönetimiyle 20 yıllık AK Parti belediyeciliği arasındaki estetik farkını yakalayabilir. Bu azımsanmayacak bir mirastır.

        GÖRÜNMEZ ÖZELLİKLERİ

        İmamoğlu’nun asıl başarısı ve eğer sürdürebilirse bundan sonra siyasi kariyerinde onu ileriye taşıyacak gücüyse özünde imaj ve algı başarısı. Bir diğer deyişle şapkasındaki görünmez tavşanlar.

        Bir kere, tıpkı seçilir seçilmez barış getireceği umuduyla Nobel ödülü alan Barack Obama gibi Ekrem İmamoğlu da İstanbul’a umut oldu. Türkiye tarihi umutlanıp peşine takıldığımız ve daha yarı yola bile gelmeden kendi kendilerini imha eden sahte kahramanlarla dolu. İmamoğlu ise şu beş yılda bu umuda ihanet etmedi. Seçildiğinin ertesi günü İstanbul sokaklarında hissedilen ferahlamayı sürdürmeyi başardı.

        Muhalefet seçmeninin partilere haklı olarak ağzına gelen her küfrü ettiği ve kahrolmasını dilediği bir dönemde bile kendisine inandırdı. İnsanlar kendilerinin temsil edildiklerini, seslerinin duyulduğunu, o kadar da yalnız olmadıklarını onun sayesinde hissetti. Bu tamamen kendi başarısı.

        İmamoğlu’nun bir diğer görünmez icraatını ise Batı klasikleri açıklayabilir. “Evlilik meselesi” klasik roman geleneğinin merkezindir, konu iki ana karakterin sonunda evlenip evlenmeyeceğine kilitlenir. Hiçbir roman ana karakterin evlenmemesiyle bitmez, ama yine de bu sorunun cevabını bekleriz. İmamoğlu da bir anlamda Türk romanının Mr. Darcy’si, ideal erkek kahramanı. Klasik anlamda kadınların sığınmak isteyeceği bir limanı, en klişe anlamıyla “evlenilecek erkeği” temsil ediyor.

        DEMİRTAŞ'TAN FARKI

        Selahattin Demirtaş’ın siyasi karizmasının yarısı birikimiyse, diğer yarısı adeta salgıladığı seks enerjisidir. O artık istese de istemese de zamanla “Kadirizm” diye adlandırılabilecek bir maskülen çekiciliğin bir ürününe dönüşmüştür. Burada zamanında Yılmaz Güney ve İbrahim Tatlıses’e yüklendiği gibi bir fetişizm de söz konusu: şehirli kadınlar için Kürtler egzotik bir macerayı çağrıştırır. Ancak Tatlıses’in aksine Demirtaş toksik maskülenliği kapıdan sokmamayı başarmıştır.

        İmamoğlu ise en başta eşini ön plana çıkarması, sürekli takım elbiseyle dolaşması, dozunda sinirlenmesi ve içten sevinmesiyle, daha da önemlisi herhangi bir para sorunu olmamasıyla ideal bir kocadır. “Bizimkiler” dizisindeki Şükrü Bey aklıma geliyor. Eski Türk filmlerinde annelerin kızlarına hedef olarak koyduğu böyle çok erkek var bilinçaltımızda. Kadın seçmenin her dönemde ve her medeni ülkede belirleyici olduğu bir siyasi sistemde bu X factor’ü küçümsememek gerek.

        Bundan bir süre önce Ekrem İmamoğlu’nun şarap içerken çekilmiş bir video’su dolaşmaya başladı. Rakipleri bu video’nun ona zarar vereceğini düşünüyordu. Oysa elindeki kadehi dikişiyle, o şarabı kana kana, tadını alarak içişiyle hayattan zevk aldığı belli olan, dünyevi lezzetleri de reddetmeyen, samimi bir erkek portresiydi algılanan. Şimdi artık hiç çekinmeden istediği şarabı içebilir ve hiç kimse de tek bir laf edemez. Tabii Ramazan’dan sonra.