Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Hillary Clinton geçenlerde The Guardian’a verdiği mülakatta, Avrupa’nın giderek yükselen sağ popülizm tehdidiyle mücadele için, göç dalgasının önünü kesmesi gerektiğini söylüyordu. Merkel’in sığınmacılara şefkat ve cömertliğini takdirle karşılamakla birlikte, Avrupa kapılarının mültecilere açılması yüzünden Trump’ın seçimi kazandığını, İngiltere’nin de Brexit’le yüz yüze geldiğini ileri sürüyordu.

        Şu an Meksika sınırındaki mültecilere “Yakala tut, içeri salma” resti çeken Trump ve Avrupa’daki ruh ikizleriyle mücadele için benzer bir zihniyetin ürünü fikirler öne sürmek paradoksal tabii. 2016 seçiminde yenildiği rakibi Trump’ın ekmeğine yağ sürecek cinsten.

        Amerikan Gümrük Muhafaza askeri, Meksika sınırındaki duvarda göçmenlere karşı devriyede.

        Hillary’nin görüşüne göre Avrupa Birliği bugüne kadar üzerine düşeni yapmıştı ve göç karşıtı partilerin daha da yükselmesini önlemek için seçmene artık şu net mesajı vermesi gerekiyordu: “Bundan böyle daha fazla mülteci alıp destek ve katkı veremeyiz…”

        Aslında Clinton’ın sözleri şu gerçeğe ışık tutuyor; Türkiye’nin 4 milyona kapılarını açarak dünyada en fazla sığınmacı ağırlayan ülke olduğu ortamda, AB hala 2015’teki 1 milyonluk mülteci akınıyla patlak veren krizi aşabilmiş değil. Almanya, İtalya ve Yunanistan iltica yükünün eşit ve adil paylaşımı için bastırırken, AB’nin özellikle Orta ve Doğu Avrupalı üyeleri bu baskıya teslim olmaya katiyen yanaşmıyor.

        Şimdi 10 Aralık’ta Fas’ın Marakeş kentinde toplanacak BM konferansı öncesinde de aynı itiraz tablosu karşımızda…

        BÜTÜN ZAMANLARIN MÜLTECİ REKORU

        BM üyesi 193 ülke, Eylül 2016’da Mülteciler ve Göçmenler için New York Deklarasyonu’nu, “Güvenli, Düzenli ve Kurallı Göç için Küresel Pakt” olarak geliştirme kararı almıştı. Göçmen sorununa global ortak yaklaşım için geçen yıl nisan ayında başlayan çalışmalar, Temmuz 2018’de “Güvenli, Düzenli ve Kurallı Göç için Küresel Pakt” anlaşmasıyla tamamlandı. Bağlayıcılığı olmayan bu anlaşma Marakeş’te onaya sunulacak.

        Paktın hedefi; göçe neden olan unsurların azaltılması, düzenli göç için yasal yolların iyileştirilmesi, insanca çalışma koşullarının sağlanması, toplumlardaki ayrımcılığın ortadan kaldırılması, eğitime yatırım yapılması, entegre, güvenli ve koordineli bir sınır yönetimiyle göçmen kaçakçılığına karşı işbirliğinin güçlendirmesi.

        Bu anlaşma savaştan, baskı ve zulümden, kıtlıktan kaçan 68.5 milyon insanın, büyük çoğunluğu kendi ülkesinin topraklarında yerinden olmuş milyonların insanca bir geleceğe kavuşması için küresel bir merhamet, iyi niyet ve ortaklık arayışı. BM verilerine göre Suriye, Güney Sudan ve Kongo ile Myanmar’daki Rohingya Müslümanlarının kitleler halinde göçüyle birlikte dünyadaki sığınmacı sayısı iki yıl içinde üç milyonluk artış gösterdi. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) rakamlarına göre ülkesini terk etmek zorunda kalan mülteci sayısı bugün 24.5 milyon insanla bütün zamanların rekorunu kırmış durumda. Ve her bir rakam, bir insan hayatı. Dünyada her iki saniyede bir, bir insan yerinden yurdundan ediliyor.

        KIRMIZI ÇİZGİ BAHANELERİ

        Ancak ABD’den Avrupa’ya sağ popülist dalga ortaklık arayışının karşısına dikiliyor. ABD, egemenlik haklarıyla bağdaşmadığı gerekçesiyle küresel paktı veto eden tek ülke oldu. Marakeş’teki konferansta anlaşmaya onay vermeyeceğini açıklayan ülkeler de ABD’nin peşi sıra dizilmeye başladı. Avustralya, sınır güvenliği yasasını ihlal edeceği gerekçesiyle imza koymayacağını; çünkü anlaşmanın, kaçak göçmenlerle yasal yollardan iltica talebinde bulunanlar arasında ayrım gözetmediğini ileri sürdü. Avustralya’ya deniz yoluyla ulaşmaya çalışan kaçak göçmenler yakalanıp Nauru ve Manus adalarında yıllarca tutuluyor, intihar girişimi ve çocuklar arasında depresyon vakaları yaşanıyor.

        Avustralya’nın ardından İsrail de “onay yok” dedi ve başta dönem başkanı Avusturya olmak üzere AB üyeleri Hırvatistan, Polonya, Çekya, Slovakya takip etti. Hepsi de göçle ilgili kendi yasal düzenlemelerini gevşeteceği gerekçesiyle ama tabii ki, sağ popülist dalganın etkisiyle.

        Hollanda’daki durum da kritik; göç karşıtı PVV, radikal Hıristiyan SGP ve aşığı sağ popülist parti FvD, pakta karşı çıkıyor. Almanya paktı onaylayacağını açıkladı, ancak aşırı sağdaki Almanya için Alternatif (AfD) partisi, “Bu anlaşmayla kaçak göçmen akınına uğrayacağız” diyerek korku iklimi yaratan propagandasını iyice yükseltiyor.

        Almanya Uluslararası Güvenlik Enstitüsü’nden Steffen Angenendt ise egemenlik hakkı ve ulusal göç yasalarıyla ilgili bahaneleri eleştirerek, kontenjan programlarıyla sığınmacı sorununa çözüm bulunabileceğini söylüyor. Böyle bir program çerçevesinde Almanya’nın Türkiye’den 10 bin Suriyeli mülteciyi kabul etmesini örnek gösterip; “Bu sayede yasal mülteci statüsü kazanıp, denizlere açılarak hayatlarını tehlikeye atmaktan kurtuldular” diyerek.

        GÖÇÜN KATALİZÖR ETKİSİ

        Peki sağ popülizmin global göç sorununa çözüm çabalarının karşısına dikildiği meselesi abartılıyor olabilir mi? Aşırı sağın en verimli zemini bulduğu Almanya’nın doğusundaki Dresden Teknik Üniversitesi’nin AB ülkelerinde yaptığı bir araştırmanın sonuçları, bu meseleye şüpheyle bakılmasını gerektiriyor. Araştırma Almanya’nın yanı sıra İtalya, İngiltere, Avusturya, Polonya, Macaristan, Çekya ve Hollanda’da yapılmış, sağ popülist partilerin seçimlerde yükselen grafiğinin göç sorunuyla bağlantısı irdelenmiş. Sonuç raporu, aşırı sağ oylardaki artışa neden olan mevcut toplumsal çatışmaların başka temeller üzerinde yükseldiğini; göç krizinin ise son tetikleyici olduğunu belirtiyor. “Sığınmacı akını, Avrupa’daki sağ popülist hareketlerin gösterdiği başarının nedeni değil, katalizörüdür” analiziyle siyasetin yeniden gözden geçirilmesi tavsiye ediliyor.

        Dresden'de İslam ve yabancı düşmanı Pegida'nın gösterisi.

        Araştırmaya göre Avrupa’daki çatışma noktaları çok yönlü olduğu için tek bir nedene indirgemek doğru değil. Bazı ihtilaflar sadece kültürel, diğerleri ise sosyo-ekonomik veya siyasi tabiatlı. Göç krizi de, bu tür ulusal ve bölgesel yarılmaları daha görünür hale getiriyor; Almanya’nın doğusuyla batısı, İtalya’nın kuzeyiyle güneyi, İngiltere’nin merkeziyle çeperi arasında olduğu gibi.

        Avrupa’nın kuzey ve batısındaki bazı ülkelerde etnik-ulusal değerlerle liberal-kozmopolit değerler arasındaki kültürel çatışmanın ekonomik kaygıların da etkisiyle derinleştiği belirtiliyor.

        Fransa’da çevre vergisi kıvılcımıyla ateşlenen Sarı Yelekli eylemleri de muhtemelen bu tabloya oturuyor. Macron aşırı sağ lider Marine Le Pen’i protestoları körüklemekle suçlarken, Le Pen, “Ben asla şiddet çağrısında bulunmadım. Tansiyonu yükselten hükümetin kendisi, beni de günah keçisi yapmaya çalışıyorlar” diyor.

        Diğer Yazılar