Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Barbra Streisand’ın, çok sevdiği köpeği Samantha’yı 50 bin dolara klonlatması pek de sansasyonel bir haber değildi. Çünkü kopya koyun Dolly dünyaya gelip sonra da göçeli hayli zaman geçmiş; köpekti maymundu çakaldı derken laboratuvarlarda daha nice hayvan kopyalanmış, rutine binen klonlama artık heyecan uyandırmaz olmuştu.

        Ancak Çinli bilim insanı He Jiankui’nin, genom düzenlemesiyle Lula ve Nana adlı ilk tasarım bebeklerin dünyaya geldiğini açıklaması büyük sansasyona neden oldu; ya da endişeye diyelim. Gen teknolojisine on milyarlarca dolarlık yatırım yapan, laboratuvarlar kuran Çin’in bu alandaki araştırmalarında, Batı’da evrensel olarak kabul edilen etik sınırlarını aşacağı kaygısı öteden beri hakimdi.

        Genomu değiştirilmiş ilk bebeklerin Çin’de dünyaya gelmesi zaten bekleniyordu. Üç yıl kadar önce Sun Yat-sen Üniversitesi’nden bir ekip “Crispr-Cas9” teknolojisiyle insan embriyosunda gen düzenleme deneyinin sonuçlarını açıklayarak bilim dünyasını sarsmıştı. DNA diziliminin değiştirilmesi yoluyla kanser tedavisinden tarımsal üretimin iyileştirilmesine moleküler biyolojide çığır açacak bu teknoloji embriyoda uygulanarak genetik hastalıklara karşı edinilmiş bağışıklık sağlayabilirdi.

        Ancak göz renginden insan zekâsına pek çok özellik de değiştirilerek bu karakteristiğin ileri kuşaklara geçmesi sağlanabilirdi teoride. Batı ilmine göre insan üzerinde genetik mühendisliğinin etik sınırları vardı ve tasarım bebeklerle bu sınır aşılmış olacaktı.

        Aslında gen teknolojisinde etik sorunu Çin’de de tartışma konusu. Şu “Crispr-Cas9” deneyi duyurulduğunda New York Times, Çin’deki etik kutuplaşmasını yansıtmıştı. Gazetenin görüştüğü bilim insanlarından bazıları doğu ile batı arasındaki kültürel farkların gen teknolojisinde gelişmenin önünü kesemeyeceğini savunuyor; “Batı ile Çin’in kırmızı çizgileri eşgüdümlü değil. İnsan hayatı söz konusuysa etik değerleri belirleyen şey kültür ve geleneklerdir” diyorlardı. Konfüçyüs düşüncesinden dem vurarak, “insanın ancak doğduktan sonra birey olduğunu”, Batı ilminin ise Hıristiyanlığın etkisiyle embriyo üzerinde araştırmaya set çektiğini belirtiyorlardı.

        Çin etik kurulu “Crispr-Cas9” deneyine onay vermişti, çünkü üreme amaçlı değildi, 14 günlükten küçük olmak kaydıyla deneyde kullanılan embriyolar imha ediliyordu. Genlerin değiştirilmesi yoluyla tasarım bebeklerin dünyaya gelmesi ise sınırın aşılması olurdu. Buna karşılık Çin’in uluslararası etik standartlara uyması gerektiğini savunanlar kadar, “Bundan sonra hedef insan genomunu değiştirmektir. Batı’nın bizi yönlendirmesine izin vermeyiz” diyenler de vardı.

        Peki bu tartışma uygulamada nereye vardı? Şöyle ki, He Jiankui hakkında etik soruşturması açıldı, çalıştığı üniversite kendisinin ücretsiz izne çıkarıldığına dair bir açıklama yayınladı, He’nin deneyi anlattığı YouTube sayfasına tepki mesajları yağdı, 120 Çinli bilim insanı, deneye ilişkin sert bir kınama metnine imza attı. Ama olan olmuştu, geri dönüşü yoktu.

        HEPSİ ÜRKÜTÜCÜ

        Aslına bakılırsa Batı’nın evrensel standartlara uygun bulduğu genetik müdahaleler daha korkutucu. Örneğin başta ABD ve İngiltere’de olmak üzere, hayvan embriyosundan insan kök hücrelerinin üretimine izin verilerek hibrit canlılara giden yolun açılması, mitolojideki Kentaurları, ya da Dr. Moreau’nun Adası senaryolarını canlandırdı zihinlerde.

        Philadelphia’daki bir çocuk hastanesinin hekimleri de yapay rahimde kuzu büyütmeyi başardı. İnsanlar üzerindeki deneyler de ileride.

        Bu gelişmelere rağmen Çin’in binlerce sığır kopyaladığı klon fabrikalarında insan klonlama kapasitesine de ulaştığı, fakat toplumun buna hazır olmasını beklediği yönündeki açıklamalar daha fazla korku salıyor.

        He Jiankui'yi eleştirenler kadar, iddiasına şüpheyle bakan bilim insanları da var.

        He Jiankui, ikiz kız bebeklerin genom düzenlemesiyle AIDS’e karşı bağışıklıkla dünyaya geldiğini söylüyor. Uluslararası bir organda yayınlanmış ya da bağımsız kaynaklarca doğrulanmış değil. Bu deneyin öngörülemeyecek genetik sonuçlara yol açabileceği gerekçesiyle güvenli olmadığını söyleyerek kınayan bilim insanları kadar, şüpheyle karşılayanlar da var.

        KLON ŞÖHRETLERİ

        Şüphelenmek için de ortada bir sahtekârlar mazisi var. Bu sahtekarların en ünlüsü Güney Koreli kök hücre uzmanı Hwang Woo-suk…

        1997’de ilk kopya koyun Dolly’nin dünyaya gelmesiyle yeni milenyumun eşiğinde klonlama çağı da başlamış; Dolly ekibinin başındaki İngiliz embriyolog Ian Wilmut uluslararası şöhret olmuştu. 2000’lerin başları ise Seul Ulusal Üniversitesi’nden Hwang Woo-suk’un şöhret yılları oldu. Klonladığı Afgan tazıları ve insan embriyonu kopyalayarak tedavi amaçlı kök hücre üretmeyi başarmasıyla uluslararası alkış alan Hwang, ülkesi Güney Kore’de pop yıldızı muamelesi görüyor, gittiği her yerde çevresi hayran kitlesi tarafından çevriliyor, fan kulüpleri kuruluyor, devletten ödüller alıyor, adına pullar basılıyordu.

        Hwang Woo-suk, klonladığı Afgan tazısı Snuppy ile...

        Ancak Hwang’ın çalışmalarıyla ilgili skandallar art arda patlak verdi. Projede çalışan bir kadın laborantın yumurtalarıyla deney yaptığı ortaya çıkınca müthiş bir etik tartışması başladı. Hwang kamuoyu önüne çıkarak “Utanç içindeyim” diyerek özür diledi, çalışmalarında bazı verileri çarpıttığı da anlaşılınca ulusal kahramanlık mertebesinden hızla inişe geçti. Üniversiteden uzaklaştırıldı ve kamu kaynaklarını zimmetine geçirme ve biyoetik yasasını ihlalden 2 yıl tecilli hapis cezası aldı.

        İtibarını kaybetmiş olsa da yeniden sahaya dönen Hwang, en son geçen yıl klonladığı çakallarla haberlere yansımıştı.

        İNSAN KLONLAMA TAYFASI

        2000’lerin başlarında bilimden siyasete “İnsan klonlama mı, asla” sesleri yükselirken bir takım uçuk fikirli hekimler, sahte mesihlerin liderliğindeki kültler, klonlama ve eşcinsel haklarını birleştiren hareketler, klonlamaya engel olmayacak üçüncü ülkelerde bu işe girişeceklerini açıkladılar peşpeşe.

        Örneğin İtalyan jinekolog Severino Antinori ile Kentucky Üniversitesi’nden Kıbrıslı Rum hekim Panos Zavos, 2001 yılı sonunda çocuğu olmayan çiftlere bebek klonlamaya başlayacaklarını açıklamışlardı. Erkeğin kısır olduğu çiftlere hücre çekirdiği transferi yoluyla klonlama yapmak için adını açıklamadıkları bir Akdeniz ülkesini seçmişlerdi.

        Antinori, yapay döllenme yoluyla 63 yaşındaki bir kadını anne yapmakla ünlüydü o dönem. 2002 yılında da Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki bir tıp kongresinde ilk klon bebeğin dünyaya geldiğini ilan etti. İddiasına göre zengin bir Arap çifti, klonlama yoluyla çocuk sahibi yapmıştı. Hem şüphe, hem de büyük tepkiyle karşılanmıştı bu açıklama. Yıllar sonra da, klonladığı ikisi oğlan biri kız üç çocuğun gayet sağlıklı biçimde 9 yaşına geldiklerini duyurdu. Ne kadar doğruydu, bilinmez.

        İtalyan hekim Severino Antinori'nin klonlama iddiaları muhtemelen palavraydı.

        Bugün 73 yaşında olan Antinori, bir İspanyol hemşireyle mahkemelik. Genç kadın, yumurtalık kisti tedavisi için yattığı Antinori’nin Milano’daki kliniğinde anestezi verilerek yumurtalarının çalındığını iddia ediyor. Antinori geçen yıl bu suçtan 3.5 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Ancak savcılık makamı bazı yeni deliller ışığında hemşirenin doktora iftira attığı iddiasıyla dava açtı. Duruşmalar devam ediyor.

        Antinori’nin ortağı Panos Zavos’a gelince; 2004 yılında klonlanmış insan embriyosu üretmeyi başardığını açıkladı. O da şüpheyle karşılandı. Yıllar sonra dört kadına klonlanmış embriyo naklettiğini, hiçbirinin de hamilelikle sonuçlanmadığını itiraf etti. 74 yaşındaki Zavos dört yıl önce de “The Zavos Home Conception Pak” adı altında evlere pazarladığı hamilelik yardım kiti yüzünden mahkemelik oldu. Suçunu kabul etti, bir yıl hapis ve 100 bin dolar para cezasına çarptırıldı.

        Klonlama bahsinde Antinori'nin ekürisi Panos Zavos.

        UFO’CU VE KLONCU

        Bitmedi; Antinori ile Zavos’un bir de Fransız işbirlikçisi vardı; Dr. Brigitte Boisselier. İnsanların uzaylıların klonu olduğunu öne süren Rael kültüne ait “Clonaid” adlı kuruluşun yöneticisiydi Boisselier. Amerikalı bir çiftin kazada ölen 10 aylık bebeklerini kopyalayacaklarını iddia ediyordu o da. Sonucu bilinmiyor. Boisselier halen Clonaid’in başında, “Bir insanın çocuğu ölmek üzereyse, onun ikizini klonlamak istemesinden daha doğal ne olabilir” diyerek medyaya mülakatlar vermeye devam ediyor.

        Rael kültünün lideri Claude Vorilhon'la ilgili merak: Kendini klonlatmak ister mi?

        Rael kültünün kloncu Fransız lideri Claude Vorilhon’a gelince; 1970’lerde oto yarışı haberleri editörüyken, bir yanardağ kraterine inen uzaylılar tarafından kaçırıldığı ve insanlığa iletilmek üzere kendisine mesaj verildiği UFO dini hikayesiyle kıt akıllıları etrafında toplamaya devam ediyor. Servetinin 5 milyon doları aştığı tahmin ediliyor.

        Diğer Yazılar