Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İki hafta artı 40 saatlik maraton tarzı uzatmayla bütün zamanların en uzun iklim zirvesi olarak tarihe geçen Madrid İklim Konferansı’nda (COP25) global ısınmayla mücadelede tarih yazılmadı. 2015 Paris Anlaşması’ndaki hedeflere yönelik zevahiri kurtaracak bir mini uzlaşmayla top bir yıl sonraki Glasgow Zirvesi’ne atıldı. Çünkü karbon canavarları ABD, Brezilya, Avustralya, Çin, Hindistan ve Suudi Arabistan bütün anlaşma yollarını tıkadı. Sanki aynı gezegeni paylaşmıyoruz da, onlar ayrı bir evrende yaşıyormuş gibi.

        Bilim aleminin “yeryüzünün zamanı tükeniyor” uyarısı ve yıl boyunca milyonların iklim krizini protesto için sokaklara dökülmesine koşut olarak zirvenin mottosu “Eylem Zamanı” şeklinde dizayn edilmişti. Yani dünyanın karbon emisyon hacmi en yüksek ülkelerinin 2020’den başlayarak iklim kriziyle mücadelede daha sıkı planlar geliştirmeye ikna edilmeleri gerekiyordu. Ancak 197 ülkenin pek azı 2020 için güncellenmiş planlarla gitmişti Madrid’e. Fakat yeni plan sunan 80 kadar ülkenin toplam karbon emisyon hacmi yüzde 10’u ancak buluyordu. Karbon piyasalarında şeffaflığa ilişkin anlaşmaya varılamadığı gibi, küresel ısınmanın getirdiği afetlerden en fazla zarar gören yoksul ülkelere yardım sözü de çıkmadı.

        ABD zaten Paris Anlaşması’ndan çıkacağını ilan etmişti. Bu süreç 4 Kasım 2020’de tamamlanıyor. Yani ABD’deki başkanlık seçiminden bir gün sonra. Trump yeniden seçilirse, çıkış kesin. Ancak Demokrat bir başkan seçilirse durum değişebilir. Nitekim Madrid’de Demokrat cepheden birçok önemli figür sahnedeydi. Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi, eski Başkan Yardımcısı Al Gore ve Demokrat cephede başkan adaylığı yarışına son dakikada katılan Michael Bloomberg. Ayrıca Harrison Ford’da…

        25’inci BM iklim konferansı sıfır çekince, bilim insanları, çevre aktivistleri ve Avrupa medyasından “artık bu sirke son verin” çağrıları yükseldi. On binlerce kişinin katıldığı bu yıllık konferanslar artık zaman ve para israfından öteye gitmiyordu. Hiç yapmamak daha iyiydi. Çünkü aynı zamanda dünyanın geleceğine ilişkin boş umut yaratıyorlardı. Böyle cüsseli zirveler yerine, gerçekten azimli ve istekli ülke ve bölgelerin ortak iklim koruma projeleri geliştirmesi daha yerinde olacaktı.

        Göründüğü kadarıyla Birleşmiş Milletler, ortak güvenli gelecek konusunda birleşemiyordu. Oysa bilimin gösterdiği tablo çok netti; 2015 Paris Anlaşması’na göre küresel ısınmanın 2 dereceyle sınırlı tutulması, mümkünse 1.5 derecede sabitlenmesi gerekiyordu. Fakat birçok ülke bu limitlerin üzerinde yaşıyordu, böyle giderse yüzyılın sonunda 3 dereceyi bulacaktık. 2020 itibariyle sera gazı emisyon hacmi her yıl yüzde 7.6 oranında düşmeye başlamalıydı ki, Paris iklim hedefleri tuttursun. Ancak 2019’da global emisyonda yine rekor kırılmıştı.

        AVRUPA’DA YENİ YEŞİL EKSEN

        İklim adına umut vaat eden tek gelişme Madrid’den değil, geçen 13 Aralık günü Brüksel’den geldi; Avrupa Birliği zirvesinde liderler 2050 itibariyle sıfır karbon planında anlaşmaya vardılar. Bu karardan iki gün önce AB Komisyonu’nun yeni Başkanı Ursula von der Leyen, Avrupa’nın yeni “Yeşil Planı”nı açıklamıştı. Von der Leyen’in deyişiyle, “50 yıl önce Ay’a ayak basılmasıyla eş değerde” bir iklim koruma hamlesiydi bu. Önümüzdeki on yıl içinde kamu ve özel sektörün temiz enerji kaynaklarıyla karbon ayak izini daraltmaya yönelik yılda 260 milyar Euro’luk yatırımını öngörüyordu.

        Hemen ertesi gün IMF’nin başından Avrupa Merkez Bankası başkanlığına geçen Christine Lagarde, bu görevdeki ilk basın toplantısını düzenliyordu. Lagarde, iklim korumanın Merkez Bankası’nın öncelikli görevleri arasında olduğunu daha önce de vurgulamıştı. Şimdi ise “Arkadaşım Ursula’nın iklim projelerini sevinçle karşılıyorum ve bütün Avrupa kurumlarının kendi görevleri çerçevesinde destek vermelerini umut ediyorum” diyor, ortaklık işareti veriyordu. Lagarde’ın açıklamasına göre Merkez Bankası önümüzdeki ocak ayında bu konuyu gündemine alacaktı.

        Alman medyasına “Avrupa’nın iki numaralı kadınından bir numaraya destek” diye yansıyan bu açıklama, AB içinde yeni bir “yeşil eksen” olarak algılanıyordu. Von der Leyen ve Lagarde’ın çok ortak yönü vardı; ikisi de bakanlıktan yükselmiş hırslı siyasetçilerdi, şimdi Avrupa’nın en güçlü iki kadını olarak iklim kriziyle savaşta ortak cephe oluşturuyorlardı.

        Bazı ekonomi yazarlarının tek bir çekincesi vardı; Avrupa Merkez Bankası yenilenebilir enerji kaynaklarını destekleyebilir, rüzgar ve güneş enerjisine yatırım yapan şirketlerin tahvillerini alabilirdi, ancak öncelikli görevi fiyat istikrarı ve bağımsızlığını korumasıydı. İklim krizinin para politikalarının merkezinde yer aldığı bugüne kadar görülmüş değildi, bu nedenle Lagarde tabu kırıcı bir tavır alıyordu, ancak fiyat istikrarı ve büyüme hedeflerinde dengeyi sağlaması gerekiyordu.

        Peki bu ortaklığın küresel etkisi ne olacaktı? Dünyanın karbon devleri arasında AB 28 üyesiyle Çin ve ABD’den sonra üçüncü sırada geliyor. Yani 2050’de sıfır karbon hedefi dünyayı kurtarmıyor. Çin’in yüzde 27, ABD’nin yüzde 15 oranındaki CO2 hacmine karşılık, AB’nin sanayi devi Almanya’nınki yüzde 2 düzeyinde. Yine de katkı katkıdır. Almanya’da Federal Meclis’le eyaletler arasında yeni bir iklim paketinde anlaşmasına varıldı. Buna göre evlerde ve trafikte fosil yakıtların CO2 vergisi 2025 yılına kadar kademeli olarak kişi başına 55 Euro’ya kadar çıkacak.

        Diğer Yazılar