Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Seyahatte aşı veya PCR testi şartını hukuka aykırı bulanlar, TCK’nın hürriyeti tahdit maddesinden yedi yıl hapse varan cezaları otoriteye şimdiden kesenler neyse de mevzuyu Hotel Rwanda’ya benzeten çıkmasın mı! “Aşı ve test dayatması” bu filmi hatırlatmış. Sosyal medyada bir kullanıcının film dediği, Hutuların daha uzunca boylu Tutsileri maşetlerle kestiği hakiki Ruanda soykırımı…

        THY’nin iç hat uçuşlarında ve şehirlerarası tren yolculuklarında 6 Eylül’de başlayacak uygulamaya tepki çok. Kimine göre memleketi bölmeye çalışan dış güçlerin oyunu. Sonumuzu Ruanda’ya benzetecek kadar büyük bir oyun.

        11 Eylül’de Maltepe’deki mitingde sadece Türk bayraklarının taşınacak olması da sanırım “aşıyla bizi bölemezsiniz” mesajı içeriyor. Mitingin bir organizatörü “Rothschild ve Rockefeller aileleriyle Dünya Sağlık Örgütü’ne dava açtık, küreselci bunlar” diyor. Davayı hangi mahkeme kabul etmiş, meçhul. Eğer Peru kaynaklı dava haberlerini kast ediyorsa, o bambaşka bir hikaye.

        Kimilerine göre de aşı karnesi ve negatif PCR testi şartı direkt faşizan bir uygulama.

        Kovid’le mücadelenin faşizmi andırdığı yerler yok değil. Örneğin Yeni Zelanda ve Avustralya. Arızalı, defolu kim varsa toplumdan izole ediliyor. Hastalar kamplara kapatılıyor, aşıdan kaçanlar veya karantina kurallarını ihlal edenler terörist gibi avlanıyor, fotoğraflarıyla ifşa ediliyor. Barınaklarda köpekler öldürülüyor, siyasetten “Aşı olmayan komşularınızla konuşmayın” diye direktifler yağıyor.

        REKLAM

        Ama iki ülkede her gün 25 bin vaka tespit edilmiyor, her gün 290 kişi can vermiyor.

        Sıfır vakanın bedeli bu. Koronavirüs, demokrasi ve özgürlüklere, insaniyete karşı zafer kazanıyor.

        Pandeminin ilk günlerinde Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern, “Pandemiyi en iyi kadın liderler yönetiyor” haberlerine konu oluyordu. Çok ivedi şekilde alarm vermiş, ülkeye bütün girişlerde sıkı karantina uygulamış, yabancıların girişini bütün ülkelerden önce yasaklamıştı. 2019’da Camilere terör saldırısı sonrası giden 51 canı anarken gösterdiği empatiyle, nefret ve ayrımcılığa karşı sağlam duruşuyla büyük hayranlık kazanmıştı.

        Aynı Ardern artık övgü almıyor. Medyada “Başbakan aslında diktatör mü?” tartışmaları yürüyor. Tek bir vaka çıkınca ülke sıkıca kapanmaya gidiyor. Tek bir delta vakası yüzünden “Komşularınızla konuşmayın” diyen de Ardern.

        SOSYAL MESAFE UĞRUNA KÖPEK KATLİAMI

        Avustralya’daki pandemi yönetimi iyice trajik sonuçlara varıyor…

        James Turbitt adlı genç adam, ölüm döşeğindeki annesini son bir kez görmek üzere Belçika’dan memleketi Avustralya’ya gidiyor. Melbourne’da karantina oteline yerleştiriliyor, Perth’deki annesinin yanına gitmek için özel izin istiyor, verilmiyor. Araç ya da tarifeli seferle gitmesi yasak, uçak kiralarsan belki diyor yetkililer ama buna yetecek parası yok. Otel odasında çaresiz açlık grevine başlıyor, bu arada annesi hastanede tek başına son nefesini veriyor.

        Karantinada annesinin yasını tutan genç adam Victoria eyaleti yetkililerini çifte standart uygulamakla suçluyor; “Miranda Kerr, Zac Efron gibi ünlüler ülkeye serbestçe giriyor, otelden muaf karantinayı kendi villalarında geçiriyor. Ben ise burada hapsoldum, annemi kaybettim” diyor.

        REKLAM

        Beteri de var. Avustralya’nın Yeni Güney Galler eyaletindeki bir hayvan barınağında tüm köpekler “sosyal mesafe” kuralı uyarınca vurularak öldürülüyor. Çünkü hayvan hakları aktivistleri, köpekleri barınaktan kurtarmaya niyetlenmişler. Barınağa girdikleri takdirde orada çalışan personel için bulaş riski olacağı gerekçesiyle köpeklerin canına kıyıyorlar. Bir kent konseyinden çıkan bu korkunç karar federal meclise taşınıyor. Hayvan severler istedikleri kadar çıldırsın, soruşturma filan açılmıyor.

        Avustralya’nın karantina ve tecrit kampları da insanlık dışı bir uygulama olarak uluslararası medyada sıkça gündeme geliyor. Buralardan kaçanlar polis tarafından avlanıyor, azılı suçlular gibi afişe ediliyorlar.

        Son vaka yine Yeni Güney Galler’de yaşanıyor. Test sonucu pozitif çıkan fakat karantinaya girmeyen Anthony Karam adlı 27 yaşındaki genç “Ülkenin bir numaralı halk sağlığı düşmanı” ilan ediliyor ve yakalama kararı çıkarılıyor. Sydney polisi Karam’ın fotoğraflarını yayınlayarak yakalanması için halktan yardım istiyor, bu gençle her türlü temastan kaçınılması için uyarıda bulunuyor.

        Bir apartmanın asansöründe öksürürken çekilmiş kamera görüntüleri de polis tarafından medyaya servis ediliyor. Yanlış adres bildirdiği tespit edilen Anthony Karam sonunda geçen hafta bir apartmanda kıstırılıyor. Tepeden tırnağa koruma giysilerine bürünmüş polisler Karam’ı götürürken bina önünde biriken halk coşkulu bir şekilde tezahürat yapıyor.

        Maske takmamak karantina kurallarına uymamak gibi toplam 13 suç isnat edilen Karam demir parmaklıklar ardında 23 Eylül’deki duruşmayı bekliyor.

        Bunlar uzak ve yabancı bir kültürün “sıfır vaka” inadı uğruna aşırı uygulamaları gibi görünebilir. Pandemi yönetim politikasının salakça bir tarafı da yok değil. Yeni Zelanda ve Avustralya aşılama programlarında OECD ülkeleri arasında yüzde 20 ve yüzde 25 oranlarıyla son sıralardalar.

        İki ülkedeki takip, izolasyon ve cezalandırma yöntemleri insafsız da olabilir.

        Ama okullar yüz yüze eğitime açılırken bırakın aşılanmayı, “o nesneyi vücuduma sokturmam” diye PCR testine bile direnen bazı öğretmenlerin insafsızlığı daha vahim.

        Dünyanın öbür ucunda adamlar tek bir “halk sağlığı düşmanını” köşe bucak kovalarken, burada düzensiz Afgan göçmenlerin sağlık ve güvenlik kontrolü olmadan yurda dağılması da vahim. Orta yolu bulmak lazım.

        Diğer Yazılar